28 Eylül 2013 Cumartesi

The Police - Every Breath You Take


Aldigin her nefeste 
Her hareketinde 
Kopardığın her bağda 
Her adim atisinda 
Seni izliyor olacagim 
Her bir gun 
Soyledigin her kelimede 
Oynadigin her oyunda 
Her gecende 
Seni izliyor olacagim ..

Göremiyor musun 
Sen bana aitsin 

Her adım atışında benim zavallı kalbim nasıl da sızlıyor 
Her hareketinde 
Her yeminini bozduğunda 
Aldatici her gulumsemende 
Seni izliyor olacagim 

Since you've gone I been lost without a trace 
I dream at night I can only see your face 
I look around but it's you I can't replace


27 Eylül 2013 Cuma

Etme...



Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.

Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.

Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için...
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.

Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.

Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.

Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.

Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.

Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme
Mevlana Celaleddin Rumi

26 Eylül 2013 Perşembe

Aşk..

Tam ben yazsam bu kadar olur dersiniz ya, öyle bir yazı kaleme almış Aret Vartanyan..
Çok şey yazasım var aslında bu ara ama boğazımda bi düğüm..engel oluyo bana..
Tam mucizelere inanacakken, betona çarpmak hayatın ta kendisi değil mi?

Aşk her şeydir de, bir insana aşık olmak nasıl farklı bir tat katar yaşama...
Siyah beyaz karelerin içine renkler düşmeye başlıyor. 
Hayatın tekdüzeliği kaybolurken, her sabah kelebekler uçuyor yüreğinde. 
Telefonun her titreyişinde kalbinin sesini duyarken, minik bir dokunuş hayallerini süslüyor. 
İlk dokunuş, ilk temas, ilk öpücük,... 
Paylaşılan ilk şarkılar, ilk dans, ilk olan birçok şey... 
Yaşı yok, yeri yok, zamanı yok... 
Günün getirdikleri, yaşamın kuralları karışana kadar ne kadar güzel her şey. 
Korkularımız, geçmişimiz, çevremiz yavaş yavaş kirletiyor aşkı. 
Aşka aşık olmayan, aşkı nasıl yaşar ki? 
Aşkı kurallarla yaşamaya çalışan, yüreğini dizginleyen, aşkın tadını nasıl alabilir ki?

16 Eylül 2013 Pazartesi

Birinin Kadını Olmak..

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!
Biraz korunmak, biraz şımarmak...
Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak,
belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek,
Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun,
sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!
Neden mi?

Herkesin eli tutulmaz,
herkesle film seyredilmez,
herkesle çekirdek çitlenmez,
herkesin kadını olunmaz da o yüzden!
İçinden gelmeli...
Hücrelerine kadar hissetmeli, dna larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun!
Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar...

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!
Sabahları uyandığımda “günaydın sevgilim” mesajları görmek istiyorum telefonumda.
Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. 
Özlemek istiyorum birini.
Dayanamamak istiyorum!
Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara...
Gülümsediğim için daha çok çalışmak...

Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, 
hiç sevilmediğim gibi...
Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!

Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum “neredesin” diye,
“Hımm kim aradı bakayım” diye! Ben sormam ama, korkmasın.
O sorsun!

“Biliyo musun ne oldu?” ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana..:(
 Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar.
Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur.
Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte."Ya evet çok mühim bir şeyler olmuş" falan desin bi de sonunda..

Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde birinin elini tutup gezemem mi?
İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?

Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olurmuydum?
Hiç sanmam! 
Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok. .

Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz! 
Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak...
 
Çekirdek mutlaka olsun!

Keşfedilmemiş günahlar..



Muhteşem limanlardan ayrılıyoruz
Yüksek tepelerden atlıyoruz
Issız adalarda yasak meyvelerden yiyip
Keşfedilmemiş günahlar buluyoruz
Sonra beraber olsak diyoruz
En ufak tebessümden yüz buluyoruz
Her yere kiraz ağaçlarından
Pembe karlar yağdırıp
Affet diye yalvarıyoruz
Sonra yine yine aldatıyoruz
--
Bir vardın sonra bir yoktun
Masalları çoktun hep oynuyordun
--
Oysa nede çok sevmiştik
Oysa yine söz vermiştik
Bu son artık dayanamam
Bu yara artık durmadan kabuğu koparılan
Ve kanayan..

13 Eylül 2013 Cuma

Kelebeğin ömrü...

Kendinizi hayatın akışına koşturmasına öyle bir kaptırırsınız ki bazen, bu paradoksta kaybolursunuz..
Başta olmazsa olmazınız olan bir sürü şeyi bulamaz ama alışırsınız..normali buymuş gibi..şikayet etmeye sızlanmaya devam etmeniz durumu değiştiremeyecekse kabullenirsiniz..kaybolan yıllarınızdır, umutlarınız beklentilerinizdir, görmezsiniz..
Öncelikleriniz hiç siz olamazsınız ,yasaktır. 

İşinizdir,kariyeriniz,çocuklarınız, sorumluluklarınız,yani  neyiniz varsa onu sizin önünüze geçirirsiniz herkes sizden bunu bekler zaten .Görevinizmiş gibi.
Ve kozanıza kaçarsınız bir daha çıkmamak üzere..

Ama bir gün gelir sığamaz olursunuz o sıkıştığınız daracık dünyaya.

Bir tek gün bile olsa yaşamak kanat çırpmak hiç olmazsa boğulmamak istersiniz..
Çıktığınızda hala tırtıl sanarsınız kendinizi ama sizi kelebek gören biri gelir,

sizi inandıramaz bir türlü önce ,bir ayna tutar sonra sizi güzelliğinize ve kanatlarınıza inandırmak için:)

Ve o kalan bir tek gününüz onun ellerinde son bulsun diye, kanat çırparsınız aşka...

 Bak, ipekböceği kozadan çıkarken alın teriyle ördüğü ipeği yırtıp parçalar.
Bu yüzden çiftçiler ya ipeği seçerler, ya ipekböceğini..
 İkisini birden koruyamazlar.
Çoğu zaman ipeği kurtarmak için ipekböceğinin canını alırlar.
 Bir tek ipek mendil için bilir misin yüz ipekböceği can verir?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...