21 Kasım 2016 Pazartesi

Merhametin Çocukları!

Prensip olarak hayvan sevmeyenleri sevmiyorum!!
Çok ciddiyim, başka bir canlıya yaşam hakkı vermeyenlerden nefret ediyorum!
Ne mutlu ki bu acımasız ve sapıkça, çaresiz bir canlıya bile sahip çıkmak şöyle dursun ezip yok etmek, varlığından rahatsız olup, bir de utanmadan seven besleyenlere silah çekmeye vardıran,
zalim dünyamızı o canlarla paylaşamayıp cehenneme çeviren insanlara rağmen , onları sevip korumaktan asla vazgeçmeyen güzel insanlar var. Onlara olan sevgimi takdirimi ve teşekkürlerimi dile getirebileceğimi sanmıyorum, boğazım düğüm düğüm oluyor. Kelimeler yetersiz.
İyi ki varsınız demek istiyorum yürek dolusu!
Ben kedilerden nefret ederim derken canyoldaşım bir kedim var ve onu sokaktan aldım. Çok zor geldi başta itiraf ediyorum ama şimdi onsuz nasıl yaşamışım diyorum, sokağa çıkınca elimde mutlaka mama oluyor, çevreme ve diğer canlılara daha sevgi doluyum. İnsanlığınızı size hatırlatan yegane şeydir vicdan, merhametiniz.
Karınca kararınca destek olmaya çalışıyorum ama elden ele +1 daha bile faydamız olsa güzel olmaz mı bu hepimizin insani görevi. Çevremiz harici yapabileceklerimiz de olmalı diyorum hani.

Bazılarının yardım etme ve hayvan sevgileri çığ olup büyüyor bunlardan biri Talha Demircan,
Çak bi Pati Yeni Nesil Sokak Hayvanları Koruma Derneği. İstanbul. Tek kelimeyle harika işler yapıyorlar.
"ÇAK bi PATİ günlük hayatlarında bireysel olarak sokak hayvanları için koşturan bir grup gencin hadi bunu profesyonelleştirelim ve bir dernek çatısı altında birleşelim, çeşitli projelerle daha çok hayvana ulaşalıp daha kalıcı işlere imza atalım düşüncesiyle kurulmuş yeni nesil sokak hayvanları koruma derneğidir." Pansiyon, mama ve veteriner masrafları var elbette bu canların. Facebook linkiyse burada.

Diğeri ile ise bugün rastladığım kötü bir haberle karşılaştım, imza kampanyası başlatmışlardı change.org da. İsmi Gökçer Korkmaz, Kırklarelinde.
Tek derdi sokak hayvanları ve buna seve seve kendini adamış, tehdit almış, saldırıya uğramış.
"Ben insanım ve onlarla göz göze geldiğimde onları öyle bırakamazdım." diyecek kadar merhametli ve yürekli, videolarına sayfasından ve kanalından ulaşabilirsiniz. Sayfamda (başka nasıl link verebilirim bilmiyorum) anlaştığı mama sitesi ile ilgili gönderiyi paylaştım,tıklayıp  çok makul bir fiyata sepete 1kg cuk bir mama bile atsanız birikip bir sürü canın hayatı kurtulacak, belki yapılabilecek başka şeyler de vardır kimbilir? Bir çok videosunu izledim ne diyeceğimi bilemiyorum.
Lütfen onları yalnız bırakmayalım, bu dünya sadece bize ait değil ve benim gözümde
Tanrının elçileri, dilsiz canları korumak için gönderilmiş melekleri bu güzel insanlar 🙏

"Allah der ki; Hayvanlar benim sessiz kullarımdır. 
Onlar şimdi zulme susuyorlar ama hesap günü konuşacaklardır!.."

16 Kasım 2016 Çarşamba

Keep your distance !!

"Soğuk bir kış sabahı çok sayıda oklu kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaştı. 
Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar. 
Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. 
Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. 
Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, 
aralarındaki uzaklık, her iki ıstıraba da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya dek sürdü.."

(İnsanları bir araya getiren, iç dünyalarının boşluk ve tekdüzeliğidir.
Ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar onları birbirinden uzaklaştırır. 
Sonunda, bir arada var olabilecekleri, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar. 
Bu uzaklıkta duramayanlara,
İngiltere’de "keep your distance!" denir .
Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme arzusu kısmen karşılanır ama, buna karşılık okların acısı hissedilmez.
Kendi iç sıcaklığı çok yüksek olanlar ise, ne sıkıntı vermek, ne de sıkıntı çekmek için, topluluklardan uzak durmayı tercih ederler.)

Freud, eşler ve arkadaşlar arasındaki çatışmayı, çocuklarını evlendirmiş iki ailenin veya komşu köylerin birbiriyle rekabetini; 
Almanya’nın güneyinde yaşayanlarla kuzeydekiler, İngilizlerle İskoçlar, İspanyollarla Portekizliler arasındaki gerilimi, beyaz ırktan olanların zencilere, Almanların Yahudilere düşmanlığını, oklu kirpi metaforuna dayandırmıştır.
Hem Schopenhauer'in, hem de Freud'un kullandığı bu kavram, insan ilişkilerini konu eden önemli bir ikilem haline geldi. 
Beş sevgi dilimiz vardı en güzel anlatan dökümandır insan ilişkilerini, ve bugün bunu hatırladım yeniden, okuduğum bu yazıyı, çünkü dikenler... yaşadıkça öğreniyor insan ve özetle:
İkileme göre ne kadar iyi niyetli olursanız olun biriyle fazla yakınlaşır, fazla içli dışlı olur, fazla samimileşirseniz, istemeden de olsa o kişiyle çatışmaya ve birbirinize zarar vermeye başlarsınız. Oysa ki asla geçmemeniz gereken bir çizgi vardır ve o çizgiyi geçmeniz, ilişkinin hasar almasına ve temellerinde yavaş yavaş çatlaklar oluşmasına neden olur.

Florida Bölge Üniversitesi'nden Jon Maner ve ekibi tarafından yürütülen 6 deneyde, insanların sosyal anlamda reddedilmeye karşı verdikleri tepkiler incelenmiş. 
"İçe dönük insanların bu durum sonrasında daha da içlerine kapandığı ve insanlardan uzaklaştığı, 
diğer insanlarınsa kabul edilme arzusuyla yeni insanlara daha da fazla yakınlaşmaya çalıştığı bulunmuş."
Ohoo ben bunu bir genç bayan olarak kaç 6 örnekte gördüm ama yazılı dökümanı ilk ben vermeliymişim demek ki.
Neyse böylece olup biten herşeyi bilimsel bi yere de yasladık, hadi bakalım.


Özetle bir insanı ne kadar severseniz, bir miktar mesafeyi her zaman korumayı başarmanız gerekiyor..

15 Kasım 2016 Salı

Sana Dair..

Yaşam kadar gerçek, yaşamak gibi sahte..
Öyle çok şey var ki yaralayan insanı
Bir yürek çarpıntısı, onu her gördüğünde, öyle çok şey var ki bak sana dair
Yanlış aşklar yaşadık, yanlış köprülerde yanlış gemiler yakıp,
aldırmadan iki damla su çaldık zamanın pençesinden
Aldırmadan, aldırmadan.
Bu ne senden ilk kaçışım, ne de ilk düşüşün yüreğime
Ne bu serden son geçişim, ne de son küsüşüm kaderime..
Mucize gerek bize, gidecek bir başka düş
Bir düş ki korkmamış zamanın karşısında..
Ve bir çağ gerek bize, ve bir çağ bundan özgür
Öyle çok şey var ki bak sana dair, sonra kuşlar gitti anladım dünya yorgun, sen yorgun
Tortusu kalmış eski bir korkunun
Görmedik, duymadık, demedik bunlar kötü..biz var mıydık, aşk var mıydı?

14 Kasım 2016 Pazartesi

Geçer.. geçer.. mi?

Bir anda, birkaç düşünmeden öfkeyle edilmiş sözle, bütün yaşama sevincinizi kaybettiğiniz oldu mu hiç?
Ben toparlarım, güçlüyüm derken ve en azından öyle görünmeyi denerken, günlerce kulaklarınızda çınladı mı birkaç kelime, bütün direncinizi ve adeta bağışıklık sisteminizi çökerten?
Nasıl değerli sanıyosunuz kendinizi değil mi, kendine değer vermezsen kimse vermez sana bla bla..
Hiç öyle değil, hem de hiç.
Kimsenin başının üstünü hedeflemesek de en azından verdiğimiz kadarını görmek çok mu ütopikti?
Ağzımı açıyorum.. ses çıkmıyor, içime konuşuyorum sabaha kadar, yorgunum hiç olmadığım kadar.
Bedenim dayanmıyor bu tempoya.. başım ağır geliyor gibi. Gözlerimi açamıyorum.

Geçmişi düşünmek sana sadece zarar verir, geçmişe dönemeyiz, hatalarımızı düzeltemeyiz,
çünkü zamanı geri alamayız ne yazık ki, bugün için bişeyler yapalım deriz ya bazen, en azından telafi edelim, içimizde kalmasın kırgınlar , neden olmuyo?
İşte benim her mutlu günü son günümüzmüş gibi yaşama isteğim bu yüzden, öyle kaygan ki herşey, ellerinin arasından hep kayıp gidecekmiş gibi, tutunamıyosun... sarıldıkça kayıyosun yeterince dirençli değilse tutunduğun kollar, yosun tutmuş ise. Ya düşmenden düşürülmekten korkmuyor ise.
Ya da bazen başka dala tutunmuş ise, ne farkeder ki?
Bir an var, yer var, orada nedenler niçinler önemsiz, sözcükler dağılıp gitmiş hatırdan çıkmış ama o his, zehir gibi hep orada, tam orta yerinde taş gibi kaya gibi oturmuş oluyor eziyor seni her gün.
Tezatlardan nefret eden tesadüflere asla inanmayan benim için en büyük tezatsa o büyük kayadan da büyük ezici bişey, özlem..

