Biraz yorgun hissediyor olabiliriz.
Ama biliyorum sabaha kalmaz gelir kaybettiğim her ne varsa..
Pil bile bitiyor değil mi?
Ps: mobil yazmak ne zormus😪
22 Mayıs 2017 Pazartesi
21 Mayıs 2017 Pazar
Sevgili'm diyorum..
Denizin en az yeri bir köpüğü başlatıyor
Yürüyorum kumların çakıllarin yanı sıra
Yüreğimde bir sancı keskin bir akasya kokusundan
Avuçlarımda bir yanma
Büyüyen bir ürpertiyim sanki, kayıp gidiyorum üstünde sabahın
Oldu olacak
Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize
Ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden
Bir çocuğun gülüşü gibi
Aşkların, nice aşklarin ayrılık günü gibi
Bir sokağın ucunda kaybolup solan
Daha çok solan, aşkların solgunluğu suyun üzerinde
Korularda yoğun bir erguvan sisi.
Hisarlı balıkçı ağlarını ayıklıyor
Ağları pembeden hüzne giden
Dip sularında mercanlar gibi koyulaşan
Kirpiksiz gözleri böyle daha güzel
Çil basmış yüzünü bütün
Parmakları capcanlı, pavuryalar gibi
Merhaba, desem bir kucak balık atacak önüme
Biliyorum atacak
Böyledir memleketimin yoksul halkı
Bir onlarda rastladım bu cömertliğe
Istavritler kıpır kıpır dibinde sandalının
Balık dedin mi, oynamaz gözleri hiçbirinin, tertemiz bir resim gibi
bakarlar insana
Günlerce bakarlar, bıraksan yıllarca bakarlar belki
Gözlerin gibi senin, yıllardır unutamadığım
Ve bu yüzden olacak düşünmedim şimdiye kadar bir balığın ölebileceğini.
Hızar sesleri geliyor yakından, güneşin döndüğünü görüyorum
Çınar yapraklarının arasında yeşil yeşil
Yeşille sarı birlikte dönüyor
Denize düşüyorlar kırıla kırıla
Bir örtü oluyor düşündügüm her şey denizin ve asfalt yolun üstünde
Gözyaşları bir örtü, onurla cesaret bir örtü
Senin upuzun gövden -kapkara saçlarınla-
Daha da uzun şimdi bir örtü olarak
Denizin kıvrımlarında aşka hazırlanıyor
Göğe düğmeler gibi yapışmış kirazların altında
Yıllar var ki unuttuğumu sanırdım bu örtüyü ben
Sevgiyi bilmezdin de ondan, sevişmeyi bilirdin yalnızca
Birtakım sözler de bilirdin, niye saklamalı, en ustalıklı sözlerdi onlar
Ama bak
Kaybolup giderdi herbiri, karşılaştılar mı bir yerde şiirle
Aslına bakarsan en güzel aldanmaları yaşadık seninle biz
Hatırlıyorum da öyle.
Tepelerde otlar yakmışlar, kuzular dolaşıyor dumanların arasında
Bir kızla oğlan geçiyor, birbirilerine iyice sarılmışlar
Kızın ağzında ince bir dal parçası
Dalın ucunda bir tomurcuk, ağzıyla dudaklarıyla beslemiş sanki onu
Öylesine bilmek istiyorum ki ne konuştuklarını, ama duymaktan
korkuyorum gene de
Söyle, en son nerde görmüştüm seni
Böyle dumanlar vardı gözlerinde, boynunda bir de
Şimdi gene var
Bileklerinde, bileklerinin renginde
Dudaklarında, dudaklarının
Gözlerinin dolar gibi olması renginde ve
Yorgunsan bir kıyı kahvesinde dinlenirkenki
Üşüdügün, başını omzuma koyduğun, sonra elele
Bir aşkı yaşamak, bir aşkınn bilinmesinden bambaşka değil miydi
Ve bu ikisini ayıran duman, yani bir aşkı bizim yapan
Bu dumanların hepsi gibi varsın şimdi de
Acele etme yoksun belki
Ben herşeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki
Ve her şeyin bir bir varolmasına o kadar alışacağım ki
Bilirsin neler için çarpmıyor bir yürek.
Küçüksu çayırını şantiye yapmışlar
İşçiler beton döküyor, demir eğiyor, zift kaynatıyor
Vakit öğleyi geçti çoktan, yemeklerini yemiş olmalılar
Coca-Cola’ya doğrayıp ekmeklerini
İşçilerimiz, yarını kuracak olan işçilerimiz
Ben görür müyüm bilmem, ama kuracaklar mutlaka
Coskuyla çakacaklar her çiviyi, türkülerle dökecekler betonu
Ve onlar
Onlar, diyorum sadece
Bir yolculukta karşılıklı konuşan adamların
Parmak uçlarındaki sigaralar gibi şaşkın
Bilmeden ne yapacaklarını
Anlayacaklar ne kadar güçsüz
Ne kadar zavallı olduklarını
Vakit öğleyi geçti çoktan.
Bir tanker geçiyor şimdi de tam akıntının ortasından
Baştanbaşa gül rengi
Kimseler görünmüyor içinde
Neden görünmüyor, bilmiyorum
Yolcu uçaklarına, yük kamyonlarına, fabrikalara petrol taşıyor
Tanklara, savaş gemilerine, roketlere de
Yılların, yüzyılların
Bitmeyen vahşetini ateşlemek için
Sanki bu yüzden kimseler görünmüyor ortalıkta, utançlarından
Utancı bilerek yaşamak korkunç
Daha korkuncu da var:utancı bilerekten yaşatmak
Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz.
Pembeye dönük bir aydınlık, yağıyor usul usul
Bir poyraz çıktı hafiften, kuzeye çevrildi teknelerin burnu
Ve güneş kaydıkça kayıyor batıya doğru, birazdan kan kırmızı bir gök
buğulanacak
Birazdan kan kırmızı bir akşam yağmuru da dökülebilir
Neler olabilir birazdan
Bir uçak geçiyor yaldızdan bir iz birakarak
İçindeki mutlu yüzleri düşünüyorum
Bir hüzün basıyor gene, ne kadar istemesem de
Çabuk geçiyor
Nerede okumustum, hatırlamıyorum şimdi, biri mi anlatmıştı yoksa
Mahpusunu kıskanan bir gardiyani
Ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün
Ne kadar acı bunlar
Kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar
Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir
Birazdan akşam olacak sevgilim
Bütün heybetiyle akşam olacak.
'Sevgili'm', diyorum, oysa kimsecikler yok yanımda
Bilmiyorum kime sevgilim dediğimi
Bildiğim bir şey varsa
O kadar yeni bir anlamda söylüyorum ki bu kelimeyi
Unutup birden zamanı ve yeri
Onunla bir günü kutluyorum coşarak
Onunla bir günü kutluyoruz sanki.
Yürüyorum kumların çakıllarin yanı sıra
Yüreğimde bir sancı keskin bir akasya kokusundan
Avuçlarımda bir yanma
Büyüyen bir ürpertiyim sanki, kayıp gidiyorum üstünde sabahın
Oldu olacak
Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize
Ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden
Bir çocuğun gülüşü gibi
Aşkların, nice aşklarin ayrılık günü gibi
Bir sokağın ucunda kaybolup solan
Daha çok solan, aşkların solgunluğu suyun üzerinde
Korularda yoğun bir erguvan sisi.
Hisarlı balıkçı ağlarını ayıklıyor
Ağları pembeden hüzne giden
Dip sularında mercanlar gibi koyulaşan
Kirpiksiz gözleri böyle daha güzel
Çil basmış yüzünü bütün
Parmakları capcanlı, pavuryalar gibi
Merhaba, desem bir kucak balık atacak önüme
Biliyorum atacak
Böyledir memleketimin yoksul halkı
Bir onlarda rastladım bu cömertliğe
Istavritler kıpır kıpır dibinde sandalının
Balık dedin mi, oynamaz gözleri hiçbirinin, tertemiz bir resim gibi
bakarlar insana
Günlerce bakarlar, bıraksan yıllarca bakarlar belki
Gözlerin gibi senin, yıllardır unutamadığım
Ve bu yüzden olacak düşünmedim şimdiye kadar bir balığın ölebileceğini.
Hızar sesleri geliyor yakından, güneşin döndüğünü görüyorum
Çınar yapraklarının arasında yeşil yeşil
Yeşille sarı birlikte dönüyor
Denize düşüyorlar kırıla kırıla
Bir örtü oluyor düşündügüm her şey denizin ve asfalt yolun üstünde
Gözyaşları bir örtü, onurla cesaret bir örtü
Senin upuzun gövden -kapkara saçlarınla-
Daha da uzun şimdi bir örtü olarak
Denizin kıvrımlarında aşka hazırlanıyor
Göğe düğmeler gibi yapışmış kirazların altında
Yıllar var ki unuttuğumu sanırdım bu örtüyü ben
Sevgiyi bilmezdin de ondan, sevişmeyi bilirdin yalnızca
Birtakım sözler de bilirdin, niye saklamalı, en ustalıklı sözlerdi onlar
Ama bak
Kaybolup giderdi herbiri, karşılaştılar mı bir yerde şiirle
Aslına bakarsan en güzel aldanmaları yaşadık seninle biz
Hatırlıyorum da öyle.
Tepelerde otlar yakmışlar, kuzular dolaşıyor dumanların arasında
Bir kızla oğlan geçiyor, birbirilerine iyice sarılmışlar
Kızın ağzında ince bir dal parçası
Dalın ucunda bir tomurcuk, ağzıyla dudaklarıyla beslemiş sanki onu
Öylesine bilmek istiyorum ki ne konuştuklarını, ama duymaktan
korkuyorum gene de
Söyle, en son nerde görmüştüm seni
Böyle dumanlar vardı gözlerinde, boynunda bir de
Şimdi gene var
Bileklerinde, bileklerinin renginde
Dudaklarında, dudaklarının
Gözlerinin dolar gibi olması renginde ve
Yorgunsan bir kıyı kahvesinde dinlenirkenki
Üşüdügün, başını omzuma koyduğun, sonra elele
Bir aşkı yaşamak, bir aşkınn bilinmesinden bambaşka değil miydi
Ve bu ikisini ayıran duman, yani bir aşkı bizim yapan
Bu dumanların hepsi gibi varsın şimdi de
Acele etme yoksun belki
Ben herşeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki
Ve her şeyin bir bir varolmasına o kadar alışacağım ki
Bilirsin neler için çarpmıyor bir yürek.
