10 Kasım 2013 Pazar

Büyümedim...henüz..

”Eninde sonunda yalnız, yapayalnız olduğu gerçeğini kabullenemiyor insan. Büyüdükçe kabullenirsin dediler, yolun yarısını geçtim nafile. Sırtımı yasladığım sırtların çekilmesi, elini tuttuğum ellerin kayıp gitmesi, yüreğimin ellerimde kilitli kalması.
Her şeyimle kucaklanmayı beklerken yaşadığım hayalkırıklığı, çocukken yaptığın resmi akşam eve geldiğinde babama göstermek için bekleyip sonra da onun hiç ilgilenmemesi gibi…
Yüzüme atılan gülücüklerin sahteliğinden, seni olduğun gibi sevdiğine inandıklarının bile sırtını dönmesinden yorgunum artık.
Ringde ciğerlerinden kan gelen boksör misali hayat bir yandan, o bir yandan, bu bir yandan… Her insanın bir miladı varsa bu kaçıncı milad.
Bu gece kendi sessizliğimde boğuluyorum.
Bir gömlek, bir ceket çekip gitmek, bilmediğim sokaklarda kaybolmak, belki de kendimden kaçmak, hiç olmak…
Yine bir milad, yeni bir milad.
En zoru bilirsin artık bugün dün, dün bugün gibi olmayacak artık.
İçini yakanlar anlamayacaklar bile ne olduğunu, seni yokederken anlamadıkları gibi.
Bir an ki, her şeyin koptuğu, köprülerin yakıldığı.
Anlaşılmaktan vazgeçtiğin, kendi bedenini bile bırakıp gitmek istediğin… Sabah olmasını istemediğin saatler…
Belki de gerçekten güçlü olacağın an, gerçeği kabul edip, yalnızlığına sarılıp, beklediklerinden vazgeçtiğin an olacak.
Gel gör ki henüz o kadar büyümedim ya da az kaldı.”

4 Kasım 2013 Pazartesi

Kibir...kadını yaralar, erkeği öldürür:)

Birşeyler yaşarsınız.. kimine göre aşk, kimine göre saman alevi.. sizin ne yaşadığınızı yalnız "siz" bilebilirsiniz..,ama onun içte ne yaşadığını gene siz bilemezsiniz.
Her insan bir kapalı kutudur çünkü, pandora gibi içinde taşır kötülüğü de, güzellikleri de..size ne saçacağını bilemezsiniz. Seni kaybetmekten ölesiye korkuyorum derken.
Bir anda tansiyon yükselir, ipe sapa gelmez şeylerle ummadığınız sözler duyarsınız, söylersiniz, birbirini duyamazsınız ve sözlerinizin keskinliğini hesaplamadan savurdukça sonunda bir bıçak tam şahdamarınıza gelir ve sizi ayırır aniden.