Yarına bıraktığın hiçbir şey yarın gerçekleşmiyor, hiçbir güzel söz yerine ulaşmıyor, hiçbir süprizi gerçekleştiremeyeceksin, o gün orada olmayacaksın, senin belirlediğin çizgi ile diğerlerinki bir olmayacak ya sen basacaksın o o basacak.. yitireceksin, er ya da geç.
Ama hiçbir öfke ertesi güne aynı sıcaklıkta kalamayacak, o yüzden ne olur birazcık, birazcık ...

Hiç olmazsa sakin kafayla düşününce duy sesini? kalbinin ve vicdanının olmaz mı?
Kendine saklama, söyle.. belki yarın söyleyemeyebilirsin. Çünkü belki geçeri belki de.. Geçmez.


Bu arada ilk defa yazdığımı okumadan yazdım ve yayımladım , hatalarıyla, karman çorman haliyle.:(

2 Kasım 2016 Çarşamba

İyi Şeyler Olabilirdi...

Aramızda iyi şeyler olabilirdi 

Yormasaydık gönlümüzü karanlıkla 

İçimizde çiçekler açabilirdi 

Bile bile uymasaydık gurur denen o şeytana ...

1 Kasım 2016 Salı

Boşluğa Sesleniş..

Boşuna bakıyosun henüz o şarkıyı da o yazıyı da yazmadım.
Biri veya birilerine isyanlarda dilim, kalbim bu aralar sanki değil mi, oysa değil :)

Yazacağım elbette. Bitmesine az kaldı daha doğrusu. Bu da bir önsöz olsun.(ya da taslak)
Hayatım boyunca kendime yüklendim eleştirdim ve suçu kendimde aradım. İnsanların incitilmesi kadar önemli bişey yoktu benim için çünkü. Yanlış anlaşılmak ve birini kırmak.
Ve tam o noktada kaybettim hep.
Kendime saygım ve onurum senin veya başkasının bana göstereceğinden çok daha değerli.
An'ı yaşamak istediğim zaman göze almışımdır her neticeyi ve içimde kalmaz pişmanlık.
Tek pişmanlığım içimde kalan, planlayıp yapamadıklarımdır. Nasip değilmiş demekten başka çarem de yok artık. Gerçekçi ve ileriyi gören biri olduğum içindi çoğu cesur kararım.
Üzülmek harici bi bedel ödemedim kaybım da olmadı,bir adım fazla attırmadığım için hep iyi ki dedim, istediğini elde edemeyince çirkinleşip gerçek kimliğine bürünenler, beni üzmek için çabalayanlarsa hep aynı ucuz yola saptılar:) Gidecek başka yer yoktu ki..
Şimdi kendimi sorgulama, suçlama, özeleştiri yani bunları boşuna yaptığımı yeniden görme günlerimdeyim. Gördüm ki ağzınızdan çıkanlar zehir, kalbinin bildikleri bile değil. Ne olur ki itiraf etseniz? Söylemediklerinizi duymadığımı anlamadığımı mı zannediyordunuz gerçekten?
Belki de Tebrizi gibi bir yol çizmelisin kendine sen bu boş işleri bırakıp, huzur hak yolundadır bazıları için. Can yakmanın, kul hakkından, kalp kırmaktan, küfürden aldığın günahların önemini kavrarsın bu ulvi yolculukta kimbilir? Deistte olsan bunlar esas, başka bir dinde tanrıya inansan da bunlar esas.. Güzel ve doğru olan herşey ortak. Kalbini temizle, ve temiz tut bi çocuk gibi..

Yazdıklarımı ve taslakları sakin bir kafayla okudum da, hep yarım kalmış bişeyler, öfkem, nefretim, hasretim, çünkü benim beynim sürekli kötüleri silme derdinde. Yanlış bir şey söyleyip yazıp geride silinmez bir acı bırakmamak için.. Ya bende kalanlar? hunharca savrulanlar ve benim gördüklerim? Kişiyi o görmek istediğim, yakıştırdığım çerçeveye oturtma çabam sonunda çerçevenin kırılıp elimde kalmasıyla son bulmuş bazen bakıyorum da. Kendisini yakıştırıyorsa ait olduğu çerçeve odur oysa.
Artık şah damarına kadar bildiğim gördüğüm şeylerin hiçbir hükmü yok, söylenen, açıklanan, düşündüğümün aksi bana iş işten geçtikten sonra gösterilmeye çalışılsa ne olur artık, görünen köy ne olacak? Geride kalan hep bir enkaz..Hasar görense çok şey var, başta güven, inanç ve samimiyet.
Gerçek hayatta bir ton sorunu varken esrar çekmesi gibi bişey olsa gerek insanın oyalanmak boş vakit geçirmek, ego tatmini için sanalda takılıp kalmak ve sürekli absürd davranışlar.
Bariz bir insan bağımlılığı ama sokulmadığın, ait olmadığın bir çevre gerçeğini örtecek kuru - sıkı, yalan - ve senin kadar yalancı bir kalabalık.
Siber kalabalıktan bahsediyorum öldürücü yalnızlıklarınıza meydan okurcasına.

Eğer ben bu sağlık savaşlarımdan sağ çıkarsam, çok farklı bir ben zuhur edecek benden.
Kendime söz veriyorum. Hiçbir sözümü geri almak ya da yemek zorunda kalmadım bugüne kadar..
Tehlikeli sayılmam artık...



Sadece Riski Alabilen Kişi Hürdür

Gülmek; ”Saf” denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise; ”Duygusal” görünme riskini.
Birine yakınlaşmak; ”Kendini kaptırma” riskini,
Duygularını açmak; ”Kendini ortaya koyma” riskini,
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;
“Onları başkalarına kaptırma” riskini göze almaktır.
Sevmek; “Karşılık görememe” riskini…
Yaşamak ise; ”Ölme” riskini göze almaktır.
Umutlanmak; “Hayal kırıklığına uğrama” riskini
Çabalamak ise; ”Başarısız olma” riskini göze almaktır…
Ama riskler yaşanmalıdır.
Çünkü hayatımızın en büyük riski, hiç risk almamaktır.
Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir;
Ama Büyüyemez,
Sevemez,
Değişemez,
Hissedemez,
Öğrenemez.
Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken,
Bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür…

 Leo Buscaglia

23 Ekim 2016 Pazar

Anlamazdın...

Kime neyi anlatmaya gerek var ki şu an?
Dikkatsizce hunharca savrulan kelimeler bu kadar ortadayken kime neyi anlatmaya gerek var satırlarda?
Anlatsam anlayacakmıydın? Anlamazdın..
Adeta bir film sahnesinin hiç karşılaşmamış gibi duran kahramanlarıyız, ne rolümüz belli ne repliğimiz. Doğaçlama oynadık hep bu yüzden tekrarı çekilemedi hatalı repliklerin.
Adımlayabildiğimiz kadar yakınız ve savrulduğumuz kadar uzak..yalnızca kendimizi ifade edebildiğimiz kadar kelimelerimiz, çok zaman yetersiz ve eksik.
Bu yüzden değil mi denemişi deneme gözükaralığı ve "belki öyle değildir ha" umudu? Her şey yalnızlıktan, yerine birini koyamamaktan değil. Ama değmeyeceğini defalarca gördüğün birine böyle vazgeçilmez hissettirdiğin için nefret ettin her defa kendinden. O kendini kandırmak var ya hiçkimse yapamaz bu kötülüğü aslında insana. Kabul et, herkes ikinci şansı haketmez. Aynı suda iki kere yıkanılmaz.                  
İzin veren kendinsin kandırılmaya, tek suçlu doğru yerde ve sözlerinin arkasında duramaman dağ gibi. Hür ve dimdik. Bir rüzgarla savruluyorsun kum gibi.
Perde yine kapandı değil mi? Ama o son ne kadar çekersen çek asla değişmez, kaybettiğin  zamana acısa da bir yanın diğer yanın müsterih olur en azından denedim diye *belki de bir tesellidir bu yalnızca*. Bile göre lades. Yediremezsin. Bilirim, bunu en çok ben anlarım...
Çok uyarılmıştın değil mi? çok yeminler ettin, bunu hatırlatanlara sırtını döndün, bu yüzden kimleri neleri kaybettin? neleri kaçırdın ya da kullandın? can yaktın mı yok yere eften püften bahanelere sığınıp? değdi mi? hayır. Senin iyiliğini düşünüp önerince yapmadığını sözüme gelip gönüllü yapınca doğruyu mu bulmuş oluyosun, söz dinleyince ezik mi olacaktın?
Bu yüzden gözden düştün, alay edildin, yanında olanları ardında bıraktın sırf o çıkmaz sokağa yeniden girebilmek için, çok yüzüne vuruldu tükürdüğünü yalaman,e haliyle? İstediğini söyleyen istemediğini işitirdi çünkü. Olsun. Denemeden bilemezdim de geç şimdi, ektiğini biçmek ya da bedel ödemek ne dersen de, ama önüne bak bu defa. Yol sanki orda bitmiş de çıkar yolun kalmamış gibi davranma aptallaşma:) Yol ayrımındadır asıl sır bazen.Sadece başladığından da daha yalnızsın şimdi.