Küçüksu çayırını şantiye yapmışlar
İşçiler beton döküyor, demir eğiyor, zift kaynatıyor
Vakit öğleyi geçti çoktan, yemeklerini yemiş olmalılar
Coca-Cola’ya doğrayıp ekmeklerini
İşçilerimiz, yarını kuracak olan işçilerimiz
Ben görür müyüm bilmem, ama kuracaklar mutlaka
Coskuyla çakacaklar her çiviyi, türkülerle dökecekler betonu
Ve onlar
Onlar, diyorum sadece
Bir yolculukta karşılıklı konuşan adamların
Parmak uçlarındaki sigaralar gibi şaşkın
Bilmeden ne yapacaklarını
Anlayacaklar ne kadar güçsüz
Ne kadar zavallı olduklarını
Vakit öğleyi geçti çoktan.
Bir tanker geçiyor şimdi de tam akıntının ortasından
Baştanbaşa gül rengi
Kimseler görünmüyor içinde
Neden görünmüyor, bilmiyorum
Yolcu uçaklarına, yük kamyonlarına, fabrikalara petrol taşıyor
Tanklara, savaş gemilerine, roketlere de
Yılların, yüzyılların
Bitmeyen vahşetini ateşlemek için
Sanki bu yüzden kimseler görünmüyor ortalıkta, utançlarından
Utancı bilerek yaşamak korkunç
Daha korkuncu da var:utancı bilerekten yaşatmak
Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz.
Pembeye dönük bir aydınlık, yağıyor usul usul
Bir poyraz çıktı hafiften, kuzeye çevrildi teknelerin burnu
Ve güneş kaydıkça kayıyor batıya doğru, birazdan kan kırmızı bir gök
buğulanacak
Birazdan kan kırmızı bir akşam yağmuru da dökülebilir
Neler olabilir birazdan
Bir uçak geçiyor yaldızdan bir iz birakarak
İçindeki mutlu yüzleri düşünüyorum
Bir hüzün basıyor gene, ne kadar istemesem de
Çabuk geçiyor
Nerede okumustum, hatırlamıyorum şimdi, biri mi anlatmıştı yoksa
Mahpusunu kıskanan bir gardiyani
Ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün
Ne kadar acı bunlar
Kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar
Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir
Birazdan akşam olacak sevgilim
Bütün heybetiyle akşam olacak.
'Sevgili'm', diyorum, oysa kimsecikler yok yanımda
Bilmiyorum kime sevgilim dediğimi
Bildiğim bir şey varsa
O kadar yeni bir anlamda söylüyorum ki bu kelimeyi
Unutup birden zamanı ve yeri
Onunla bir günü kutluyorum coşarak
Onunla bir günü kutluyoruz sanki.
31 Ocak 2017 Salı
Çivi İzleri..
Sokrat der ki:
Babası oğluna bir torba çivi verir ve ona sabrını her kaybettiğinde kapağın arkasına bir çivi çakmasını söyler. Birinci gün çocuk 37 çivi çakar.
Haftalar ilerledikçe çocuk kendini kontrol etmeyi öğrenir ve daha az çivi çakmaya başlar.
Daha sonra, kendini kontrol etmesinin gidip kapağa çivi çakmaktan daha kolay olduğunun farkına varır. Hiç çivi çakmadığı ilk günün sonunda durumu babasına bildirir.
Bu defa baba, oğluna kendini kontrol ettiği her günün sonunda çivi sökmesini söyler.
Günler geçer ve en son çivi söküldüğünde çocuk yine babasına haber verir.
Babası çocuğu elinden tutar ve kapağın yanına oturur ve şöyle der:
"Bak oğlum çok çalıştın, fakat kapağın üzerindeki tüm deliklere bir bak.
Hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaklar.
Her sabırsızlığında karşındakilerde böyle yaralar oluşur.
Ne kadar özür dilersen dile o yara daima orada duracaktır.
Sözlü bir saldırı da en az fiziksel saldırı kadar yaralayıcıdır."
Babası oğluna bir torba çivi verir ve ona sabrını her kaybettiğinde kapağın arkasına bir çivi çakmasını söyler. Birinci gün çocuk 37 çivi çakar.
Haftalar ilerledikçe çocuk kendini kontrol etmeyi öğrenir ve daha az çivi çakmaya başlar.
Daha sonra, kendini kontrol etmesinin gidip kapağa çivi çakmaktan daha kolay olduğunun farkına varır. Hiç çivi çakmadığı ilk günün sonunda durumu babasına bildirir.
Bu defa baba, oğluna kendini kontrol ettiği her günün sonunda çivi sökmesini söyler.
Günler geçer ve en son çivi söküldüğünde çocuk yine babasına haber verir.
Babası çocuğu elinden tutar ve kapağın yanına oturur ve şöyle der:
"Bak oğlum çok çalıştın, fakat kapağın üzerindeki tüm deliklere bir bak.
Hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaklar.
Her sabırsızlığında karşındakilerde böyle yaralar oluşur.
Ne kadar özür dilersen dile o yara daima orada duracaktır.
Sözlü bir saldırı da en az fiziksel saldırı kadar yaralayıcıdır."
26 Ocak 2017 Perşembe
Arafta..
Yazım tarihi 8.1.2017
Bazen kendimi bir rüyanın içinde buluyorum, o uyur uyanık, sanki uyanıksın ama kımıldayamıyosun, ya da gözlerini açsan bitecek ama açamıyorsun hali var ya, öyle..karabasan gibi.
Bazen çok güzeller, o zaman da ben gözlerimi yumup devam etmek istiyorum
*bir süre de hayal gücümle ediyorum galiba..*
Hiç rüya görmeyen ben, rüyaların ağırlığı altındayım uzun süredir, mealine bakmıyorum eski tabirle çünkü moralimi bozup negatif etkileyeceğinden korkuyorum, rüyaların doğru tabir edilirse işaret olduğuna inanıyorum. Hele benim gibi hiç görmeyen birisi için. Bunu istemiyorum.
Dik tutmaya çalışıyorum başımı her zamanki gibi, bana hiçbişey işaret vermesin uyarmasın istiyorum, ama ne ateşe yaklaşabiliyorum ne de kaçabiliyorum, tam bir kelebek değil mi:)
çünkü benim mizacım ne yaşarsam yaşayayım kaç defa takılıp düşecek olursam olayım hep çetin yollardan bazen de aynı yolda nereye çıkacağı belli olmayan patikalardan ibaret..
Bazen yolüstü güzellerine aldanıyorum, eğilip topluyorum taç yapıyorum saçlarıma ve dans ediyorum..
Bazen güçlü gövdesi olan bir ağacın güçlü sandığım gölgesine kanıyorum, dibinde soluklanıp o mahur uykuya dalıyorum ve bunu huzur sanıyorum.. sigaramı gövdesine bastırdığımda toz bulutu haline gelecek kadar kof olduğunu görene dek..
Bazen uçuyorum bir kelebek ya da kuş olup , konuyorum en yüksek dalına, bir sözde dediği gibi;
bir dala konacaksam kendi ipeksi kanatlarıma güveniyorum beni taşıyıp taşıyamayacağını değil..
Bazen kalkıp yürümeye devam ediyorum, yürüyorum yol beni nereye götürürse değil ben nereye çıkmasını hayal ediyorsam oraya gitmeye çabaladığımı anlıyorum yolun oraya kadar olduğunu görene dek..ve buna sanrım "hayal kırıklığı" deniyor, ve ben o kırıntılara basarak geri dönüyorum..
Bazen de tam bir adım daha atarsam olmak istediğim yerde olacağım sanıyorum, işte tam o sırada yanlış yerde olduğumu fark ediyorum, bastığım toprağın bana ait olmadığını, orada yeşeremeyeceğimi..ya da dallarına konacak bir çiçek olmadığımı orada, ve söz veriyorum kendime Didem Madak gibi..
"Söz dedim, söz verdim.
Ruhumu gömdüğüm yer hala belli.
Güneşi özledim, sonra seni..
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım." diyorum, kimse duymayacak biçimde..çünkü bana gölgeme razı olmak yetmezdi, biliyorum.
Bir gün bile olsa ömrüm güneşe uçmalıyım ben!
Bazen çabuk sinirleniyorum çok zaman çabuk kırılıyorum..
İşte bazı geceler uykum kaçıyor erken uyumam gerekirken ve ben aklımda binbir makale yazıyorum binbir masal, aslında kendimi anlatıyorum çokça ama kalkıp elime kalemi alınca ne kadar çirkinleşti yazım diyorum klavyeye alıştık bu normal oysa ama aklıma "biraz özenli yaz güzel yaz da gönder" diyen birinin sesi yankılanıyor zamansız, kalemi bırakıyorum kırgın, kaleme kırgınım sanki..
Yazmıyorum kalkıp klavyeye de küsüp, oturunca da kelimeler hafızamdan uçup gidiyor ansızın sanki "zamanında yazsaydın" dercesine, onlar da bana kırgın..
Yani ben kırgınlığımı satırlara dökemiyorum, sitem bile edemiyorum, hakkım yokmuş gibi, herşey bir gün tükenecek bugün var yarın yokum gibi, öyle de zaten biliyorum,
bu yüzden kalmasın istiyorum bana kırgın kimse, ben kırgınlığımı dile getirmeyeyim de içimde kalsın, çünkü beni neyin inciteceğini bilir öyleyse bilerek yapıyorlar anlamazdan gel diyorum içime, hani şimdi ben anlatamıyorum ya, her şey de bana kırgın gibi geliyor..en çok kendim.
Bişeyler okudum da bu gece, sadece alıntı yapacakken böyle birkaç satır dökülebildi, yani yorgunum, hem ruhen hem bedenen bugün.
Ben sindire sindire, usul usul yaşamayı, beklemeyi seviyorum ya, ancak böyle hissedebiliyorum, böyle emin olabiliyorum, güvende hissedebiliyorum ya da hislerime güvenebiliyorum ya,
tam aksi alelacele, sabırsızca, zamanından önce hissedebildiğini -edebileceğini düşünmese , aradan çıkarıvermese, kıyasladığımda benim için değerli olanlara değer verilmediğini görmesem, hissetmesem, herkesleştirildiğimi hissetmesem ve on dakika evvel anlatmaya çalıştığını "anlamadım" deyip geçiştirmeseler keşke değer verdiklerimiz değil mi? Belki de anladığında utanacaksın..