Sözde eğlencenin dibine de vursanız yastığınız ıslanacaktır. Hep keşke leriniz olur. 
Keşke dinleseydim, keşke bekleseydim, keşke sakinleşseydik, ikinizin de canı acıyosa ,kırgınsanız ve haksızlığa uğradığınızı düşünüyosanız ayrılık rahatlatmaz sizi ama olan olmuştur. 
Sizi yeniden kıracağından korkuyorsanız asla geri adım atmazsınız, ya da istemiyorsanız, kafanız rahatsa.
Okuduğum bir kitapta "aşk asla iki kişide aynı anda bitmez" yazıyordu...önce sizde bitsin istersiniz ve bunu göstermek için  bişeyler yapmanız gerekiyormuş gibi davranırsınız, dağıtırsınız ya da tam aksi içe dönersiniz kozanıza kabuğunuza herneyse oraya kaçarsınız...
İşte böylece;
Ayrılıktan sonra dönemi başlar, hayat elbette bir gün normale, ondan öncesine dönecektir ama buhar olup uçmaz bir gecede duygular.. ve hep dediğim gibi, işte tam da bu ayrılık sonrası yalnız ayağa kalma dönemi asında sizin gerçeklerle yüzyüze kaldığınız dönemdir..
ya kaybettiğiniz insanın büyüklüğü karşısında acınız dayanılmaz olur,kalbinizde unutulmaz bir anı haline gelir, bir başyapıt olur her gece uyumadan önce bir damla gözyaşıyla beslediğiniz, zor susturursunuz kendinizi belki de bir gün susamazsınız...ya da tam aksi aslında aşkın perdelediği gerçekleri fark eder sizi nasıl yanılttığı, bazı şeylere nasıl sağır ve kör olduğunuzu apaçık gösterir ki en acısı da budur.. ama o zaman başyapıt olabilecek bu okunmuş kitabın aslında hiçbirşey anlatmadığını, bir ilizyondan ötesi olmadığını farkedersiniz... her sayfası aynıdır, her okuyana verecek, gösterecek başka bir sayfası olamadığı için. 
İşte bu yüzden küllerini savurursunuz bir an önce acımasızca, öfkeyle.. onun sıktığı palavralar, büyük sözler gibi...Eski onu tanıdığınız, sevdiğiniz, o sihirli haline dönemezse sizi ona tutkuya bağlayan, hayranlık ve merak uyandıran,ona olan tüm saygınız ve ardı sıra sevginiz yok olur, acınız önceleri katlandıkça katlanır ama pişmanlık yok olur. Onun avına ürkütmeden akıllıca yaklaşan et peşinde bir avcı olduğunu görürsünüz geçte olsa çünkü.. kendinizi minicik hissedersiniz, öyle aptal,öyle korunmasız..sonra yalanlarını fark edersiniz bir bir en basit şeylerde bile. E hani sen...? dersiniz ama ona duyurmadan .Kendinizi susturacak kadar güçlüsünüzdür artık.

Bazen gücünüz tükenir, o boşluğunuzu farkettiği an kapıyı zorlar, açılmayınca çirkinleştikçe çirkinleşir..hep iyi ki dedirtir..yeminlerle gelir, sözlerle döner ve yolda bozar sözlerini daha..
Belki de siz acımasızsınız? aslında o yaralı bir hayvan gibi acısıyla bir çok saçma şey yapıyordur.
Ama bunu gören kişinin ona zerre saygısı sevgisi kalmadığını,pişmanlık ve duyduğu özlemin yerini "iyi ki" lerin aldığını, er ya da geç fark edecektir.. ve en acı ayrılık, birinin içinde tamamen ölmektir..

 ‎” Nefret etmeyin;Nefrettaşınmayacak kadar ağır bir yüktür. ” der Martin Luther King


Dut yapraklarının üstünde dolaşan tombul tırtıllar, vakti geldiğinde, bir dala tutunup bir koza örerek kendilerini bu kozaya hapsederler, sonra o kozanın içinde bütün varlıkları erir ve ancak doğanın bildiği bir sihirle eriyen o varlık yeniden biçimlenir, koza yırtıldığında bir kelebek çıkar içinden...

Erkeğin kibriyle yaralanan kadın da kendini kendi hücresine sakladıktan sonra orada ruhu erir ve o hücreden intikamını almak isteyen soğuk ve öfkeli bir kadının ruhu çıkar.Bir tırtılın bir mucizeyle bir kelebeğe dönüşmesi insana nasıl inanılmaz gelirse seven bir kadının intikam almak isteyen bir kadına dönüşmesi de o kadar inanılmaz gelir.Aynı bedende ortaya çıkan iki kadın birbirinden öylesine farklıdır.
Önce sesi soğur.Erkekle aralarındaki bağı bir daha geriye dönülmez biçimde zedelemeden önce o soğuk sesiyle bir kez daha erkeğe kibrinden vazgeçmesi, onun hayallerine dönmesi için seslenir.

O sıradaki sesi, gerçekten hem ürkütücü hem de çok üzücüdür.Neredeyse metalik vurgularla kurulan cümlelerin altında "yapacağa şeye" engel olması için bir yakarış saklıdır aslında.Çünkü yapmaya hazırlandığı hareketin, bütün hayalleri ebediyen yok edeceğini bilir.Erkek bu sesi duymadığında, kendini ve erkeğini hayat boyu yaralayacak hamleyi yapmak için yola çıkar.Hemen hemen her konuda çok karmaşık duyguları, olayların her türlü ayrıntısını tek tek fark eden büyük bir algılama yeteneği olmasına rağmen kadının intikamı genellikle tek ve basit bir hamledir.
Kalabalıkların önünde yaralanan kadınlar ise intikamlarını kalabalıkların önünde alırlar.