Sahne kapandığında olabildiğince bir suskunluk perdesi inerken dudaklarımıza, diğer sahneye geçer geçmez pervasızca dökülüyor kelimeler günahlarımızla. Hangimizin daha çok günahı var bilemedim şimdi, hangimiz daha masum ya da hangimiz daha günahkar? Bu günah çıkartma kıyaslama her iki taraftan aynı mı görünür sahi? İtiraflar ne kadar zor ve ağır değil mi?
Ha, bu arada hangimiz diye birşey var mıydı? Biz dediğimiz Sen! lere düştüğünden beri 'evet' vardı. Yoksa tüm hayallerimiz, amaçlarımız, umutlarımız ve suçlarımız ortaktı, işlediğimiz her suçun arkasında durabilecek kadar sağlamdı yüreğimiz...BİZ'iken.
Şimdi madem bir film karesinin son sahnesinde son perdenin iplerini çekiyoruz ellerimizle..
ayrı karakterlerimizle; gel son bir defa ama son bir defa BİZ olalım...
En sevdiğim filmin bir repliğinde olduğu gibi, figürana düştüğümüz için terk ettiğimiz bu filmden sonra, dilerim ki hep meraklı olduğun gibi bu defa da başrol senin olsun ,
ben "karakter" oyuncusu olarak kalmayı tercih ederim:') 
çünkü film bitse de, yıllar geçse de, onlar hep aklında ve yüreğinde kalır..

“Her tesadüf bir başlangıçtır; finali sen oynarsın, 
perdeyi kader kapatır...”
Koskoca postun anlatamadığını candan anlatmış..

20 Ekim 2016 Perşembe

Bana ait ne varsa hiçbir iz bırakmadan çekip gitmek istiyorum sessizce..
Başka hiçbir şey değil.

16 Ekim 2016 Pazar

Haddimden Bildiriyorum

Beni anlattığını düşündüğüm yazılar gördüm, şiir ve alıntılar gördüm, okudum ağladım,
yazdım sakladım, benimsedim, yardım aldım beni anlatması için ama benimmiş gibi yapmadım.
O cümleleri kuramamış olduğum için şaşırdım, kızdım ama ben yazsam herkes ulaşamazdı ki zaten?
Ama yazarı belli olmayan ve her kaynakta ayrı yazar adı, veya anonim diye sahiplenilmiş gördüğüm şeyler üzüyor beni, kaynağını bildiğim herşeyi mutlaka belirtirim olmadı alıntı derim. Çünkü tamamı benim anlatmak istediğimi ifade edemez zaten. Benim cümlelerim de sizi edemez.
Mesela bu yazı benim cümlelerdimden oluşuyor işte beceriksiz, düşük cümlelerim ve öncelikli yüklemlerim beni tanıyan hemen anlar o derece:) Mesela iki ayrı olay iki ayrı konuyu tek blog olarak yazıcam yine, bu da bana ait bi saçmalık . Ama bana ait..ben.
Ama başlık, bana ait bir dizilim değil..bir kitap adı. Ve sırf bu başlık ve tanıtım yazısı yüzünden alacağım bunu:
Önsözü hiç yazılmamış ikinci el kitapların paragraflarından geldim. 
Kusuruma bakma çok el değdi, çok okundum, çok yorgunum. 
Hüzün sofralarının en aç karnıydım, bir türlü doyamadım. 
Yine de öpeceksen hüznümden öp beni. 
Bir pencere gökyüzü sür yüzüme, 
kuş kanatlarında sağanak yağmur sakla,gülüşünle ov sızılarımı... 
Sana görülmemiş rüyalar adadım... 

Bir nedenden hassasiyetim olan bir kelimedir "had" ve çok sık kullandırtır bana hayat.
Dün akşam sıkıntısı olduğunu farkettim sevdiğim birinin, konuşmaya başladık o da benim için aynı şeyi düşünmüş hatta sende bişey var derecesinde iddalı, olmadığını söyledim güldüm ama geçemedim, izah ettim inanmadı, sizin düşünmeden yaptığınız minik alemeti farikalar başkası için büyük anlamlar içerebiliyor anladım ki. Bende de bu oluyor ama neredeyse sert çıkarak birini bişey paylaşmaya zorlayamam ki belki içini dökmek belki içinde saklamak istiyordur, belki kendini hatalı gördüğü bir konudur zaten korkuyordur tepkimden, belki de gerçekten bişey yoktur duygu durum değişikliği yaşıyordur, yanında olduğumu bilsin isterim yalnızca, dilediğinde yargılamadan sessizce dinleyip sonra dilsiz olacağımı..haddim budur bana göre..
Kimseden çekinecek bişeyim yok ama verecek hesabım da yok, bu hakkı verdiğim insanlardan geri aldığım an bir daha vermem, ben kendimi sürekli açıklama yaparken öyle değil böyle derken buluyorum ve bu beni yoruyor, haddine mi demek istemiyorum,o hakkı biz vermişiz diye ama ben kendime haddime mi dedikçe ya da anlattığım biçimde düşündükçe bir bakıyorum kimsede bu yok? benim söylemem gerekenler bana sarf ediliyor çatır çatır e asıl o zaman birbirimizi anlamamız gerekmiyor mu?

Sahip çıkılması gereken şeylerin başında ot ocak mal mülk değil, kendine verilen sözler, insani değerler, edilen yeminler, ardına sığınılmış bahaneleri aslının o olmadığını bile bile yutmamak, salak yerine konmayı hazmetmemek, yemediği nane kalmayıp gidecek yer bitince ,sırf yalnız kalınca aynı kapıya dönüp aynı muameleyi göreceğini sanmamak hatta görürse bunun hayra alamet olmadığını bilecek kadar aydınlanmış olmak yani yememek:p

Haysiyet, onur, sözünün eri olmak, dediği yaptığı tezat olmamak, bahanelere sığınmamak
gibi değerlerin olduğunu unutmasa keşke insanlar değil mi:)
Yoksa benim gibi unutmayanlar ve esas alanlar zbam diye o yüzsüz yüzlerine vuruverir tokat gibi.
Demem o ki, madem debelendiğiniz yerde memnunsunuz sesiniz çıkmasın, size bişey dediğimiz de (ben ve benim gibi özü sözü bir dobra insanlar yani) abuk sabuk atarlanacağınıza dürüst olun, yalansız olun, attıklarınızı hatırlamakta zorlanmayın sonra, vee boyunuzdan büyük konuşmayın, sonra bi tarafınıza kaçmasın.

Bir KUŞ masalında dediği gibi: 
Bir kuş soğuk bir kış gününde yiyecek bulabilmek için kanat çırpıp duruyormuş. 
Hava o kadar ayazmış ki minik kuş dayanamayıp karların üzerine düşmüş. 
Kuş çaresiz, soğuk karın üstünde ölümü beklerken 
oradan geçen bir inek kuşun üstüne sıçmış. 
Kuş öyle bir sinirlenmiş ki, kanatları donmamış olsa, 
kalkıp ineği dövecek. 
Bir de bakmış ki bokun sıcaklığı ile kanatları çözülmüş, 
yaşama geri dönmüş. 
Öyle bir sevinçle ötüyormuş ki, oradan geçen bir kedi de bunun sesini duymuş ve boku eşeleyip kuşu çıkarmış. 
Kuş buna çok sevinmiş, tam kediye teşekkür edecekmiş ki, 
kedi onu yemiş... 
Şimdi; (Hikâyeden alınacak dersler) 
1- Her üstüne sıçanı düşman sanma, 
2- Seni her boktan çıkaranı dostun sanma, 
3- En önemlisi: 
BOKUN İÇİNDE MUTLUYSAN SESİNİ ÇIKARMA... 

Belki de layık olduğun odur.
Bunu yazıp duvarınıza asın lütfen ;) İyi geceler:**

4 Ekim 2016 Salı

Farzet ki..


Farzet ki, yazdıklarımı anlayabildin. 
 Ya anlayamadıkların? 
 Ya yazıp da sildiklerim? 
 Ya yazamadıklarım? 

   
Rumi

2 Ekim 2016 Pazar

La Chanson..

Ve bir kez daha söyledi;
Sözlerim dudaklarımdan çıksa da kalbimin yankılarıdır...
Beni konuşturan gözlerin ve sevgindir.
Sonra ağır ağır kadehini kaldırıp içmeye devam etti.
Gözleri kraliçesinde ve elleri kılıcının kabzasındaydı...
Sonra biraz yorgun ama hala mağrur ,mırıldandı...
Bu böyle biline..

Ve zamanında kifayetsiz ilişkilerinin  ardından sarf ettiği sözleri anımsadı;
Benden sonra kendini kucaktan kucağa atanları ya ben çok sıkmışım, ya özlerine döndüler, ya da onca insanın toplamının bir "ben" etmediğini gösterdiler bana..
Gün olup kendisinin bir lanet gibi bunu yaşayacağını ve göstereceğini, bilemezdi.. İçeride yeni bir çıplak beden beklerken onu, ruhsuz ve sevgisiz, tıpkı kendisi gibi;
Onun gözleri bambaşka yerlerdeydi..
Ağır ağır kadehini önündeki fotoğraftaki o simsiyah gözlere bakarak havaya kaldırıp ,mırıldanır fısıldarcasına,öfkeli,küskün,kırgın ama hala inkarda:
Je me suis perdu dans tes yeux...
Nasılsa onu duymuyordu artık...
Kaybedildiğini tekrar etse de teselli için,aslında bilirdi kaybedenin kim olduğunu...ve minicik bir esinti onun kokusunu getirdiğinde olanları..
Doğruldu yavaş yavaş yeni "mutlu" maskesini alıp masanın üzerinden,
sesini kesti içini kanırtan o şarkının son yudumunu kafasına dikip buzu çoktan erimiş viskisinin..