Ama bundan korkan özen gösterir zaten değil mi. Neyse, değmeyin figanıma bu gece..
Alıntı da buydu beni alıp götüren ben yazmışçasına, ama ben daha iyi yazdım sanki di mi😑kim anlatabilir ki aslında kendi duygularını kendinden öte? Lakin yazmak kendini doğru kelimelerle ifade etmek hiç kolay değil. Ama Didem Madak ve Ezel Roz Manaz ın satırlarını kendime çok yakın buluyorum bu ara hele bu şaşırttı işime işledi bu gece işte..
İçimde yeterince sert bir hisse bir türlü dönüşmeyen bir incinmişlik var.
Tek başıma yediğim bu yemeklerden birinde kendini iyice açık edecek ve kendimi kontrolsüz hıçkırıklar hıçkırırken bulacağım.
Arabayı iki hamlede park etmeyi beceremediğim zamanlardaki kadar utanacağım bundan.
Daha fazla da değil, daha az da.
Artık biriktirmediğim kinlerin insafından da faydalanamıyorum.
Hafifliğim bu sayede yüküm oluyor benim. Bunu anladım.
Tanımadığım insanlara baktığım gibi bakıyorum artık affettiklerime ve büyük ölçüde unuttuklarıma, yüzümde hiçbir yaşanmışlığın izi olmadan.
Kendimi daha adil buluyorum bu şekilde.
Hikâyelerini unutuyorum bundan böyle insanların, hikâyelerini ve hikâyelerimi.
Minnet kurtulamadığım bir illet gibi yapışmasın diye belleğime, affedecek kadar bağlarımı kopardıklarıma bunu yapmak zorundayım.
Tanımadığım insanlara hissetmediklerimi affettiklerime de hissetmiyorum.
Başka türlü olmayacak.
İçimde asla yıkıcı bir fırtınaya dönüşmeyen bir iklimle, öfkem de kırgınlığım gibi kör değil artık.
Demek istediğim bir şey kalmadığında hoyrat bir sessizliğe çekilmekte beis görmüyorum. Şimdi beni tanıyanlar, eskiden beni tanıyanların bilmediği bir merhametle tanıyorlar. Bu kimseye geçilmiş bir kıyak değil; sadece kendimi yoğun bir endişeden korumaya çalışıyorum.
En kızgın zamanlarımda bile varlığıyla ağırlaştıran bu endişeden kurtulduğum oranda varlığımı kanıtlayacağım.
Sonrası yoğun bir sis ve sinsi bir sus payı, içimdeki incinmişliğe...
Hep son şarkıda vurgun yapıyosun der ya sevgili Tolga, o zaman kuralı bozmayıp baştan beri dinlediğim ve bu yazıyı yazma sebebim şarkımı da sakladığım yerden çıkartayım..
Bazen kendimi bir rüyanın içinde buluyorum, o uyur uyanık, sanki uyanıksın ama kımıldayamıyosun, ya da gözlerini açsan bitecek ama açamıyorsun hali var ya, öyle..karabasan gibi.
Bazen çok güzeller, o zaman da ben gözlerimi yumup devam etmek istiyorum
*bir süre de hayal gücümle ediyorum galiba..*
Hiç rüya görmeyen ben, rüyaların ağırlığı altındayım uzun süredir, mealine bakmıyorum eski tabirle çünkü moralimi bozup negatif etkileyeceğinden korkuyorum, rüyaların doğru tabir edilirse işaret olduğuna inanıyorum. Hele benim gibi hiç görmeyen birisi için. Bunu istemiyorum.
Dik tutmaya çalışıyorum başımı her zamanki gibi, bana hiçbişey işaret vermesin uyarmasın istiyorum, ama ne ateşe yaklaşabiliyorum ne de kaçabiliyorum, tam bir kelebek değil mi:)
çünkü benim mizacım ne yaşarsam yaşayayım kaç defa takılıp düşecek olursam olayım hep çetin yollardan bazen de aynı yolda nereye çıkacağı belli olmayan patikalardan ibaret..
Bazen yolüstü güzellerine aldanıyorum, eğilip topluyorum taç yapıyorum saçlarıma ve dans ediyorum..
Bazen güçlü gövdesi olan bir ağacın güçlü sandığım gölgesine kanıyorum, dibinde soluklanıp o mahur uykuya dalıyorum ve bunu huzur sanıyorum.. sigaramı gövdesine bastırdığımda toz bulutu haline gelecek kadar kof olduğunu görene dek..
Bazen uçuyorum bir kelebek ya da kuş olup , konuyorum en yüksek dalına, bir sözde dediği gibi;
bir dala konacaksam kendi ipeksi kanatlarıma güveniyorum beni taşıyıp taşıyamayacağını değil..
Bazen kalkıp yürümeye devam ediyorum, yürüyorum yol beni nereye götürürse değil ben nereye çıkmasını hayal ediyorsam oraya gitmeye çabaladığımı anlıyorum yolun oraya kadar olduğunu görene dek..ve buna sanrım "hayal kırıklığı" deniyor, ve ben o kırıntılara basarak geri dönüyorum..
Bazen de tam bir adım daha atarsam olmak istediğim yerde olacağım sanıyorum, işte tam o sırada yanlış yerde olduğumu fark ediyorum, bastığım toprağın bana ait olmadığını, orada yeşeremeyeceğimi..ya da dallarına konacak bir çiçek olmadığımı orada, ve söz veriyorum kendime Didem Madak gibi..
"Söz dedim, söz verdim.
Ruhumu gömdüğüm yer hala belli.
Güneşi özledim, sonra seni..
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım." diyorum, kimse duymayacak biçimde..çünkü bana gölgeme razı olmak yetmezdi, biliyorum.
Bir gün bile olsa ömrüm güneşe uçmalıyım ben!
Bazen çabuk sinirleniyorum çok zaman çabuk kırılıyorum..
İşte bazı geceler uykum kaçıyor erken uyumam gerekirken ve ben aklımda binbir makale yazıyorum binbir masal, aslında kendimi anlatıyorum çokça ama kalkıp elime kalemi alınca ne kadar çirkinleşti yazım diyorum klavyeye alıştık bu normal oysa ama aklıma "biraz özenli yaz güzel yaz da gönder" diyen birinin sesi yankılanıyor zamansız, kalemi bırakıyorum kırgın, kaleme kırgınım sanki..
Yazmıyorum kalkıp klavyeye de küsüp, oturunca da kelimeler hafızamdan uçup gidiyor ansızın sanki "zamanında yazsaydın" dercesine, onlar da bana kırgın..
Yani ben kırgınlığımı satırlara dökemiyorum, sitem bile edemiyorum, hakkım yokmuş gibi, herşey bir gün tükenecek bugün var yarın yokum gibi, öyle de zaten biliyorum,
bu yüzden kalmasın istiyorum bana kırgın kimse, ben kırgınlığımı dile getirmeyeyim de içimde kalsın, çünkü beni neyin inciteceğini bilir öyleyse bilerek yapıyorlar anlamazdan gel diyorum içime, hani şimdi ben anlatamıyorum ya, her şey de bana kırgın gibi geliyor..en çok kendim.
Bişeyler okudum da bu gece, sadece alıntı yapacakken böyle birkaç satır dökülebildi, yani yorgunum, hem ruhen hem bedenen bugün.
Ben sindire sindire, usul usul yaşamayı, beklemeyi seviyorum ya, ancak böyle hissedebiliyorum, böyle emin olabiliyorum, güvende hissedebiliyorum ya da hislerime güvenebiliyorum ya,
tam aksi alelacele, sabırsızca, zamanından önce hissedebildiğini -edebileceğini düşünmese , aradan çıkarıvermese, kıyasladığımda benim için değerli olanlara değer verilmediğini görmesem, hissetmesem, herkesleştirildiğimi hissetmesem ve on dakika evvel anlatmaya çalıştığını "anlamadım" deyip geçiştirmeseler keşke değer verdiklerimiz değil mi? Belki de anladığında utanacaksın..
Ama bundan korkan özen gösterir zaten değil mi. Neyse, değmeyin figanıma bu gece..
Alıntı da buydu beni alıp götüren ben yazmışçasına, ama ben daha iyi yazdım sanki di mi😑kim anlatabilir ki aslında kendi duygularını kendinden öte? Lakin yazmak kendini doğru kelimelerle ifade etmek hiç kolay değil. Ama Didem Madak ve Ezel Roz Manaz ın satırlarını kendime çok yakın buluyorum bu ara hele bu şaşırttı işime işledi bu gece işte..
İçimde yeterince sert bir hisse bir türlü dönüşmeyen bir incinmişlik var.
Tek başıma yediğim bu yemeklerden birinde kendini iyice açık edecek ve kendimi kontrolsüz hıçkırıklar hıçkırırken bulacağım.
Arabayı iki hamlede park etmeyi beceremediğim zamanlardaki kadar utanacağım bundan.
Daha fazla da değil, daha az da.
Artık biriktirmediğim kinlerin insafından da faydalanamıyorum.
Hafifliğim bu sayede yüküm oluyor benim. Bunu anladım.
Tanımadığım insanlara baktığım gibi bakıyorum artık affettiklerime ve büyük ölçüde unuttuklarıma, yüzümde hiçbir yaşanmışlığın izi olmadan.
Kendimi daha adil buluyorum bu şekilde.
Hikâyelerini unutuyorum bundan böyle insanların, hikâyelerini ve hikâyelerimi.
Minnet kurtulamadığım bir illet gibi yapışmasın diye belleğime, affedecek kadar bağlarımı kopardıklarıma bunu yapmak zorundayım.
Tanımadığım insanlara hissetmediklerimi affettiklerime de hissetmiyorum.
Başka türlü olmayacak.
İçimde asla yıkıcı bir fırtınaya dönüşmeyen bir iklimle, öfkem de kırgınlığım gibi kör değil artık.
Demek istediğim bir şey kalmadığında hoyrat bir sessizliğe çekilmekte beis görmüyorum. Şimdi beni tanıyanlar, eskiden beni tanıyanların bilmediği bir merhametle tanıyorlar. Bu kimseye geçilmiş bir kıyak değil; sadece kendimi yoğun bir endişeden korumaya çalışıyorum.
En kızgın zamanlarımda bile varlığıyla ağırlaştıran bu endişeden kurtulduğum oranda varlığımı kanıtlayacağım.
Sonrası yoğun bir sis ve sinsi bir sus payı, içimdeki incinmişliğe...