Ondan sonra ağlayan, yakınan, söylenen,Victor Hugo’nun deyimiyle "sevilmediği için bayağılaşan" erkekler görürsünüz.

Böyle bir darbe aldığında ağır biçimde yaralanmayan bir erkek yoktur.Ve, bu darbe bir erkeğin kendi varlığının çevresinde oluşturduğu parlak zırhı parçalar, onun altından onun varlığının özü çıkar.Sanırım bir erkeğin nasıl biri olduğunu en iyi bu zamanlarda anlarsınız.En derininde gizli olan, bir ceset gibi suyun yüzüne vurur.Bayağılığı, çirkinliği, güçsüzlüğü, ucuzluğu ya da tam tersi soyluluğu, gücü, zarafeti böyle zor durumlarda anlaşılır.Erkeklerin aralarındaki farkları onların acıyı taşıma biçimlerinde görürsünüz.Çünkü o pençe ruhlarına yapıştığında hiçbiri kendini saklayamaz.....

Şuradaki yazımdan alıntı.

Dev gibi bir acizlik, cüzi kibir perdesi ile örtülemez ...

Acizlik ne demektir bilir misiniz?
Kelime anlamını aşağı yukarı bilirsiniz,ama benim gördüğüm en güzel tanım şu:
Acizlik, acınacak halde olan insanların çaresizliğidir...

Yıllar önce okuduğum bir kitapta, şiddete başvuran insanların ,çaresiz kaldıklarını hissettiklerinde,
başka hiçbir biçimde başa çıkamayacaklarını düşündükleri duruma, varolan son şeylerini, 
güçlerini kullanarak müdahale etmeye şuursuzca girişimleri olduğunu yazıyorudu..
Tam böyle anlatmıyordu kitap tabii ama bu benim acizliğim, benim şiddetimse dilim!

Canım yandığı anda, ne desem karşımdaki bunu anlamadığında, hele de içinden cımbızlayarak kelimelerimi çarpıtıp yanlış  anladığında,yani her şey üzerime geldiğinde,
benim başvurduğum ama yapmadığımı sandığım..hangi kelimemin cümlemin karşımdakini yaralayacağını kestiremediğim şiddetim bu dilim..zehir dilim...

Haklı da olsam haksız da, yaraladığım insandan çok daha fazla kanama sebebim...ama en üzüldüğüm kahrolma noktamsa o dereceye gelene kadar içime çok atmış, çok sabretmiş,çok umut etmiş olmam..
Ama aldığım her tepki ilk an "az bile söylemişim sana, benim söylemediklerimi de anlaman gerekiyordu
,ben bunu mu dedim şimdi,pes..hakettin! bla bla bla..." dedirtse de...susmaya devam etmiş olmayı dilerdim,
ben acısam da acıtmamayı...Hacı Bektaşi Veli, İNCİNSEN DE,İNCİTME!! demiş...

Herkesin karşısındakine acı çektirme yolu farklı, herkes öldürür ya sevdiğini..benim anlamadığım dilde yapıyo karşımdaki insan. Ve beni nerde bulacağını biliyo ama benim böyle bir şansım bile yok..ne düşündüğünü gerçekten bilme şansım.. Onca zaman susup sabretmişken..keşke başarabilseydim yine.. ah keşke...uyuyan yılanı uyandırmasaydı zorla..
çok uzun zaman oldu kendimi kendi kelimelerimle anlatmayalı di mi, çünkü halim yok...ama biri değerse yarama yazıyor,yazıyorum, kusuyormuşum..:(

Şimdi al o eğmediğin başını, yenemediğin kibrini, ne halin varsa gör bakalım küçük hanım...Selametle.
Haa ama sen de!! Bir kere olsun büyüklük sende kalmasın,olgunluk yaşla mı, çocuk gibi davranmaya devam et..
Ama kendime acıdığım kadar acıyorum sana da, çok daha fazla hatta.
Böyle olur devlerin vedası..:(



İlk tanıdığım ve sevdiğim şairdir Ümit Yaşar Oğuzcan, çünkü onun şiirlerinin bir tek hedefi vardır,kavuşamadığı aşkı Mihriban ve ona yazıp göndermediği şiirleri..Mİ diye biten şiirleri vardır...
Benim çaresizliğim acizliğim için de yazmış...kelimesi keslimesine,ben yazmışım gibi..