Mon doux, mon tendre, mon merveilleux amour...

Ve mırıldandı anlamsızca, sızladı herkesten gizlediği göğsündeki yarası,
mırıldandı anlaşılmaz bi hırıltıyla, yüzü asık..:
-Bu böyle biline.. 
Alıntı değildir. 2013 Ekim.

26 Eylül 2016 Pazartesi

Vur kadehi ustam..

Alkolle aram çok iyi değil. Çabuk carpilmam. Sarhoş olmak denen şeye  inanmam. Insanlarin normalde bastırdığı maskeledigi seyleri yaradana sığınıp höykürme bahanesidir alkol hepsi bu.
Çenesini tutamayacak insan da içmesin bi zahmet. Ortami sabote edip iki paralık keyfini kacirmaya yada eski çöplüklerde eselenmeye, kafası bi dünya olan insanlara yük olmaya kimsenin hakki yok.
Ya ağzınıza için ya ziftin pekini için numaracilar sdghjk ay cok atarlandim.
Bu yüzden ölümüne önemlidir kimlerle nerde içtiğiniz.
Benim kolumdan başlayıp her zerre kaslarima ağrı yayılır içtiğimiz maddeye ve yere göre bedenim degil beynim değişik tepki verir.. Bence beynim.
Votkayla evde kizkiza icerken stand up yapan, yaran ben raki icer fasil dinlerken ağlarım.
Ama içime içime.
Söndürmusuz feneri salas bir balikcida.
Ama bunlarin bu serzenisle alakası yok bence.  cunku kahve iciyorum ve mobilim su an. Yarın pazartesi. Good night 


mobil ileti.\Posted via Blogaway

24 Eylül 2016 Cumartesi

Bugün orda da cumartesi mi?

Bloğumu ilk açtığım zamanlar haftasonları neler yaptığımı yapacağımı yazdığım zamanlar olmuş, yazmak bir tür mental terapi ne de olsa, hatta mental detoks diye bir tabire rastlamıştım çok hoşuma gitmişti bu da:)
Genelde kendimi çok iyi hissetmiyorsam uzun yürüyüşlere çıkarım koşu parkurunda ya da ormanlık alanda, yanımda kimse olmadan sadece mp3üm ve ben. Bunu yazmışım mesela. Sonra mutfağa girerim. Orada kaybederim kendimi.
Haftasonu en sevdiğim şey geç kahvaltı etmek, acele etmeden, tadını çıkarta çıkarta hatta akşama kadar, bu yüzden de cuma akşamları mutlaka bi markete giderim, alışverişimi yaparım serpme kahvaltının kralı için, ama yetmez, daha iştahlı olduğum zamanlardı sanki ama şimdi de özel bişeyler yapmak istiyorum mesela ajvar sos yaptım ben ! O kadar güzel oldu ki anlatamam tarifini de yazıcam üşenmezsem #ipek in the kitchen bölümü unutulmuş:p
Bir de fırında pizzamsı bişey ki bu muhteşem! Bi fragman vereyim:p
Bazen kahvaltıma kuzenlerim ya da arkadaşlarım eşlik eder, bazen tek başıma sehpama kurarım tv ve pc önümde keyfime göre artık.. Evcilim ben bildiğiniz. Tipik yengeç olmak bunu gerektirir.
Sonraaa bir kedim var artık 2.5 yıldır, sabah insafına kalıyorum yani bazen ayakucuma veya burnuma girip uyuyor bazen ayaklarımı çekiştirip yorganın altına girmeye çalışıp koşarak mutfağa kaçıyo, mamasını vericekmişim paşama, çok yakında o kilo almaya ben vermeye devam edersek sonumuz böyle olacak zaten:
Bunca yıldır nasıl evde bir can olmadan yaşamışım bilemiyorum nefret ederdim kedilerden bir de:)

Bu arada filmlerden bahsetmiştim dün, hayatımızın sahneleri ve senaryolarından, bazen başkasının yazdığı senaryoya bilmeden dahil olsak da, misafir oyuncu da olsak başrol de, hazır yapılmış güzel filmlere ihtiyacım var özellikle hafta sonları bu keyif terapilerim sırasında, Deeptone u takip ediyorum ama Miam da güzel filmler önerir, başka tavsiyeleriniz varsa alabilirim?
Macera atraksiyon çekemem yalnız sıkılıyorum bu ara:f

Bu ara bol bol kitap aldım kışa hazırlıka deta en sevdiğim şey çayımı demleyip enstrümantal bir müzikle kitap okumak. Ama ne zaman elime alsam uykum geliyor. Neyse böyle işte kısaca.
Akşam için planım yok hafta içi fazla gezdim çıakcaksam cumartesileri tercih ediyorum.
Şimdi benim aklımda başka bir cumartesi şarkısı var ama benden bekleneni yapıp (ilk defa:p) vazgeçilmezlerimden olan Feridun un şarkısını dinliyoruz, sözleri öldürebilir yalnız..Aynalardan kaçarken özlenmeyi beklemek..ne kadar acı, ne kadar komik değil mi? diğeri haftaya cumartesi...

23 Eylül 2016 Cuma

Eskiden bu şarkıları böyle suskun mu dinlerdik?

Ne zaman şanssızlıklarıma ve herhangi bir biçimde beni üzen bişeylere takılsam karşımda bir kapı açılıyor, unutturmuyor elbette ama avutuyor..Sakin kalmamı sağlıyor bir şekilde hayat. En büyük sıkıntı zaman..Ve zaman bulamamalısınız olan biten veya olacakları düşünmek, üzülmek ve kendinize acımak için.Bir anda kendi içsesiniz, varsa vicdanınız sizi dürter bazı geceler..ta ki kulak verip o iç hesaplaşmanız bitip sizi doğru yola götürene kadar (iki yoldan birine) Kendine saygı herşeyin başı.İşte sizin sınavınız o saatten itibaren başlıyor zaten.
Herkes kendi filminin başrol oyuncusu, diğerleri ise yardımcı oyuncu veya figuranlar, bi solukluk yeri olanlar ve daimi olmasını istedikleriniz, yani filminizde rolü onlara siz veriyorsunuz, bazen yetersiz geliyorlar biçtiğiniz karaktere, bazen rollerini beğenmiyorlar, basıp gitme hakları var. Sizin de fesh etme hakkınız var, herkes oyuncusu ve sınavı birbirinin:) Arada fotobomb yapan gereksizler de olabilir mahfeder en güzel sahneyi.Çünkü güzel olan hiçbişeye tahammül edemezler.
Kendini gösteremeden öldüreceksiniz bazılarını. Bazen sözler ve yüzler flulaşacak ama bir an bir yerde yine belirecek,  "Hatırlamak en büyük lanet.." diyordu bir filmde yine..ve şu an çalan müziğin melodisinde bir de şiir geldi aklıma;
Bazı filmlerin devamı çekilsin diye sonu mutlu bitmez.
Hükmen yeniğiz başlama vuruşum.
Tekrar karşılaşalım ve lütfen bu defa şampiyon olalım.
Seninle en iyi ağlamayı öğrendik biz, gülmeyi umut ederek.
Affetsek birbirimizi, kırıldığımız yerlere çiçek diksek; bir kelebek bir ömür daha yaşar...(!)


Neyse, ne diyecektim ben?
Yaşasın cuma! demek nasıl güzelmiş, nasıl özlemişim.
Bir haftanın bilançosunu yapmak gerekirse, tek kelime özetler: muhteşemdi!
Uyumak uyanmak bilmeyen bu düzen nasıl oturacak diye ilaçlar alıp hazırlayan ben, bir kere bile saat çalmadan uyandım, bir defa bile halsizlik çekmedim. Çok yoğundum ama herşeye zaman ayırabildim.
Yeni açılan kapı yeni umutlar, huzur, yeni bir amaç veriyor. Gücünüzü size hatırlatıyor. Şükredecek ne çok şeyiniz olduğunu da. Hayat devam ettiği sürece bu çark böyle yuvarlanıp gidecek, durursak altında kalmamız işten değil. 
Bu hafta ilk gün yazlık mini elbiseyle gidip bugün montla gidip donmamı hangi karma açıklar bilemiyorum ama iyi ki öyle oldu, hiçbir gün işten eve koşmadım, onca zamanım varken dışarı çıkmayan ben paydos zili çalmış çocuk gibi yorgun çıkıp bir yerlere gittim ya da sürüklendim desem daha doğru olur. Bazen unutuldum sanıyorsunuz ya, işte değil öyle, güzel insanlar biriktiriyorsanız hayatınıza bir durakta dahil olan ne uzaklık ne yoğunluk sizi kopartamıyor, bir araya geldiğinizde kaldığınız yerden o yolculuk aynı keyifle devam ediyor. Hoşgeldin partilerimizi yaptık, son deniz kenarı balık keyiflerimizi yaptık artık havalar soğuyabilir, ben yağmuru çok severim bilirsiniz, biraz yürüsem altında belki yıkanır içim?
Güzel bir günü hatırlattı bana bu şarkı, şimdi burda olsa birlikte dinler gülerdik yine o güne ,atarına, benim ne yaptığım senin ne anladığına, zaten bi türlü anlaşılamadık, anlatamadık.. 
Aynı dilde susanlar, anlaşabilirler demiş La Edri, kimbilir:)
ölmüyor benim hafızam ve öldürmüyor evet-
Bu versiyonunu şuraya ekleyip kaçayım uzatmadan, oldu o zaman, bys..


21 Eylül 2016 Çarşamba

Dostum güzel dostum..