Hep son şarkıda vurgun yapıyosun der ya sevgili Tolga, o zaman kuralı bozmayıp baştan beri dinlediğim ve bu yazıyı yazma sebebim şarkımı da sakladığım yerden çıkartayım..
21 Kasım 2016 Pazartesi
Merhametin Çocukları!
Prensip olarak hayvan sevmeyenleri sevmiyorum!!
Çok ciddiyim, başka bir canlıya yaşam hakkı vermeyenlerden nefret ediyorum!
Ne mutlu ki bu acımasız ve sapıkça, çaresiz bir canlıya bile sahip çıkmak şöyle dursun ezip yok etmek, varlığından rahatsız olup, bir de utanmadan seven besleyenlere silah çekmeye vardıran,
zalim dünyamızı o canlarla paylaşamayıp cehenneme çeviren insanlara rağmen , onları sevip korumaktan asla vazgeçmeyen güzel insanlar var. Onlara olan sevgimi takdirimi ve teşekkürlerimi dile getirebileceğimi sanmıyorum, boğazım düğüm düğüm oluyor. Kelimeler yetersiz.
İyi ki varsınız demek istiyorum yürek dolusu!
Ben kedilerden nefret ederim derken canyoldaşım bir kedim var ve onu sokaktan aldım. Çok zor geldi başta itiraf ediyorum ama şimdi onsuz nasıl yaşamışım diyorum, sokağa çıkınca elimde mutlaka mama oluyor, çevreme ve diğer canlılara daha sevgi doluyum. İnsanlığınızı size hatırlatan yegane şeydir vicdan, merhametiniz.
Karınca kararınca destek olmaya çalışıyorum ama elden ele +1 daha bile faydamız olsa güzel olmaz mı bu hepimizin insani görevi. Çevremiz harici yapabileceklerimiz de olmalı diyorum hani.
Bazılarının yardım etme ve hayvan sevgileri çığ olup büyüyor bunlardan biri Talha Demircan,
Çak bi Pati Yeni Nesil Sokak Hayvanları Koruma Derneği. İstanbul. Tek kelimeyle harika işler yapıyorlar.
"ÇAK bi PATİ günlük hayatlarında bireysel olarak sokak hayvanları için koşturan bir grup gencin hadi bunu profesyonelleştirelim ve bir dernek çatısı altında birleşelim, çeşitli projelerle daha çok hayvana ulaşalıp daha kalıcı işlere imza atalım düşüncesiyle kurulmuş yeni nesil sokak hayvanları koruma derneğidir." Pansiyon, mama ve veteriner masrafları var elbette bu canların. Facebook linkiyse burada.
Diğeri ile ise bugün rastladığım kötü bir haberle karşılaştım, imza kampanyası başlatmışlardı change.org da. İsmi Gökçer Korkmaz, Kırklarelinde.
Tek derdi sokak hayvanları ve buna seve seve kendini adamış, tehdit almış, saldırıya uğramış.
"Ben insanım ve onlarla göz göze geldiğimde onları öyle bırakamazdım." diyecek kadar merhametli ve yürekli, videolarına sayfasından ve kanalından ulaşabilirsiniz. Sayfamda (başka nasıl link verebilirim bilmiyorum) anlaştığı mama sitesi ile ilgili gönderiyi paylaştım,tıklayıp çok makul bir fiyata sepete 1kg cuk bir mama bile atsanız birikip bir sürü canın hayatı kurtulacak, belki yapılabilecek başka şeyler de vardır kimbilir? Bir çok videosunu izledim ne diyeceğimi bilemiyorum.
Lütfen onları yalnız bırakmayalım, bu dünya sadece bize ait değil ve benim gözümde
Tanrının elçileri, dilsiz canları korumak için gönderilmiş melekleri bu güzel insanlar 🙏
"Allah der ki; Hayvanlar benim sessiz kullarımdır.
Onlar şimdi zulme susuyorlar ama hesap günü konuşacaklardır!.."
Çok ciddiyim, başka bir canlıya yaşam hakkı vermeyenlerden nefret ediyorum!
Ne mutlu ki bu acımasız ve sapıkça, çaresiz bir canlıya bile sahip çıkmak şöyle dursun ezip yok etmek, varlığından rahatsız olup, bir de utanmadan seven besleyenlere silah çekmeye vardıran,
zalim dünyamızı o canlarla paylaşamayıp cehenneme çeviren insanlara rağmen , onları sevip korumaktan asla vazgeçmeyen güzel insanlar var. Onlara olan sevgimi takdirimi ve teşekkürlerimi dile getirebileceğimi sanmıyorum, boğazım düğüm düğüm oluyor. Kelimeler yetersiz.
İyi ki varsınız demek istiyorum yürek dolusu!
Ben kedilerden nefret ederim derken canyoldaşım bir kedim var ve onu sokaktan aldım. Çok zor geldi başta itiraf ediyorum ama şimdi onsuz nasıl yaşamışım diyorum, sokağa çıkınca elimde mutlaka mama oluyor, çevreme ve diğer canlılara daha sevgi doluyum. İnsanlığınızı size hatırlatan yegane şeydir vicdan, merhametiniz.
Karınca kararınca destek olmaya çalışıyorum ama elden ele +1 daha bile faydamız olsa güzel olmaz mı bu hepimizin insani görevi. Çevremiz harici yapabileceklerimiz de olmalı diyorum hani.
Bazılarının yardım etme ve hayvan sevgileri çığ olup büyüyor bunlardan biri Talha Demircan,
Çak bi Pati Yeni Nesil Sokak Hayvanları Koruma Derneği. İstanbul. Tek kelimeyle harika işler yapıyorlar.
"ÇAK bi PATİ günlük hayatlarında bireysel olarak sokak hayvanları için koşturan bir grup gencin hadi bunu profesyonelleştirelim ve bir dernek çatısı altında birleşelim, çeşitli projelerle daha çok hayvana ulaşalıp daha kalıcı işlere imza atalım düşüncesiyle kurulmuş yeni nesil sokak hayvanları koruma derneğidir." Pansiyon, mama ve veteriner masrafları var elbette bu canların. Facebook linkiyse burada.
Diğeri ile ise bugün rastladığım kötü bir haberle karşılaştım, imza kampanyası başlatmışlardı change.org da. İsmi Gökçer Korkmaz, Kırklarelinde.
Tek derdi sokak hayvanları ve buna seve seve kendini adamış, tehdit almış, saldırıya uğramış.
"Ben insanım ve onlarla göz göze geldiğimde onları öyle bırakamazdım." diyecek kadar merhametli ve yürekli, videolarına sayfasından ve kanalından ulaşabilirsiniz. Sayfamda (başka nasıl link verebilirim bilmiyorum) anlaştığı mama sitesi ile ilgili gönderiyi paylaştım,tıklayıp çok makul bir fiyata sepete 1kg cuk bir mama bile atsanız birikip bir sürü canın hayatı kurtulacak, belki yapılabilecek başka şeyler de vardır kimbilir? Bir çok videosunu izledim ne diyeceğimi bilemiyorum.
Lütfen onları yalnız bırakmayalım, bu dünya sadece bize ait değil ve benim gözümde
Tanrının elçileri, dilsiz canları korumak için gönderilmiş melekleri bu güzel insanlar 🙏
"Allah der ki; Hayvanlar benim sessiz kullarımdır.
Onlar şimdi zulme susuyorlar ama hesap günü konuşacaklardır!.."
16 Kasım 2016 Çarşamba
Keep your distance !!
"Soğuk bir kış sabahı çok sayıda oklu kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaştı.
Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar.
Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar.
Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar.
Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi,
aralarındaki uzaklık, her iki ıstıraba da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya dek sürdü.."
(İnsanları bir araya getiren, iç dünyalarının boşluk ve tekdüzeliğidir.
Ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar onları birbirinden uzaklaştırır.
Sonunda, bir arada var olabilecekleri, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar.
Bu uzaklıkta duramayanlara,
İngiltere’de "keep your distance!" denir .
Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme arzusu kısmen karşılanır ama, buna karşılık okların acısı hissedilmez.
Kendi iç sıcaklığı çok yüksek olanlar ise, ne sıkıntı vermek, ne de sıkıntı çekmek için, topluluklardan uzak durmayı tercih ederler.)
Freud, eşler ve arkadaşlar arasındaki çatışmayı, çocuklarını evlendirmiş iki ailenin veya komşu köylerin birbiriyle rekabetini;
Almanya’nın güneyinde yaşayanlarla kuzeydekiler, İngilizlerle İskoçlar, İspanyollarla Portekizliler arasındaki gerilimi, beyaz ırktan olanların zencilere, Almanların Yahudilere düşmanlığını, oklu kirpi metaforuna dayandırmıştır.
Hem Schopenhauer'in, hem de Freud'un kullandığı bu kavram, insan ilişkilerini konu eden önemli bir ikilem haline geldi.
Beş sevgi dilimiz vardı en güzel anlatan dökümandır insan ilişkilerini, ve bugün bunu hatırladım yeniden, okuduğum bu yazıyı, çünkü dikenler... yaşadıkça öğreniyor insan ve özetle:
İkileme göre ne kadar iyi niyetli olursanız olun biriyle fazla yakınlaşır, fazla içli dışlı olur, fazla samimileşirseniz, istemeden de olsa o kişiyle çatışmaya ve birbirinize zarar vermeye başlarsınız. Oysa ki asla geçmemeniz gereken bir çizgi vardır ve o çizgiyi geçmeniz, ilişkinin hasar almasına ve temellerinde yavaş yavaş çatlaklar oluşmasına neden olur.
Florida Bölge Üniversitesi'nden Jon Maner ve ekibi tarafından yürütülen 6 deneyde, insanların sosyal anlamda reddedilmeye karşı verdikleri tepkiler incelenmiş.
"İçe dönük insanların bu durum sonrasında daha da içlerine kapandığı ve insanlardan uzaklaştığı,
diğer insanlarınsa kabul edilme arzusuyla yeni insanlara daha da fazla yakınlaşmaya çalıştığı bulunmuş."
Ohoo ben bunu bir genç bayan olarak kaç 6 örnekte gördüm ama yazılı dökümanı ilk ben vermeliymişim demek ki.
Neyse böylece olup biten herşeyi bilimsel bi yere de yasladık, hadi bakalım.
15 Kasım 2016 Salı
Sana Dair..
Yaşam kadar gerçek, yaşamak gibi sahte..