çaresizliğin en amansız olduğu yerdeyim şimdi
ilk defa sevmenin tarif edilmez korkuları içindeyim
uykusuz gecelerin yorgun sabahlarında seni düşünüyor
ve korkularla yine sana doğru koşuyorum
hep aynı soru düşüncemde ya severse?
o zaman neler olabileceğini düşünmek korkutuyor beni
ilk defa yenileceğimi anlıyorum
karşımda kendinden emin gözlerin, dudakların, ellerin bunu söylüyor bana
seni tanımadan geçen bütün yıllara lanet ediyorum
önceleri hiç bilmediğim adını, şimdi binlerce defa tekrarlıyor dudaklarım
gün oluyor bir tabloyu seyredercesine mutlu heyecanlarla doluyorum karşında
gün oluyor eski bir yunan heykelin ölümsüz güzelliğiyle büyülüyorsun beni
gözlerin gözlerime takılınca güçsüzlüğüm aklıma geliyor
beni sevmediğin sevmeyeceğin
o zamanlar öylesine yıkılıyorum ki bilemezsin
insan nasıl gökyüzüne baktığı zaman
bu sonsuz evren içinde küçük ve çaresiz bir yaratık olduğunu anlarsa
güzelliğinde bana aynı şeyleri düşündürüyor
gün oluyor mavilerde, gün oluyor kırmızılarda, gün oluyor karalarda yaşıyorum seninle
dudaklarında çıkan her kelime suya bir taş atmışçasına büyüyor içimde
nereye gitsen kulaklarımda o yarı karanlık çocuksu sesin
sonra kendine has kokun, kokuların en çıldırtıcısı, en tahrik edicisi
ve gözlerin..
esmer bir akşamüstünün serin hüznünü getiren gözlerin
görebildiğim, duyabildiğim her şey bana seni sevmeyi söylüyor
uzaklaştıkça yaklaşıyor uzak
işin en kötüsü yaklaştıkça da uzaklaşmaktan korkuyorum
belki hiçbir zaman sana seni sevdiğimi söyleyemeyeceğim
ne sana nede senden başkasına...
düşün ki çoğu zaman kendime bile söyleyemiyorum
sanki söylediğim anda her şey bitecek ve bu emsalsiz büyü bozuluver ilecekmiş gibi geliyor
bir insanın kendini aldatması ne güçtür bilirsin
bu sevmek korkusunun aslında çok sevmek olduğunu biliyor fakat anlatamıyorum
galiba asıl korku sevmek değil onun arkasına gizlediğimiz sevilmemek korkusu
küçük aldanmalarla kendimizi avutmaya çalışıyor
düştüğümüz bir çıkmazda bir teselli arıyoruz kendimize
belki de aynı korkular içindeyiz seninle, bir birimizden haberimiz yok?
sevmek
seni alabildiğine sevmek..
hiçbir şeyi umursamadan, bütün karanlıkları hiçe sayarak sevmek
tutmak ellerinden, o derinlere inmek, gitmek oralara, o yerlere
orda hep sen olmalı, seni yaşamak ve olduğun yerde bile
seninle sensiz olamamak
sonrada sensiz edemediğimi, edemeyeceğimi söyleyememek sana
susmak
susmak
korkudan ölünceye kadar....

2 Kasım 2013 Cumartesi

Sen Bitti Zannet...



Sen..bitti zannet..
çoktan herşeyi unuttum zannet
senin gibi ben de
dünyanın seyrine kapıldım zannet

oysa bir daha
eski neşemi hiç bulamadım
aşk oyununda
kalmadı o eski inadım

senin olmaya alıştırdın beni
unutulmayı öğretmedin bana

ben hala sana ağlarken
hala yasımı tutarken
bir başkasını nasıl severim
bu yorgun kalbimle

her gece hala bu evde
senin sesini duyarken
bir başkasını nasıl isterim
bu anlamsız halimle
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...