Uzun zamandır özleyip hasretini çektiğim bir gün, işimdeyim gücümdeyim, huzurluyum, sağlığım gün geçtikçe düzene giriyor arada tökezlese de, biliyorum moral en büyük ilaç.
Ve ben doz aşımından korkuyorum :) Çayım önümde, işlerimi hallettim mola verdim. Taslaklara baktım şimdi, her birini yeni yazmıyorum yani. Yarımdır benim her şeyim hep zamanını bekler..ama o doğru zaman nedense gelmek bilmez. O yüzden belki bekletmemek lazım.
Hava soğudu, inanamıyorum üşüdüm, tenimin buz kestiğini hissettim, uyurken yorganıma sımsıkı sarıldım, gece yağmurdan mı bilmem elektrikler uzun süre kesildi, balkonda oturdum, üşüdüm battaniyemi aldım hani meşhur kareli olanı , en sevdiklerimle paylaştığım..şarkımı yani:)
Sonra o saatte çay demledim, oturup dostlarımı düşündüm, özlediklerimi, kaybettiklerimi, vazgeçtiklerimi, en kötüsü özlemek, çay kaşığı sesiyle irkildim sonra, birbirinden ve hayattan kopmuş herkesi bir araya toplamıştı bu kesinti, herkes balkonda ailece oturup sohbet etti, kahkahalar çınladı ve çay kaşığı sesleri..
Bana huzur veren bi semboldür bu ses neden bilmem.
O evde mutluluk ve huzur olduğunu düşünürüm balkonda çay sesi varsa:)
Bu şarkı ilk postlarımda var, sözleri tam ben tam siz, sahte dertleriyle yorulduk insanların,her saniyemiz değerli oysa, bu şarkı hep içimi ısıtır gülümsetir, o zaman bloggerlar daha kalabalıktık, inst yoktu, daha samimiydi blog ortamı,o zamanlar Matrax dinlerdik Ayçamla, onunla kaç defa küsüp barıştık aklıma geldi bak:) twitterdan takip ederdik muhabbeti, bir gün Zeki gözümden düşene dek devam etti bu bilmem hala var mıdır varsa da bayatlamıştı zaten ilk günki nefasetinde ve masumluğunda neden kalmıyor hiçbir şey?
Çay bile bekleyince acılaşıp bayatlıyor :'
Hırslar ve egonun mahfetmediği hiçbişey kalmadı mı, off tamam felsefe yapamayacak kadar keyifli bir yanım, diğer yanım yaprak döküyor arada, ne de olsa sonbahar di mi?
şimdi de gidip bunu dinleyeyim o zaman.
Dostum dostum güzel dostum bu ne beter çizgidir bu?
Bu ne çıldırtan denge?
Yaprak döker bir yanımız, bir yanımıza bahar bahçe...

Çapsız

Taa fi zamanında bir gün bir kadın biriyle kavga ediyodu, bildiğiniz mahalle kavgası stili
-ki en nefret ettiğim tarz o dişi yakarış tarzıdır, bol bol karşıma çıkıyo şu günlerde inadına  istemediğim ot misali, neyse o melun ana nerden şahit oldum bilemesem de bu kezban ikide bir:
"gücü gücü yetene gücü gücü yetene" deyip duruyordu, çocuk aklımla anlayamadığım bu sözü, büyüdükçe çözdüm bittabii.
Gücü aslında göstermeye çalıştığı gibi olmayan, boş atıp dolu tutmaya çalışan, en basit olayda bile yakayı kurtarmayı beceremeyen çapsızların, güçlerini yetirebileceğini düşündükleri zayıf kişiden hayatlarının hırsını almaya çalışma girişimiyle ilintili bişeymiş bu meğer. Bence güçlü olanın buna ihtiyacı yoktur zaten. Bir de baltayı taşa vurma olasılığı var. Çünkü güç denen şey kontrolü sizdeyse ve kendinize söz geçirebiliyorsanız bir erdem. İnsana değer katan muhteşem bişey..
Bu yaşa geldim ilk defa yeniden bununla karşılaştım, üstelik eğitim ve yaşam seviyesini çok daha farklı sandığım kişilerde,e bunu asıl gerekli yerlerde kullanın biz de ayakta alkışlayalım. Saygı duyalım?
Ya da elinizde bir koz varsa kime neye karşı var bundan kim neden zarar görür, siz ne duruma düşersiniz bunu kullanıp , ya da birine zarar vermek olası ise bu insanı nasıl mutlu edebilir? Bütün bunları da düşünüp hesaplamak gerekir diye düşünüyorum. Öfkeyle kalkıp zararla oturan çok daha fazla. Size düşman bile olmayan birilerini tehdit etmek kimsenin işine yaramaz, ortak bir geçmişiniz olan, bişeyler paylaştığınız birilerini tehdit etmekse başlıbaşına korkunç, lakin siz o zihniyette biri olduğunuzu ele verirsiniz, gıkınızı çıkartamadığınız durumlarda karşı tarafın elinde size dair ciddi kozları bulunduğunu akla hayale getirir, yani birbirinden beter aman ha derim. Böyle insanlığımızı kaybederek hiçbir yere varamayız. Annem aman kızım uyma sen ona derdi abim bana sataşınca mesela, yani böyle sıkıcı durumlarda, uymamak , duymamak, farklılığın göstergesi değil olması gerekenin ta kendisi. Biraz otokontrol. Bol sabır..
Bazılarının kendini ispat etmeye ihtiyacı yoktur!
Gördüğüm en güzel tasvir de bu resimdir.
Bu arada çapsız sözcüğüne bayılıyorum, ben ÇAP ı farklı bir durum anlatmak için de kullandım çapsızlık ego ile doğru orantılı, mantık ile ters orantılıdır, herkes kendi çapını bilmek zorunda, bilmeyenler için TDK da der ki:1 . çapı geniş olmayan. 
2 . mecaz yetersiz, dar görüşlü: "yahya kemal'in, döneminin ünlü ve çapsız şairlerinden birine söyledikleri gerçekten unutulmaz."- t. uyar

Ama bir de şu video çok güldürdü, çapsız sandıklarınız moralinizi aşırı bozabilir:')
Çokta ciddiye alınası değil hayat, geçici bu öfke bu hırs bu intikam.
Sezenin dediği gibi..

19 Eylül 2016 Pazartesi

Yeap!


Günaydın!

Sonunda uzun zamandır beklediğim gün geldi, hayatımın uzun yıllardır belli bir rutini vardı,
zaman zaman zamansızlıktan şikayet etsem de gördüm ki ben buna alışkınım.
Zamanım olmaması, beni bir çok şeyden uzak tutan bir kalkanmış adeta, gereksiz insanlardan,
can sıkıntısından insanlara sarmam ve umursamamdan, ilişkilere kafa patlatmaktan, sanal dünyadan, bu arada yazıp çizdiğim ya da bazen delirdiğim konuların içeriği aşk değil bunu da yeri gelmişken belirtmek isterim.
Aşkta herşey daha kolay zaten akdkflg:))
Neyse büyük bir merhale atlattım, sağlık, depresyon, biten dostluklar,sadece cevap vermek için sıra bekleyen sizi anlamamkta ısrar eden insanlar, iç bunaltan dedikodular, haksızlıklar, yani akla gelecek-gelmeyecek  herşeyi uzun bir zaman sürecinde atlatırken, hayatımda ilk defa çalışmadan uzun bir süre geçirmek zorunda kaldım. Bu da beni daha da tahammülsüz yaptı, işin garibi daha sabırlı olduğumu düşünüyorum.
Delirmiş olabilirim bi parça evet.
Başa çıkmak zorunda olduğumuz her şey bizi büyütüyor ama sokakta dayak yemiş gibi hissedebiliyosunuz bazen de.

Ki ben sokağa alışkın bir çocuk değilim belki de sorun burada.
Yeniden başlamak.. bazen gözümde büyüse de, umutsuzluğa kapılır gibi olsam da.
Bunca yıldır verdiğim emek ve iş hayatında normalde olduğumdan çok daha disiplinli olmam ve hayatımdaki en büyük şansım muhteşem iş arkadaşları ve patron olunca, işime geri döndüm.

Bugün çocuklar nasıl beslenme çantalarını hazırlayıp boynuna matara asıp heyecanla yola çıktılarsa ben de erkenden kalkıp ilaçlarımı kutuya koydum, ellerim titreyerek bi bardak süt içtim, saçlarımı ve makyajımı itinayla yaptım ve kalbim fırlayacakmış gibi atarken aynı heyecanı yaşadım.

Mutluluğumu tarif edemem. Herşey için daha fazla zamanım olacak artık, işsizlik kadar yoğun bişey olamaz hayatta anladım  ki hiç benlik değil:)
Herkesin kalbine göre bir iş, bir hayat diliyorum, bugün herkesi öpebilirim, herkese benden çay!!

Cehennem?

Sadece içine doğduğu şehri, dili, dini, inancı, ırkı, 

sadece doğurdukları çocukları sevenler, 
sadece kendi annelerini kutsal bilip diğer bütün kadınları orospu olarak görenler, 
sadece kendi cümlelerini kurup, ötekinin sözünü asla dinlemeyenler, 
 Siz varken başka cehenneme gerek yok. !

 Rabia Mine

13 Eylül 2016 Salı

Ama Babacığım..