Öyle çok şey var ki yaralayan insanı
Bir yürek çarpıntısı, onu her gördüğünde, öyle çok şey var ki bak sana dair
Yanlış aşklar yaşadık, yanlış köprülerde yanlış gemiler yakıp,
aldırmadan iki damla su çaldık zamanın pençesinden
Aldırmadan, aldırmadan.
Bu ne senden ilk kaçışım, ne de ilk düşüşün yüreğime
Ne bu serden son geçişim, ne de son küsüşüm kaderime..
Mucize gerek bize, gidecek bir başka düş
Bir düş ki korkmamış zamanın karşısında..
Ve bir çağ gerek bize, ve bir çağ bundan özgür
Öyle çok şey var ki bak sana dair, sonra kuşlar gitti anladım dünya yorgun, sen yorgun
Tortusu kalmış eski bir korkunun
Görmedik, duymadık, demedik bunlar kötü..biz var mıydık, aşk var mıydı?
Öyle çok şey var ki yaralayan insanı
Bir yürek çarpıntısı, onu her gördüğünde, öyle çok şey var ki bak sana dair
Yanlış aşklar yaşadık, yanlış köprülerde yanlış gemiler yakıp,
aldırmadan iki damla su çaldık zamanın pençesinden
Aldırmadan, aldırmadan.
Bu ne senden ilk kaçışım, ne de ilk düşüşün yüreğime
Ne bu serden son geçişim, ne de son küsüşüm kaderime..
Mucize gerek bize, gidecek bir başka düş
Bir düş ki korkmamış zamanın karşısında..
Ve bir çağ gerek bize, ve bir çağ bundan özgür
Öyle çok şey var ki bak sana dair, sonra kuşlar gitti anladım dünya yorgun, sen yorgun
Tortusu kalmış eski bir korkunun
Görmedik, duymadık, demedik bunlar kötü..biz var mıydık, aşk var mıydı?
14 Kasım 2016 Pazartesi
Geçer.. geçer.. mi?
Bir anda, birkaç düşünmeden öfkeyle edilmiş sözle, bütün yaşama sevincinizi kaybettiğiniz oldu mu hiç?
Ben toparlarım, güçlüyüm derken ve en azından öyle görünmeyi denerken, günlerce kulaklarınızda çınladı mı birkaç kelime, bütün direncinizi ve adeta bağışıklık sisteminizi çökerten?
Nasıl değerli sanıyosunuz kendinizi değil mi, kendine değer vermezsen kimse vermez sana bla bla..
Hiç öyle değil, hem de hiç.
Kimsenin başının üstünü hedeflemesek de en azından verdiğimiz kadarını görmek çok mu ütopikti?
Ağzımı açıyorum.. ses çıkmıyor, içime konuşuyorum sabaha kadar, yorgunum hiç olmadığım kadar.
Bedenim dayanmıyor bu tempoya.. başım ağır geliyor gibi. Gözlerimi açamıyorum.
Geçmişi düşünmek sana sadece zarar verir, geçmişe dönemeyiz, hatalarımızı düzeltemeyiz,
çünkü zamanı geri alamayız ne yazık ki, bugün için bişeyler yapalım deriz ya bazen, en azından telafi edelim, içimizde kalmasın kırgınlar , neden olmuyo?
İşte benim her mutlu günü son günümüzmüş gibi yaşama isteğim bu yüzden, öyle kaygan ki herşey, ellerinin arasından hep kayıp gidecekmiş gibi, tutunamıyosun... sarıldıkça kayıyosun yeterince dirençli değilse tutunduğun kollar, yosun tutmuş ise. Ya düşmenden düşürülmekten korkmuyor ise.
Ya da bazen başka dala tutunmuş ise, ne farkeder ki?
Bir an var, yer var, orada nedenler niçinler önemsiz, sözcükler dağılıp gitmiş hatırdan çıkmış ama o his, zehir gibi hep orada, tam orta yerinde taş gibi kaya gibi oturmuş oluyor eziyor seni her gün.
Tezatlardan nefret eden tesadüflere asla inanmayan benim için en büyük tezatsa o büyük kayadan da büyük ezici bişey, özlem..
Yarına bıraktığın hiçbir şey yarın gerçekleşmiyor, hiçbir güzel söz yerine ulaşmıyor, hiçbir süprizi gerçekleştiremeyeceksin, o gün orada olmayacaksın, senin belirlediğin çizgi ile diğerlerinki bir olmayacak ya sen basacaksın o o basacak.. yitireceksin, er ya da geç.
Ama hiçbir öfke ertesi güne aynı sıcaklıkta kalamayacak, o yüzden ne olur birazcık, birazcık ...
Hiç olmazsa sakin kafayla düşününce duy sesini? kalbinin ve vicdanının olmaz mı?
Kendine saklama, söyle.. belki yarın söyleyemeyebilirsin. Çünkü belki geçeri belki de.. Geçmez.
Bu arada ilk defa yazdığımı okumadan yazdım ve yayımladım , hatalarıyla, karman çorman haliyle.:(
Ben toparlarım, güçlüyüm derken ve en azından öyle görünmeyi denerken, günlerce kulaklarınızda çınladı mı birkaç kelime, bütün direncinizi ve adeta bağışıklık sisteminizi çökerten?
Nasıl değerli sanıyosunuz kendinizi değil mi, kendine değer vermezsen kimse vermez sana bla bla..
Hiç öyle değil, hem de hiç.
Kimsenin başının üstünü hedeflemesek de en azından verdiğimiz kadarını görmek çok mu ütopikti?
Ağzımı açıyorum.. ses çıkmıyor, içime konuşuyorum sabaha kadar, yorgunum hiç olmadığım kadar.
Bedenim dayanmıyor bu tempoya.. başım ağır geliyor gibi. Gözlerimi açamıyorum.
Geçmişi düşünmek sana sadece zarar verir, geçmişe dönemeyiz, hatalarımızı düzeltemeyiz,
çünkü zamanı geri alamayız ne yazık ki, bugün için bişeyler yapalım deriz ya bazen, en azından telafi edelim, içimizde kalmasın kırgınlar , neden olmuyo?
İşte benim her mutlu günü son günümüzmüş gibi yaşama isteğim bu yüzden, öyle kaygan ki herşey, ellerinin arasından hep kayıp gidecekmiş gibi, tutunamıyosun... sarıldıkça kayıyosun yeterince dirençli değilse tutunduğun kollar, yosun tutmuş ise. Ya düşmenden düşürülmekten korkmuyor ise.
Ya da bazen başka dala tutunmuş ise, ne farkeder ki?
Bir an var, yer var, orada nedenler niçinler önemsiz, sözcükler dağılıp gitmiş hatırdan çıkmış ama o his, zehir gibi hep orada, tam orta yerinde taş gibi kaya gibi oturmuş oluyor eziyor seni her gün.
Tezatlardan nefret eden tesadüflere asla inanmayan benim için en büyük tezatsa o büyük kayadan da büyük ezici bişey, özlem..
Yarına bıraktığın hiçbir şey yarın gerçekleşmiyor, hiçbir güzel söz yerine ulaşmıyor, hiçbir süprizi gerçekleştiremeyeceksin, o gün orada olmayacaksın, senin belirlediğin çizgi ile diğerlerinki bir olmayacak ya sen basacaksın o o basacak.. yitireceksin, er ya da geç.
Ama hiçbir öfke ertesi güne aynı sıcaklıkta kalamayacak, o yüzden ne olur birazcık, birazcık ...
Hiç olmazsa sakin kafayla düşününce duy sesini? kalbinin ve vicdanının olmaz mı?
Kendine saklama, söyle.. belki yarın söyleyemeyebilirsin. Çünkü belki geçeri belki de.. Geçmez.
Bu arada ilk defa yazdığımı okumadan yazdım ve yayımladım , hatalarıyla, karman çorman haliyle.:(
2 Kasım 2016 Çarşamba
İyi Şeyler Olabilirdi...
Aramızda iyi şeyler olabilirdi
Yormasaydık gönlümüzü karanlıkla
İçimizde çiçekler açabilirdi
Bile bile uymasaydık gurur denen o şeytana ...
Yormasaydık gönlümüzü karanlıkla
İçimizde çiçekler açabilirdi
Bile bile uymasaydık gurur denen o şeytana ...
1 Kasım 2016 Salı
Boşluğa Sesleniş..
Boşuna bakıyosun henüz o şarkıyı da o yazıyı da yazmadım.
Biri veya birilerine isyanlarda dilim, kalbim bu aralar sanki değil mi, oysa değil :)
Yazacağım elbette. Bitmesine az kaldı daha doğrusu. Bu da bir önsöz olsun.(ya da taslak)
Hayatım boyunca kendime yüklendim eleştirdim ve suçu kendimde aradım. İnsanların incitilmesi kadar önemli bişey yoktu benim için çünkü. Yanlış anlaşılmak ve birini kırmak.
Ve tam o noktada kaybettim hep.
Kendime saygım ve onurum senin veya başkasının bana göstereceğinden çok daha değerli.
An'ı yaşamak istediğim zaman göze almışımdır her neticeyi ve içimde kalmaz pişmanlık.
Tek pişmanlığım içimde kalan, planlayıp yapamadıklarımdır. Nasip değilmiş demekten başka çarem de yok artık. Gerçekçi ve ileriyi gören biri olduğum içindi çoğu cesur kararım.
Üzülmek harici bi bedel ödemedim kaybım da olmadı,bir adım fazla attırmadığım için hep iyi ki dedim, istediğini elde edemeyince çirkinleşip gerçek kimliğine bürünenler, beni üzmek için çabalayanlarsa hep aynı ucuz yola saptılar:) Gidecek başka yer yoktu ki..
Şimdi kendimi sorgulama, suçlama, özeleştiri yani bunları boşuna yaptığımı yeniden görme günlerimdeyim. Gördüm ki ağzınızdan çıkanlar zehir, kalbinin bildikleri bile değil. Ne olur ki itiraf etseniz? Söylemediklerinizi duymadığımı anlamadığımı mı zannediyordunuz gerçekten?
Belki de Tebrizi gibi bir yol çizmelisin kendine sen bu boş işleri bırakıp, huzur hak yolundadır bazıları için. Can yakmanın, kul hakkından, kalp kırmaktan, küfürden aldığın günahların önemini kavrarsın bu ulvi yolculukta kimbilir? Deistte olsan bunlar esas, başka bir dinde tanrıya inansan da bunlar esas.. Güzel ve doğru olan herşey ortak. Kalbini temizle, ve temiz tut bi çocuk gibi..
Yazdıklarımı ve taslakları sakin bir kafayla okudum da, hep yarım kalmış bişeyler, öfkem, nefretim, hasretim, çünkü benim beynim sürekli kötüleri silme derdinde. Yanlış bir şey söyleyip yazıp geride silinmez bir acı bırakmamak için.. Ya bende kalanlar? hunharca savrulanlar ve benim gördüklerim? Kişiyi o görmek istediğim, yakıştırdığım çerçeveye oturtma çabam sonunda çerçevenin kırılıp elimde kalmasıyla son bulmuş bazen bakıyorum da. Kendisini yakıştırıyorsa ait olduğu çerçeve odur oysa.
Artık şah damarına kadar bildiğim gördüğüm şeylerin hiçbir hükmü yok, söylenen, açıklanan, düşündüğümün aksi bana iş işten geçtikten sonra gösterilmeye çalışılsa ne olur artık, görünen köy ne olacak? Geride kalan hep bir enkaz..Hasar görense çok şey var, başta güven, inanç ve samimiyet.
Gerçek hayatta bir ton sorunu varken esrar çekmesi gibi bişey olsa gerek insanın oyalanmak boş vakit geçirmek, ego tatmini için sanalda takılıp kalmak ve sürekli absürd davranışlar.
Bariz bir insan bağımlılığı ama sokulmadığın, ait olmadığın bir çevre gerçeğini örtecek kuru - sıkı, yalan - ve senin kadar yalancı bir kalabalık.
Siber kalabalıktan bahsediyorum öldürücü yalnızlıklarınıza meydan okurcasına.
Eğer ben bu sağlık savaşlarımdan sağ çıkarsam, çok farklı bir ben zuhur edecek benden.
Kendime söz veriyorum. Hiçbir sözümü geri almak ya da yemek zorunda kalmadım bugüne kadar..
Biri veya birilerine isyanlarda dilim, kalbim bu aralar sanki değil mi, oysa değil :)
Yazacağım elbette. Bitmesine az kaldı daha doğrusu. Bu da bir önsöz olsun.(ya da taslak)
Hayatım boyunca kendime yüklendim eleştirdim ve suçu kendimde aradım. İnsanların incitilmesi kadar önemli bişey yoktu benim için çünkü. Yanlış anlaşılmak ve birini kırmak.
Ve tam o noktada kaybettim hep.
Kendime saygım ve onurum senin veya başkasının bana göstereceğinden çok daha değerli.
An'ı yaşamak istediğim zaman göze almışımdır her neticeyi ve içimde kalmaz pişmanlık.
Tek pişmanlığım içimde kalan, planlayıp yapamadıklarımdır. Nasip değilmiş demekten başka çarem de yok artık. Gerçekçi ve ileriyi gören biri olduğum içindi çoğu cesur kararım.
Üzülmek harici bi bedel ödemedim kaybım da olmadı,bir adım fazla attırmadığım için hep iyi ki dedim, istediğini elde edemeyince çirkinleşip gerçek kimliğine bürünenler, beni üzmek için çabalayanlarsa hep aynı ucuz yola saptılar:) Gidecek başka yer yoktu ki..
Şimdi kendimi sorgulama, suçlama, özeleştiri yani bunları boşuna yaptığımı yeniden görme günlerimdeyim. Gördüm ki ağzınızdan çıkanlar zehir, kalbinin bildikleri bile değil. Ne olur ki itiraf etseniz? Söylemediklerinizi duymadığımı anlamadığımı mı zannediyordunuz gerçekten?
Belki de Tebrizi gibi bir yol çizmelisin kendine sen bu boş işleri bırakıp, huzur hak yolundadır bazıları için. Can yakmanın, kul hakkından, kalp kırmaktan, küfürden aldığın günahların önemini kavrarsın bu ulvi yolculukta kimbilir? Deistte olsan bunlar esas, başka bir dinde tanrıya inansan da bunlar esas.. Güzel ve doğru olan herşey ortak. Kalbini temizle, ve temiz tut bi çocuk gibi..
Yazdıklarımı ve taslakları sakin bir kafayla okudum da, hep yarım kalmış bişeyler, öfkem, nefretim, hasretim, çünkü benim beynim sürekli kötüleri silme derdinde. Yanlış bir şey söyleyip yazıp geride silinmez bir acı bırakmamak için.. Ya bende kalanlar? hunharca savrulanlar ve benim gördüklerim? Kişiyi o görmek istediğim, yakıştırdığım çerçeveye oturtma çabam sonunda çerçevenin kırılıp elimde kalmasıyla son bulmuş bazen bakıyorum da. Kendisini yakıştırıyorsa ait olduğu çerçeve odur oysa.
Artık şah damarına kadar bildiğim gördüğüm şeylerin hiçbir hükmü yok, söylenen, açıklanan, düşündüğümün aksi bana iş işten geçtikten sonra gösterilmeye çalışılsa ne olur artık, görünen köy ne olacak? Geride kalan hep bir enkaz..Hasar görense çok şey var, başta güven, inanç ve samimiyet.
Gerçek hayatta bir ton sorunu varken esrar çekmesi gibi bişey olsa gerek insanın oyalanmak boş vakit geçirmek, ego tatmini için sanalda takılıp kalmak ve sürekli absürd davranışlar.
Bariz bir insan bağımlılığı ama sokulmadığın, ait olmadığın bir çevre gerçeğini örtecek kuru - sıkı, yalan - ve senin kadar yalancı bir kalabalık.
Siber kalabalıktan bahsediyorum öldürücü yalnızlıklarınıza meydan okurcasına.
Eğer ben bu sağlık savaşlarımdan sağ çıkarsam, çok farklı bir ben zuhur edecek benden.
Kendime söz veriyorum. Hiçbir sözümü geri almak ya da yemek zorunda kalmadım bugüne kadar..
Tehlikeli sayılmam artık...
Sadece Riski Alabilen Kişi Hürdür
Gülmek; ”Saf” denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise; ”Duygusal” görünme riskini.
Birine yakınlaşmak; ”Kendini kaptırma” riskini,
Duygularını açmak; ”Kendini ortaya koyma” riskini,
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;
“Onları başkalarına kaptırma” riskini göze almaktır.
Sevmek; “Karşılık görememe” riskini…
Yaşamak ise; ”Ölme” riskini göze almaktır.
Umutlanmak; “Hayal kırıklığına uğrama” riskini
Çabalamak ise; ”Başarısız olma” riskini göze almaktır…
Ama riskler yaşanmalıdır.
Çünkü hayatımızın en büyük riski, hiç risk almamaktır.
Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir;
Ama Büyüyemez,
Sevemez,
Değişemez,
Hissedemez,
Öğrenemez.
Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken,
Bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür…
Leo Buscaglia
Ağlamak ise; ”Duygusal” görünme riskini.
Birine yakınlaşmak; ”Kendini kaptırma” riskini,
Duygularını açmak; ”Kendini ortaya koyma” riskini,
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;
“Onları başkalarına kaptırma” riskini göze almaktır.
Sevmek; “Karşılık görememe” riskini…
Yaşamak ise; ”Ölme” riskini göze almaktır.
Umutlanmak; “Hayal kırıklığına uğrama” riskini
Çabalamak ise; ”Başarısız olma” riskini göze almaktır…
Ama riskler yaşanmalıdır.
Çünkü hayatımızın en büyük riski, hiç risk almamaktır.
Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir;
Ama Büyüyemez,
Sevemez,
Değişemez,
Hissedemez,
Öğrenemez.
Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken,
Bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür…
Leo Buscaglia
23 Ekim 2016 Pazar
Anlamazdın...
Dikkatsizce hunharca savrulan kelimeler bu kadar ortadayken kime neyi anlatmaya gerek var satırlarda?
Anlatsam anlayacakmıydın? Anlamazdın..
Adeta bir film sahnesinin hiç karşılaşmamış gibi duran kahramanlarıyız, ne rolümüz belli ne repliğimiz. Doğaçlama oynadık hep bu yüzden tekrarı çekilemedi hatalı repliklerin.
Adımlayabildiğimiz kadar yakınız ve savrulduğumuz kadar uzak..yalnızca kendimizi ifade edebildiğimiz kadar kelimelerimiz, çok zaman yetersiz ve eksik.
Bu yüzden değil mi denemişi deneme gözükaralığı ve "belki öyle değildir ha" umudu? Her şey yalnızlıktan, yerine birini koyamamaktan değil. Ama değmeyeceğini defalarca gördüğün birine böyle vazgeçilmez hissettirdiğin için nefret ettin her defa kendinden. O kendini kandırmak var ya hiçkimse yapamaz bu kötülüğü aslında insana. Kabul et, herkes ikinci şansı haketmez. Aynı suda iki kere yıkanılmaz.
İzin veren kendinsin kandırılmaya, tek suçlu doğru yerde ve sözlerinin arkasında duramaman dağ gibi. Hür ve dimdik. Bir rüzgarla savruluyorsun kum gibi.
Perde yine kapandı değil mi? Ama o son ne kadar çekersen çek asla değişmez, kaybettiğin zamana acısa da bir yanın diğer yanın müsterih olur en azından denedim diye *belki de bir tesellidir bu yalnızca*. Bile göre lades. Yediremezsin. Bilirim, bunu en çok ben anlarım...
İzin veren kendinsin kandırılmaya, tek suçlu doğru yerde ve sözlerinin arkasında duramaman dağ gibi. Hür ve dimdik. Bir rüzgarla savruluyorsun kum gibi.
Perde yine kapandı değil mi? Ama o son ne kadar çekersen çek asla değişmez, kaybettiğin zamana acısa da bir yanın diğer yanın müsterih olur en azından denedim diye *belki de bir tesellidir bu yalnızca*. Bile göre lades. Yediremezsin. Bilirim, bunu en çok ben anlarım...
Çok uyarılmıştın değil mi? çok yeminler ettin, bunu hatırlatanlara sırtını döndün, bu yüzden kimleri neleri kaybettin? neleri kaçırdın ya da kullandın? can yaktın mı yok yere eften püften bahanelere sığınıp? değdi mi? hayır. Senin iyiliğini düşünüp önerince yapmadığını sözüme gelip gönüllü yapınca doğruyu mu bulmuş oluyosun, söz dinleyince ezik mi olacaktın?