‘’uyku ile uyanıklık arası bir yerdeyim. kapı açılıyor önce, gölge gibi, babam geliyor. üzerime eğilip saçlarımı okşuyor
ve sonra yanıma uzanıp, kollarıyla kucaklıyor.
babamın göğsüne başımı gömüp yatıyorum. babamla dünyanın en güzel akşamında, dünyanın en güzel evinde, dünyanın en güzel uykusunu uyuyorum.
bir daha öyle bir uyku olmadı hayatımda. 
şimdi babam yok ve ben de yetimim.’’
Ercan Kesal - Peri Gazozu

Böyle günleri zaten sevmezdim ama, yüzüme vurunca öksüzlüğüm daha bir nefret eder oldum.
O ellerini öpmeye erindiğiniz, varlığı hep ensenizde sandığınız babalarınızın ölümlü olduğunu unutmayın olur mu , bir gün kokusunu içinize çekme şansınız yerine toprak kokusu sararsa sizi,
pişman olacağınız izler kalmasın yüreğinizde.
Her baba bir değil biliyorum, iyi veya kötü, baba direktir, dağdır, yaslanacak olun olmayın varlığını bilmek bile yeter, o babalık görevini yapmasa dahi, siz evlatlık görevinizi tam yerine getirmiş olun. Bu konu çok hassas kimsenin yarasına dokunmasın istiyorum.:(
Herkes kendi yarasını bilir. Yarayla alay eder yaralanmamış olan...
Yaptığım yapamadığım bir çok şeyin ve kaybetme korkumun, kendimi korumak adına edindiğim zırhımın ve bazen hırçınlığımın sebebi bu biliyorum ama, benimle gurur duyduğunu da biliyorum.
Babamdan bahsettiğim çok yazım var, bazen özlemine dayanamıyorum, keşke bana daha çok şey öğretecek zamanın olsaydı, kucağında ağlayacağım, şımaracağım daha çok günümüz olsaydı.
Dünyanın en şanslı çocuğuydum ben. Yokluğunun yerine konabilecek bir şey yok.
Senin kadar kimsenin sevmesine de imkan yok.
Babacığım, huzurla uyu:'
Güçlü görünmeye çalışmaktan yoruldum ben baba. Bulutların üzerinden yere çakılmış gibiyim.
Tutsana yine beni havada?
Alsana beni kucağına?

Dilime dolandı bugün bu şarkı. Zaman donmuş gibi.

Bir bakarsın oyuncağın kırılmış
Arkadaşın sana küsmüş darılmış
Kavga etmiş; kaşın, gözün yarılmış
Yaşlı gözlerle bana gelip sakın üzülme yavrum
Böyle büyür insanlar; ağlamak çare değil
Zaman değirmenini durdurmak kolay değil..(ama babacığım...)

12 Eylül 2016 Pazartesi

Çok yorgunum.

Gözlerimi açamayacak kadar uykum var.
Ama beynimin içinde kırk tilki dolaşıp birbirinin kuyruğunu kovalar gibi.
Herkes şu an hiçbir derdi tasası yokmuş gibi derin uykuda mı?
Ben uyuyamıyorum.
Oysa bedenen çok yoruldum bugün, ruhen nasılım dinlememek için.
Hiç yalnız kalmadım, çok güldüm, çok söyledim.
Çok yemek yedim, çok çay kahve içtim, şimdi de süt içiyorum sızmak için.
Bana vahşi ya da yabani diyenler var, öyleyim sanki gerçekten de.
Mesela bayramları da hiç sevmem.
Çoğu zaman insanları da.
Şımarık ve kibirli insanları özellikle. Onlar da beni sevmiyor zaten.
Kabuğumdan çıkmam kolay kolay bu yüzden.
Sabırlıyım ama haksızlığa sürekli uğradığımda beni ben bile tanıyamıyorum..
Kalp kırmak kırılmaktan daha zoruma gidiyor benim. Ama ben kaldırabiliyorsam o da kaldırabilir değil mi? Hak ettikleri gibi davranmak lazım bazen de kıyamamayı bırakıp.
Daha duyarsız daha gelişigüzel daha tepkisiz ve anlamsız yaşamalıyım belki de.
Yanıma yaklaşmak çok zor, sıcakkanlı değilim, zor alışıyorum.Zor vazgeçiyorum bu yüzden de.
Kimse mükemmel değil ben de değilim.
Öyle bir iddiam da yok. Beklentim de yok, insanlar kusurlu varlıklar. Zaafları, bam telleri var.
İçimde biriktiriyorum bir çok şeyi bir gün patlayacağını bilerek.
Evimde gönderilmemiş mektuplar biriktiriyorum zamanları geçiyor.
Dilimde söylenmemiş sözler.
Göndermeye geç kalınmış mektuplarda bir kısmı.
Kötü sözlerin hepsi tüketildi daha kötüsü yok..olmasın da. İçinden bir tek cümle olur da çarpıp kırar diye saklıyorum onları..Bazen gönderip pişman oluyorum bazen göndermekte geç kaldığım için özetle. Yazarken benim nasıl kırıldığımınsa hiçbir önemi yok.
Düşünüyorum onca yazıp çizdiğimi, nasıl manasız geliyo bir an..başka bir dilde gibi..ben bile bazen kendimi anlayamazken başkaları nasıl doğru anlasın ki?
 Bir mektubumda demişim ki:
İnsanların içinde bi gizli bölme var, orada sen, hiç sen olmayan bi biçimde duruyosun yani sana gösterdikleri gerçek yüzleri değil aslında, ve seni en çok sevdiğini sandığın kişi bile en ufak hatanda çekmesini açıp bunu gösteriyo acımasızca.. çok ağır bu:( Ve ne yaparsan yap, sen O olmadığını ne kadar iyi bilirsen bil, hatta karşındaki de aslında bilse bile, kimbilir kafasında ne etkenlerle bunu asla kabul ettiremezsin.Edemezsin de bunu.
O neye inanırsa, Mevlana nın dediği gibi, neyi arıyosa, O sun sen!
O yüzden ben, bu çabaya bir kere daha girmeyeceğim..
(Hataları boşver, dert olur unutamazsan eğer..)
Bazen çap sorunu yaşadığımı geç de olsa hissediyorum, görüyorum.
Bir şeyin çapının değişemeyeceğini bile bile zorluyorum.
Çekiyorum, eğiyorum, büküyorum, sadece o anlık istediğim şekli alıyor,
bıraktığım an ise gerçek haline dönüyor..Çapsız haline:=)

Hey çap; Artık "ben" çapımı biliyorum..

10 Eylül 2016 Cumartesi

Sana Büyük Bir Sır Söyleyeceğim


Sana büyük bir sır söyleyeceğim 
Zaman sensin 
Zaman kadındır ister ki hep okşansın 
Diz çökülsün hep 
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına. 
Bir taranmış 
Bir upuzun saç gibi zaman 
Soluğun buğulandırıp sildiğin ayna gibi. 
Zaman sensin, uyuyan sen 
Şafakta ben uykusuz seni beklerken 
Sensin gırtlağıma dalan, bir bıçak gibi... 
Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın 
Bu mavi çanaklarda kan gibi 
Durdurulmuş zamanın işkencesi 
Ah bu daha beter işkence hiç mi hiç giderilmemiş istekten 
Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada 
Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini 
Daha beter seni kaçak 
Seni yabancı bilmekten 
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan 
Tanrım ne ağırdır sözcükler 
Asıl demek istediğim bu. 

Hazzın ötesinde sevgim 
Hiç bir zararın erişemeyeceği  yerde bugün 
Sevgim 
Sen ki benim saat-şakağımda vurursun 
Boğulurum soluk alıp vermesen 
Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın. 
...... 

Sana büyük bir sır söyleyeceğim 
Korkuyorum senden 
Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri 
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden 
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan 
Korkuyorum senden. 

Sana büyük bir sır söyleyeceğim 
Kapat kapıları 
Ölmek daha kolaydır sevmekten 
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam 
Sevgilim. 

Aragon
  

8 Eylül 2016 Perşembe

Hâlâ

Kelimelerimi kendime saklayıp, yazdıklarımı içimi döktüm sayıp taslaklara gizleyip,
zamanını bekliyorum, suların durulduğu, herşeyin yoluna girdiği, sabrın sonunun erdiği selameti,
o hiç gelmeyecek olan zamanı belki de, herşey eskisi gibi olduğunda, belki de "ahh ama ben demiştim" demeyi (içimden de olsa), dikkatsizce çarpıp kırılanların toparlanmasını,
sabırla bekliyorum.. sinirlerime hala hakim olabiliyorum elimde olmayan durumlarıma rağmen, sağlığım gibi.. ben başarıyorsam herkesten de beklemeliyim ama yapmıyorum, ben yargılanıyorsam aynısını sen yapınca ben de aynı acımasız anlayışsız uslubu tavrı takınmalıyım demiyorum, demesem de yüzüne vurmamdan deli gibi korkup benden kaçtığını görüyorum çünkü,
anlamaya çalışıyorum, bazen anlayamıyorum, o zaman kabulleniyorum olduğu gibi sevmek bunu gerektirir çünkü...
ama hâlâ susuyorum :)
Ben sustukça içimde büyütüyorum minik küskün kızı da..yani farkındayım ben de..
Umarım beni terkedip gitmez o da. Çünkü onun saflığı, şeffaflığı, merhameti, durduk yere akan gözyaşları olmadan ben olamam.

Sadece inandıklarımın yanlış çıkmaması, bazılarının da ÇIKMASI, görünen ve söylenin tutması için telkin yapıyorum kendime bol bol:)

Hiç kimsenin ilgisine ihtiyaç duymadığın gün olgunlaşırsın,
Hiç kimseden beklentiye girmediğin gün yara almazsın,
Ve hiç kimseye bağımlı kalmazsan kazanırsın. 

OSHO

6 Eylül 2016 Salı

Daily Dose

İnsan kendisini sessizce kaybeder. 
 Kaybettiği başka her şeyi fark eder 
 kendini kaybettiğini anlayamaz..


4 Eylül 2016 Pazar

İnsanlardan nefret ediyorum.

Bugun böyle. Uyumadim sabaha kadar ve iliklerime kadar yorgunum.
Söyleyecek çok seyim var ama dermanim yok.
Ben yine susmayi seçiyorum.
Biriken seyler olmadık anda patlar ve bu hic iyi olmaz bunu da biliyorum.
Bile bile susuyorum.
Bekliyorum.
Eyvallah ve pekilerden yol yapiyorum.


3 Eylül 2016 Cumartesi

Çok olmadı kendi kelimelerimizle vedalaşalı..

Hele de burda öyle değil mi? yani paralel evrende.. peki neden?
Eli az bişey kalem tutan herkes isyanda.. herkes mutsuzluklarının, uğradıkları ihanetlerin,yenemediği hayat savaşının sorumlusu diğerlerini buldukça (-ki yok değil payları elbet) ve diğerleri de dayanamayıp uğradığı haksızlığa, dile getirdikçe bişeyleri , asıl yazılası şeyler uçup gitmeye ya da tatsızlaşmaya başladı gitgide.
Çünkü ben, beni hayata, hayattan sıyrılmak için takıldığıma göre de bu evrene bağlayacak pozitif şeyler görmek duymak ve yazmak istiyorum.
Kelimelerimizi sarıp sarmalayıp saklıyoruz kendimize..
Hesap sorulmasın diye. Çünkü yaşanası şeyler ellerden kum gibi kayıp gitmekte hızlıca.
Herkesin ince hesapları var bazılarınınki tam azimle s..an misali. Sinsice ve kirli..
Sen görüyorsun ama asıl görmesi görmesi gerekenin gözleri sımsıkı kapalı bu yüzden bastığı yerin pisliğinden bihaber..Oysa hep yanlış zaman, yanlış insan, yanlış yol, yanlış adımlar..
Elinde silgi hatanın beklendiğini bilemezsin, biri silerken o kıymetli defterini de yırtar, oysa sen sadece bi çizik atarsın üstüne hatalı sözcüklerinin, olmadı bu, yanlış yazdı dersin sonsuzkere inanırsın çünkü öyle demek istenmemiştir ve düzeltilmesini beklersin.
Sen beklerken, o da bekler. Adım atsan sarılır, bi adım daha atsan iter..artık nerde duracağını bilemezsin. İşte boşluktasın! Oysa istediğin ve daha dün olduğun yer burasıydı:

Bugün ben yarın sen yaşayacaksın aynısını, hatta yaşadın değil mi? 
Er geç yaşayacaksın, çünkü hiçbir aşk, hiç bir dostluk, samimiyet dediğimiz o özel ve içinde şeffaflık özellikle de DÜRÜSTLÜK barındıran kıldan köprüden soluksuz geçemiyor.
Herkes sınavı birbirinin. Herkes herkesi eşit sevemez, güvenemez, zorlamak anlamsız.
İçine göm sözcüklerini.Samimiyet arama. Dürüst değiliz çünkü:
Kendimize saklıyoruz gerçek duygularımızı da..
İncinmeyelim, refüze olmayalım, kırmayalım, uzatmayalım, o yaptı ben yapmam derken..
Köprüye köstek olan ayağa dolanan ya da sarpa saran şeyler var önceki savundukları ya da dediklerine ters düştüğü için gizli kapaklı, çifte standartlı, işinize gelirse, kabul mü?
Değilse akla hayaline gelmemiş şeylerle suçlanabilirsin, onurun da zedelenecek.Duymayacaksın.
Sabredeceksin. Sınavdan on tam puan alacağından eminken, en yüksek puanı hiç çalışmamış işi gücü kopya olan bi başkasının aldığını duyduğunda hissettiklerini hissedeceksin, boğazın düğümlenecek ağlayamayacaksın, lanet edeceksin hocanın seni anlamayışına, kıyaslama kendini sakın bu yüzden yapma bunu kendine!
Sakın unutma bir gün hakkını alacağın, hep iyilerin kazanacağı öğretildi sana ve buna umut denildiğini öğrendin büyüyünce..en büyük işkence bu.
Elimi uzattığım her şey uzaklaşıyor gibi, kaybetmekten korktuğum her şeyi kaybediyorum..
ya da ben vazgeçiyorum.Buz kesip. Çözüldüğüm an geri dönüşü yok.
Bi küçük eylül meselesinde son sahnede tam ellerini tutacakken adamın sularda kaybolması gibi,
karayı görmeden boşa kulaç atmak yüzdüğünü sanmak ama dibe, en dibe batmak gibi..
Herkesin kolları aynı güçte değil..
Ben çok yorgunum artık.
Egom karşımdakine verdiğim değerden yüksek değil, olursa ben ben olmam, insan olma mücadelemi kaybederim...
O yüzden bu kadar kolay beni incitmek, ben veriyorum ellerimle bütün gerekenleri.Benim hayatım, benim kurallarım, benim seçimlerim, ben saygı duyuyorsam saygı beklerim, egoistlik yok benim dünyamda.
Vefa var, sabır var, emek verdiğim her şey parçam, fedakarlık var AMA kişiliğimden ödün vermeden.
Hem bu kadar güçlü hem kırılgan olmak nasıl bişey ben de bilmiyor ama yaşıyorum.
Bizden ne beklenildiğini bilsek ve hep bunu yapsak nasıl mutlu eder sevdirirdik kendimizi herkese dimi yalakaların başarısı bundan olsa gerek? Ama bi robottan ne farkımız kalırdı?
Dost acı söyler ,hep duymak istediğimi söylüyosa bi beklentisi vardır, asla yalaka olmadım, sevmem de. Yanılmadım yanılmam bazı konularda. Nefret ediyorum haklı çıkmaktan, geleceği görmekten, şaşırmaktan da keza. Gene bildiğimi okuyacaksam da diğer pencerelerden de görmek isterim tablomu. Kendimle yüzleşmekten korkmuyorum çünkü. Kusursuz olsaydım keşke ama olamam.
Bir yalanla ve önyargıyla başedemem. Edemiyorum ama kabullenemiyorum da
kendimi ifade edemedikçe deliriyorum hazmedemediğim bundan ibaret. Başka hiçbirşey değil.
Başka birisi daha hünerliyse bittin. Mağdur edebiyatı hep galiptir. Mağdur edebiyatı hep galiptir.! ve ben bundan tiksiniyorum.

2 Eylül 2016 Cuma

Bir Yer Söyle Bana!

Kültablasını baş ucumda unutup uyumaktan,
Soğumuş kahve tadından,
Cigaranın ağızda bıraktığı kuruluktan,
Ağlarken birinin yüzüme bakmasından,
Tükenmez kalemlerin, tükenmesinden,
Çalışmayan iki prizin en az birinden,
Aylık kadın dergilerinin yüzde seksenini kaplayan cinsel tavsiyelerden,
İş görüşmelerinin gerginliğinden,
Eski ve sevimsiz bir tanıdığı yolda görüp “görüşelim bir gün” diyerek gülümsemekten,
Abartılmış hayat hikayelerinden, Kusmaktan,
Ve elbet aynalardan,
Küfür etmenin de bir dua ediş biçimi olduğunu kabullenmeyen insanlardan,
Günah sayılanlardan, Ahlaki değerlerden, Toplum kurallarından,
Kırmızı ışıklardan,
Hala cüzdanımda duran fotoğraftan, Kartvizitlerden, Konuşmaktan,
Medyanın en çok sosyal olanından,
Başbakandan, İtiraz edilmemiş haksızlıktan,
En yakın arkadaşlarımdan..
Eski sevgili saçmalığından,
 Ezberlenmiş telefon numaralarının acil bir durumda akla gelmemesinden,
Ya da hiç acil bir durum olmamasından..
Çıplak gömülecek olmaktan, Kefenin beyaz olmasından,
Su damlatılan toprağın çamur halini almasından,
Sonbahardan..
Annemin benimle soru sorarak konuşuyor olmasından,
Evden kaçan kızların, özgürlüğü bir adamın koynunda aramasından,
Yalandan…
İhanet etmeyi beceri sanan yavşaklardan,
Bu dünyanın yaratılış amacından,
Kul yaratmanın, ego tatmininden daha fazlası olmadığını anlayamayan embesillerden,
Kullarımdan ve kul olduklarımdan,
Sezen Aksu'nun şarkılarından,
Cemal Süreya şiirlerinden,
Yani ritimlerden, kelimelerden..
 Kaçıp kurtulabileceğim bir şeyler söyle bana..!!

..

Herkes birbirini bitirir.
Özellikle aynı yere, aynı eve, aynı barakaya konmuş zorunlulukların bir arada tuttuğu insanlar. Karşılıklı bir tüketme, bir tür yok etme işlemidir bu.
Ölümcül bir dezenfeksiyon.
Şaşacak bir şey yok.
Yüzme bilmeden suya atılmış insanlar birbirlerini boğarlar. 

Yeni Yalan Zamanlar, İnci Aral

1 Eylül 2016 Perşembe

Eylül..

Eylül’dü.
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu 
Eylül’dü.
Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan
Ellerin kadar ıssız
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz
Eylül’dü.
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ
Gözlerini sildi zaman
Dedim ya… 
Eylül’dü
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin


13 Ağustos 2016 Cumartesi

BAK HAYATINA!