Bu yüzden gözden düştün, alay edildin, yanında olanları ardında bıraktın sırf o çıkmaz sokağa yeniden girebilmek için, çok yüzüne vuruldu tükürdüğünü yalaman,e haliyle? İstediğini söyleyen istemediğini işitirdi çünkü. Olsun. Denemeden bilemezdim de geç şimdi, ektiğini biçmek ya da bedel ödemek ne dersen de, ama önüne bak bu defa. Yol sanki orda bitmiş de çıkar yolun kalmamış gibi davranma aptallaşma:) Yol ayrımındadır asıl sır bazen.Sadece başladığından da daha yalnızsın şimdi.
Sahne kapandığında olabildiğince bir suskunluk perdesi inerken dudaklarımıza, diğer sahneye geçer geçmez pervasızca dökülüyor kelimeler günahlarımızla. Hangimizin daha çok günahı var bilemedim şimdi, hangimiz daha masum ya da hangimiz daha günahkar? Bu günah çıkartma kıyaslama her iki taraftan aynı mı görünür sahi? İtiraflar ne kadar zor ve ağır değil mi?
Ha, bu arada hangimiz diye birşey var mıydı? Biz dediğimiz Sen! lere düştüğünden beri 'evet' vardı. Yoksa tüm hayallerimiz, amaçlarımız, umutlarımız ve suçlarımız ortaktı, işlediğimiz her suçun arkasında durabilecek kadar sağlamdı yüreğimiz...BİZ'iken.
Şimdi madem bir film karesinin son sahnesinde son perdenin iplerini çekiyoruz ellerimizle..
ayrı karakterlerimizle; gel son bir defa ama son bir defa BİZ olalım...
ayrı karakterlerimizle; gel son bir defa ama son bir defa BİZ olalım...
En sevdiğim filmin bir repliğinde olduğu gibi, figürana düştüğümüz için terk ettiğimiz bu filmden sonra, dilerim ki hep meraklı olduğun gibi bu defa da başrol senin olsun ,
ben "karakter" oyuncusu olarak kalmayı tercih ederim:')
çünkü film bitse de, yıllar geçse de, onlar hep aklında ve yüreğinde kalır..
“Her tesadüf bir başlangıçtır; finali sen oynarsın,
perdeyi kader kapatır...”
Koskoca postun anlatamadığını candan anlatmış..
Koskoca postun anlatamadığını candan anlatmış..
20 Ekim 2016 Perşembe
Bana ait ne varsa hiçbir iz bırakmadan çekip gitmek istiyorum sessizce..
Başka hiçbir şey değil.
Başka hiçbir şey değil.
"Yorgun denizler usanmış fırtınadan— PERA (@peraband) 19 Ekim 2016
Bense bir gemi ve kaybolmuşum"
PERA - Veda Busesi https://t.co/hV862jF1vg@DokuzsekizMuzik
16 Ekim 2016 Pazar
Haddimden Bildiriyorum
Beni anlattığını düşündüğüm yazılar gördüm, şiir ve alıntılar gördüm, okudum ağladım,
yazdım sakladım, benimsedim, yardım aldım beni anlatması için ama benimmiş gibi yapmadım.
O cümleleri kuramamış olduğum için şaşırdım, kızdım ama ben yazsam herkes ulaşamazdı ki zaten?
Ama yazarı belli olmayan ve her kaynakta ayrı yazar adı, veya anonim diye sahiplenilmiş gördüğüm şeyler üzüyor beni, kaynağını bildiğim herşeyi mutlaka belirtirim olmadı alıntı derim. Çünkü tamamı benim anlatmak istediğimi ifade edemez zaten. Benim cümlelerim de sizi edemez.
Mesela bu yazı benim cümlelerdimden oluşuyor işte beceriksiz, düşük cümlelerim ve öncelikli yüklemlerim beni tanıyan hemen anlar o derece:) Mesela iki ayrı olay iki ayrı konuyu tek blog olarak yazıcam yine, bu da bana ait bi saçmalık . Ama bana ait..ben.
Ama başlık, bana ait bir dizilim değil..bir kitap adı. Ve sırf bu başlık ve tanıtım yazısı yüzünden alacağım bunu:
Önsözü hiç yazılmamış ikinci el kitapların paragraflarından geldim.
Kusuruma bakma çok el değdi, çok okundum, çok yorgunum.
Hüzün sofralarının en aç karnıydım, bir türlü doyamadım.
Yine de öpeceksen hüznümden öp beni.
Bir pencere gökyüzü sür yüzüme,
kuş kanatlarında sağanak yağmur sakla,gülüşünle ov sızılarımı...
Sana görülmemiş rüyalar adadım...
Bir nedenden hassasiyetim olan bir kelimedir "had" ve çok sık kullandırtır bana hayat.
Dün akşam sıkıntısı olduğunu farkettim sevdiğim birinin, konuşmaya başladık o da benim için aynı şeyi düşünmüş hatta sende bişey var derecesinde iddalı, olmadığını söyledim güldüm ama geçemedim, izah ettim inanmadı, sizin düşünmeden yaptığınız minik alemeti farikalar başkası için büyük anlamlar içerebiliyor anladım ki. Bende de bu oluyor ama neredeyse sert çıkarak birini bişey paylaşmaya zorlayamam ki belki içini dökmek belki içinde saklamak istiyordur, belki kendini hatalı gördüğü bir konudur zaten korkuyordur tepkimden, belki de gerçekten bişey yoktur duygu durum değişikliği yaşıyordur, yanında olduğumu bilsin isterim yalnızca, dilediğinde yargılamadan sessizce dinleyip sonra dilsiz olacağımı..haddim budur bana göre..
Kimseden çekinecek bişeyim yok ama verecek hesabım da yok, bu hakkı verdiğim insanlardan geri aldığım an bir daha vermem, ben kendimi sürekli açıklama yaparken öyle değil böyle derken buluyorum ve bu beni yoruyor, haddine mi demek istemiyorum,o hakkı biz vermişiz diye ama ben kendime haddime mi dedikçe ya da anlattığım biçimde düşündükçe bir bakıyorum kimsede bu yok? benim söylemem gerekenler bana sarf ediliyor çatır çatır e asıl o zaman birbirimizi anlamamız gerekmiyor mu?
Sahip çıkılması gereken şeylerin başında ot ocak mal mülk değil, kendine verilen sözler, insani değerler, edilen yeminler, ardına sığınılmış bahaneleri aslının o olmadığını bile bile yutmamak, salak yerine konmayı hazmetmemek, yemediği nane kalmayıp gidecek yer bitince ,sırf yalnız kalınca aynı kapıya dönüp aynı muameleyi göreceğini sanmamak hatta görürse bunun hayra alamet olmadığını bilecek kadar aydınlanmış olmak yani yememek:p
Haysiyet, onur, sözünün eri olmak, dediği yaptığı tezat olmamak, bahanelere sığınmamak
gibi değerlerin olduğunu unutmasa keşke insanlar değil mi:)
Yoksa benim gibi unutmayanlar ve esas alanlar zbam diye o yüzsüz yüzlerine vuruverir tokat gibi.
Demem o ki, madem debelendiğiniz yerde memnunsunuz sesiniz çıkmasın, size bişey dediğimiz de (ben ve benim gibi özü sözü bir dobra insanlar yani) abuk sabuk atarlanacağınıza dürüst olun, yalansız olun, attıklarınızı hatırlamakta zorlanmayın sonra, vee boyunuzdan büyük konuşmayın, sonra bi tarafınıza kaçmasın.
Bir KUŞ masalında dediği gibi:
Bir kuş soğuk bir kış gününde yiyecek bulabilmek için kanat çırpıp duruyormuş.
Hava o kadar ayazmış ki minik kuş dayanamayıp karların üzerine düşmüş.
Kuş çaresiz, soğuk karın üstünde ölümü beklerken
oradan geçen bir inek kuşun üstüne sıçmış.
Kuş öyle bir sinirlenmiş ki, kanatları donmamış olsa,
kalkıp ineği dövecek.
Bir de bakmış ki bokun sıcaklığı ile kanatları çözülmüş,
yaşama geri dönmüş.
Öyle bir sevinçle ötüyormuş ki, oradan geçen bir kedi de bunun sesini duymuş ve boku eşeleyip kuşu çıkarmış.
Kuş buna çok sevinmiş, tam kediye teşekkür edecekmiş ki,
kedi onu yemiş...
Şimdi; (Hikâyeden alınacak dersler)
1- Her üstüne sıçanı düşman sanma,
2- Seni her boktan çıkaranı dostun sanma,
3- En önemlisi:
BOKUN İÇİNDE MUTLUYSAN SESİNİ ÇIKARMA...
Belki de layık olduğun odur.
Bunu yazıp duvarınıza asın lütfen ;) İyi geceler:**
yazdım sakladım, benimsedim, yardım aldım beni anlatması için ama benimmiş gibi yapmadım.
O cümleleri kuramamış olduğum için şaşırdım, kızdım ama ben yazsam herkes ulaşamazdı ki zaten?
Ama yazarı belli olmayan ve her kaynakta ayrı yazar adı, veya anonim diye sahiplenilmiş gördüğüm şeyler üzüyor beni, kaynağını bildiğim herşeyi mutlaka belirtirim olmadı alıntı derim. Çünkü tamamı benim anlatmak istediğimi ifade edemez zaten. Benim cümlelerim de sizi edemez.
Mesela bu yazı benim cümlelerdimden oluşuyor işte beceriksiz, düşük cümlelerim ve öncelikli yüklemlerim beni tanıyan hemen anlar o derece:) Mesela iki ayrı olay iki ayrı konuyu tek blog olarak yazıcam yine, bu da bana ait bi saçmalık . Ama bana ait..ben.
Ama başlık, bana ait bir dizilim değil..bir kitap adı. Ve sırf bu başlık ve tanıtım yazısı yüzünden alacağım bunu:
Önsözü hiç yazılmamış ikinci el kitapların paragraflarından geldim.
Kusuruma bakma çok el değdi, çok okundum, çok yorgunum.
Hüzün sofralarının en aç karnıydım, bir türlü doyamadım.
Yine de öpeceksen hüznümden öp beni.
Bir pencere gökyüzü sür yüzüme,
kuş kanatlarında sağanak yağmur sakla,gülüşünle ov sızılarımı...
Sana görülmemiş rüyalar adadım...
Bir nedenden hassasiyetim olan bir kelimedir "had" ve çok sık kullandırtır bana hayat.