Bi yere değdi elim tam da yatacakken.. dehşete düştüm, soğukkanlılığımı ve tüm sabrımı kaybettim, bir defa da ben içimde tutmamaya karar verdim.
Bişeyler olduğunun farkındaydım ama yakıştıramadım. Yoo baktım da yanılmışım, evet olmuş, yakışmış özün neyse sözün o olmuş sonunda. Mayan neyse kabaran o. Çok yazık böyle geçen ömre. Nefretle, öfkeyle, uykusuz, senaryolar yazarak. Başkalarının ütopyasına hayatına ahlakına kadar dil uzatarak..Huzursuz etmeyi kar sayarak. Çirkinleşerek.
Peki sana ne? A pardon bir kafileleri varmış koyun sürüsü malum, atıp tutup yargılayıp topluca sorular sorup ceza kesiyolarmış kendilerince ve %100 doğru onlarınkiymiş, sorsan hiç umurlarında değilmiş kimse, adını anmasınlarmış, ama topluluk bunun için var, tezat nası?
Kimse mükemmel değil elbet olmak zorunda da değil, hatalar yapıyoruz, yapacağız da ve ders çıkartacağız bunlardan, herkes kendi yaşadığını bilir ve bundan mesuldür ona da eyvallah.
Her başlangıç bir son barındırır içinde. Yeni bir başlangıç barındırır her son da.
Bir biçimde yollar ayrılır, başka bir tesadüfle de başkaları ile birleşir..
Bir yoldan çıkmışsanız dönüp ona bakmamalısınız artık. Asıl sınav bundan sonra başlar çünkü.
Anıları ve sıfatlarınızı geçmişe saygıyla teslim edip kendi yolunuza gidersiniz. Kimse sonsuza dek size ait kalmaz. Sahibi gibi davranmaya son vermek zorundasınız. Hele kendinizden bi güzel soğutup üst üste hatalar yaparak ayrılmış, yaka silktirmiş, birkaç defa şans elde etmiş aynı yere dönmüşseniz, zamanında var olan hiçbir duygu sıcak kalmaz. Yerin burasıdır.  Ama "Ölüler çok kıskançtır" der orada, ne haklıymış..Sudan çıkmış balık olursunuz ilk zamanlar, eyvallah ama o çamurlu sularınızda boğamazsınız kimseyi. Geçmişin hesabını, geçmişte verilen sözleri, duyguları ajitasyona bağlayarak hatırlatmayı bi yerde durdurup içinizde yaşayıp bitirmelisiniz. Kendinize saygınız, verdiğiniz sözler çok daha ötedir çünkü hepimiz sınavdayız ve sınanıyoruz birbirimiz ile..
Aksi halde güzel bir anı bile olamazsınız, buz olur duygular, sonra buhar olur gider. Şerefi, hayatı, doğruları, haysiyeti ile alakalı söylediğiniz her bir kelimede kaybedersiniz kalan kırıntıları bile.
Sizin kadar sevmemiş de olabilir, aşk hiçbir zaman iki tarafta aynı anda bitmez der bir kitapta,
ama bittiği an herşey son bulur. Demem o ki adabı vardır sevmenin de ayrılığın da!

Zor sığdırdım zaten..


Okuyorum ama yazamıyorum,
                                       duyuyorum, ama konuşamıyorum..
Bazen kendimi aniden dilini hiç bilmediğim bir ülkeye atılmış mülteci gibi hissediyorum.
Anlar gibiyim, vücut dillerinden de anlıyorum, ama anlatamıyorum..
Görüyorum, hissediyorum.
Gözlerimi kapatıyorum ya da kaçıyorum.
Duymazdan geliyorum, bilmezden geliyorum.
Sırf kabullenmemek adına, bana söylenen en ufak yalana bile katlanacak gücüm yokken
kendimi inandırmaya zorluyorum göre göre.
Hiçbişey göründüğü gibi değildir.
Aslolan size söylenenlerdir.
Yalanın tanımı da farklı artık.
Binbir kendimi ikna ve telkin cümleciklerim var benim.
Güven tek kullanımlıktır çünkü ve ben bunu harcamak istemiyorum.
Henüz kredim bitmedi.
Henüz...




















Belki ben yanlış biliyorumdur değil mi?
Şüphesiz.
Her zamanki gibi.
Belki de hiç bilmediğimi sanıyorlardır. 
Ama

Belki de onlar yanlış biliyor?..

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Keşke ismim Iris olsaydı, keşke ismim herkese sarı yağmurluğuyla koşan hayatı anlatsaydı..

ben ne zaman öleceğim tanrım? sabah olunca mı ?keşke birkaç dakikayı ipek mendillere sarıp saklasaydım ..
Şu an aklımda her bir satırı çınlıyor bu şiirin, Ah'lar ağacı..yok yok Iris'in Ölümü..   
Boğazım düğüm düğüm oldu, yine keşke sabahı görmesem dediğim gecelerden birini yaşıyorum..
çok uğradım haksızlığa evet, herkes kadar belki, belki de daha fazla..
hem de kaldırabileceğimden çok fazla. 
Zayıf omuzlarıma kaldırabileceğinden fazla ağırlık yükledi hayat en büyük desteğimi alması ile yaslanabileceğim..
Ben tek başıma ayakta durmayı öğrendim düşe kalka, bana tutunup ayağa kalkan kimseyi tutup devirmedim de, sımsıkı sarıldım, ben merhameti insanlığı sevgiyi desteği öğrendim, kaybetmeyi de,düşe kalka, kıra kırıla,öğrendiğimi zannetsem de görüyorum ki olmuyor, güven sağlayamıyorum..ağzımdan çıkan her söz bana ok olarak çok geri döndü evet, ben de bilmeden birilerinin yarasını sızlatabiliyor olabilirim ama isterdim ki sadece buna güvenilsin, kimin yarası nerde saklı bilemeyiz ki,tıpkı benim güvenip öyle demek istememiştir, sakinleşince düzeltiriz, asla kaybetmek istemez, bana çok değer veriyor vermese.. gibi sonsuz güven ve kredi ile karşılamam gibi her bir kalbi..
Ne aptalca değil mi? Zor anlıyor olabilir miyim acaba ben ?
Bu güçlü kız imajını kim yükledi bana biri anlatabilir mi? Hiç diyeceğiniz, söyleyeceğiniz sözler ağzınıza tıkıldı mı, hiç merak bile edilmedi mi acaba ne diyecekti diye, yanlış anlaşıldığınızı anladığınızda siz çırpınırken bunun hiçbir anlamı olmadığı oldu mu hiç? Sen sus ben anlatıcam ben anlayacağımı anladım diyen birine ne diyebilirsiniz?
Peki siz dilinizden dökülmek için sıktıkça fışkıran ,bastırdıkça azan onca sözü nasıl zaptedersiniz?
Etmelisiniz.. eğer kulaklar sağır gözler körse size.

O zaman anlarsınız belki beni?Belki tek bir kişi..hm?
bazı şarkılar vardır kanatlarında yağmuru taşıyan kelebeği anlatır kırmızı bir çakmak gibi neşeli ölmek olurdu o şarkının adı ardında yalnızca nemli sigaralar bırakmanın acısı keşke ismim iris olsaydı ..keşke ismimin bir anlamı olmasaydı _
herkes çıkarsın kalbini o çirkin mücevher sandığından ve herkes onu birbirine fırlatsın tanrım 

9 Ağustos 2016 Salı

Eski Sevgililer Müzesi..

Ya rabbi!
Bugünün özel bir gün olduğunu daha gün başlamadan gördüğüm kabustan bile anlayabilirmişim aslında.
Yazık ne ben anlayabildim ne de sevgili anlatabildi bugünün neden giderek birbirine benzemekte olan günlerden daha farklı olduğunu.
Neden bu kadar güzeldi sevgili? Sordum söylemedi ama ben anladım;
sevgili bugün en güzel haliyle ölmeyi istedi...
Şimdi kollarımın arasındaki kadın içimi acıtacak kadar güzel.. 
bir kenara fırlatılamayacak kadar masum, insanın kendinden utanmasını sağlayacak kadar kusursuz ve güneşi kıskandıracak kadar aydınlık.
Ne var ki bir cesetten fazlası değil artık..
Kollarımın arasına alıp onu götürmekte olduğum yer onun için bir son durak olacak.
Benim için de bir son durak sayılabilir aslında;sonsuz yolculuğumun sonlu sayıdaki duraklarından muhtemelen sonuncusu.
Hayatımı kendi elimle sona erdirip sonsuza dek onunla kalmayı başarabilir miyim?
Şimdi zaman ne gece ne gündüz...Zaman kavramı dahi çok yabancı sevgilinin son durağı için.
Biz şimdi geçmişte kalan anıları bulmak için geleceğe gidiyoruz eski sevgililer müzesine...

İhtişamlı bir kapıdan geçip o büyük salona vardığımızda...
Ah hala unutmamışım!
Burada kalabilsem Tanrım
Sonsuza dek burada  kalabilsem eski sevgililerin her biriyle bir sonsuzluk boyu mutlu olabilsem 
ne olurdu?
Tek tek bakıyorum her birinin büstüne, aslında her biri bir tanrıçadan daha unutulmaz.
Her birinin putları dikilmiş yerlerine ve tüm güzellikleriyle yeni rakibelerini seyretmekteler.
Buraya her gelişimde yaptığım gibi eski sevgililere vakit ayırmalıyım biraz,
ölüler inanın ki çok kıskançtır.!
Eşinin ardından birkaç ay bile dayanamayan insanlar gerçekten de üzüntüsünden mi ölüyor sanıyorsunuz yoksa?
Hayır eşinin ruhu çağırıyor onu yaşamını kıskanıyor canını çekip alıyor yerinden.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...