Dün akşam sıkıntısı olduğunu farkettim sevdiğim birinin, konuşmaya başladık o da benim için aynı şeyi düşünmüş hatta sende bişey var derecesinde iddalı, olmadığını söyledim güldüm ama geçemedim, izah ettim inanmadı, sizin düşünmeden yaptığınız minik alemeti farikalar başkası için büyük anlamlar içerebiliyor anladım ki. Bende de bu oluyor ama neredeyse sert çıkarak birini bişey paylaşmaya zorlayamam ki belki içini dökmek belki içinde saklamak istiyordur, belki kendini hatalı gördüğü bir konudur zaten korkuyordur tepkimden, belki de gerçekten bişey yoktur duygu durum değişikliği yaşıyordur, yanında olduğumu bilsin isterim yalnızca, dilediğinde yargılamadan sessizce dinleyip sonra dilsiz olacağımı..haddim budur bana göre..
Kimseden çekinecek bişeyim yok ama verecek hesabım da yok, bu hakkı verdiğim insanlardan geri aldığım an bir daha vermem, ben kendimi sürekli açıklama yaparken öyle değil böyle derken buluyorum ve bu beni yoruyor, haddine mi demek istemiyorum,o hakkı biz vermişiz diye ama ben kendime haddime mi dedikçe ya da anlattığım biçimde düşündükçe bir bakıyorum kimsede bu yok? benim söylemem gerekenler bana sarf ediliyor çatır çatır e asıl o zaman birbirimizi anlamamız gerekmiyor mu?
Sahip çıkılması gereken şeylerin başında ot ocak mal mülk değil, kendine verilen sözler, insani değerler, edilen yeminler, ardına sığınılmış bahaneleri aslının o olmadığını bile bile yutmamak, salak yerine konmayı hazmetmemek, yemediği nane kalmayıp gidecek yer bitince ,sırf yalnız kalınca aynı kapıya dönüp aynı muameleyi göreceğini sanmamak hatta görürse bunun hayra alamet olmadığını bilecek kadar aydınlanmış olmak yani yememek:p
Haysiyet, onur, sözünün eri olmak, dediği yaptığı tezat olmamak, bahanelere sığınmamak
gibi değerlerin olduğunu unutmasa keşke insanlar değil mi:)
Yoksa benim gibi unutmayanlar ve esas alanlar zbam diye o yüzsüz yüzlerine vuruverir tokat gibi.
Demem o ki, madem debelendiğiniz yerde memnunsunuz sesiniz çıkmasın, size bişey dediğimiz de (ben ve benim gibi özü sözü bir dobra insanlar yani) abuk sabuk atarlanacağınıza dürüst olun, yalansız olun, attıklarınızı hatırlamakta zorlanmayın sonra, vee boyunuzdan büyük konuşmayın, sonra bi tarafınıza kaçmasın.
Bir KUŞ masalında dediği gibi:
Bir kuş soğuk bir kış gününde yiyecek bulabilmek için kanat çırpıp duruyormuş.
Hava o kadar ayazmış ki minik kuş dayanamayıp karların üzerine düşmüş.
Kuş çaresiz, soğuk karın üstünde ölümü beklerken
oradan geçen bir inek kuşun üstüne sıçmış.
Kuş öyle bir sinirlenmiş ki, kanatları donmamış olsa,
kalkıp ineği dövecek.
Bir de bakmış ki bokun sıcaklığı ile kanatları çözülmüş,
yaşama geri dönmüş.
Öyle bir sevinçle ötüyormuş ki, oradan geçen bir kedi de bunun sesini duymuş ve boku eşeleyip kuşu çıkarmış.
Kuş buna çok sevinmiş, tam kediye teşekkür edecekmiş ki,
kedi onu yemiş...
Şimdi; (Hikâyeden alınacak dersler)
1- Her üstüne sıçanı düşman sanma,
2- Seni her boktan çıkaranı dostun sanma,
3- En önemlisi:
BOKUN İÇİNDE MUTLUYSAN SESİNİ ÇIKARMA...
Belki de layık olduğun odur.
Bunu yazıp duvarınıza asın lütfen ;) İyi geceler:**
4 Ekim 2016 Salı
Farzet ki..
Farzet ki, yazdıklarımı anlayabildin.
Ya anlayamadıkların?
Ya yazıp da sildiklerim?
Ya yazamadıklarım?
Rumi
2 Ekim 2016 Pazar
La Chanson..
Ve bir kez daha söyledi;
Sözlerim dudaklarımdan çıksa da kalbimin yankılarıdır...
Beni konuşturan gözlerin ve sevgindir.
Sonra ağır ağır kadehini kaldırıp içmeye devam etti.
Gözleri kraliçesinde ve elleri kılıcının kabzasındaydı...
Sonra biraz yorgun ama hala mağrur ,mırıldandı...
Bu böyle biline..
Ve zamanında kifayetsiz ilişkilerinin ardından sarf ettiği sözleri anımsadı;
Benden sonra kendini kucaktan kucağa atanları ya ben çok sıkmışım, ya özlerine döndüler, ya da onca insanın toplamının bir "ben" etmediğini gösterdiler bana..
Gün olup kendisinin bir lanet gibi bunu yaşayacağını ve göstereceğini, bilemezdi.. İçeride yeni bir çıplak beden beklerken onu, ruhsuz ve sevgisiz, tıpkı kendisi gibi;
Onun gözleri bambaşka yerlerdeydi..
Ağır ağır kadehini önündeki fotoğraftaki o simsiyah gözlere bakarak havaya kaldırıp ,mırıldanır fısıldarcasına,öfkeli,küskün,kırgın ama hala inkarda:
Je me suis perdu dans tes yeux...
Nasılsa onu duymuyordu artık...
Kaybedildiğini tekrar etse de teselli için,aslında bilirdi kaybedenin kim olduğunu...ve minicik bir esinti onun kokusunu getirdiğinde olanları..
Doğruldu yavaş yavaş yeni "mutlu" maskesini alıp masanın üzerinden,
sesini kesti içini kanırtan o şarkının son yudumunu kafasına dikip buzu çoktan erimiş viskisinin..
Mon doux, mon tendre, mon merveilleux amour...
Ve mırıldandı anlamsızca, sızladı herkesten gizlediği göğsündeki yarası,
mırıldandı anlaşılmaz bi hırıltıyla, yüzü asık..:
-Bu böyle biline..
Alıntı değildir. 2013 Ekim.
Sözlerim dudaklarımdan çıksa da kalbimin yankılarıdır...
Beni konuşturan gözlerin ve sevgindir.
Sonra ağır ağır kadehini kaldırıp içmeye devam etti.
Gözleri kraliçesinde ve elleri kılıcının kabzasındaydı...
Sonra biraz yorgun ama hala mağrur ,mırıldandı...
Bu böyle biline..
Ve zamanında kifayetsiz ilişkilerinin ardından sarf ettiği sözleri anımsadı;
Benden sonra kendini kucaktan kucağa atanları ya ben çok sıkmışım, ya özlerine döndüler, ya da onca insanın toplamının bir "ben" etmediğini gösterdiler bana..
Gün olup kendisinin bir lanet gibi bunu yaşayacağını ve göstereceğini, bilemezdi.. İçeride yeni bir çıplak beden beklerken onu, ruhsuz ve sevgisiz, tıpkı kendisi gibi;
Onun gözleri bambaşka yerlerdeydi..
Ağır ağır kadehini önündeki fotoğraftaki o simsiyah gözlere bakarak havaya kaldırıp ,mırıldanır fısıldarcasına,öfkeli,küskün,kırgın ama hala inkarda:
Je me suis perdu dans tes yeux...
Nasılsa onu duymuyordu artık...
Kaybedildiğini tekrar etse de teselli için,aslında bilirdi kaybedenin kim olduğunu...ve minicik bir esinti onun kokusunu getirdiğinde olanları..
Doğruldu yavaş yavaş yeni "mutlu" maskesini alıp masanın üzerinden,
sesini kesti içini kanırtan o şarkının son yudumunu kafasına dikip buzu çoktan erimiş viskisinin..
Mon doux, mon tendre, mon merveilleux amour...
Ve mırıldandı anlamsızca, sızladı herkesten gizlediği göğsündeki yarası,
mırıldandı anlaşılmaz bi hırıltıyla, yüzü asık..:
-Bu böyle biline..
Alıntı değildir. 2013 Ekim.
26 Eylül 2016 Pazartesi
Vur kadehi ustam..
Alkolle aram çok iyi değil. Çabuk carpilmam. Sarhoş olmak denen şeye inanmam. Insanlarin normalde bastırdığı maskeledigi seyleri yaradana sığınıp höykürme bahanesidir alkol hepsi bu.
Çenesini tutamayacak insan da içmesin bi zahmet. Ortami sabote edip iki paralık keyfini kacirmaya yada eski çöplüklerde eselenmeye, kafası bi dünya olan insanlara yük olmaya kimsenin hakki yok.
Ya ağzınıza için ya ziftin pekini için numaracilar sdghjk ay cok atarlandim.
Bu yüzden ölümüne önemlidir kimlerle nerde içtiğiniz.
Benim kolumdan başlayıp her zerre kaslarima ağrı yayılır içtiğimiz maddeye ve yere göre bedenim degil beynim değişik tepki verir.. Bence beynim.
Votkayla evde kizkiza icerken stand up yapan, yaran ben raki icer fasil dinlerken ağlarım.
Ama içime içime.
Söndürmusuz feneri salas bir balikcida.
Ama bunlarin bu serzenisle alakası yok bence. cunku kahve iciyorum ve mobilim su an. Yarın pazartesi. Good night
Çenesini tutamayacak insan da içmesin bi zahmet. Ortami sabote edip iki paralık keyfini kacirmaya yada eski çöplüklerde eselenmeye, kafası bi dünya olan insanlara yük olmaya kimsenin hakki yok.
Ya ağzınıza için ya ziftin pekini için numaracilar sdghjk ay cok atarlandim.
Bu yüzden ölümüne önemlidir kimlerle nerde içtiğiniz.
Benim kolumdan başlayıp her zerre kaslarima ağrı yayılır içtiğimiz maddeye ve yere göre bedenim degil beynim değişik tepki verir.. Bence beynim.
Votkayla evde kizkiza icerken stand up yapan, yaran ben raki icer fasil dinlerken ağlarım.
Ama içime içime.
Söndürmusuz feneri salas bir balikcida.
Ama bunlarin bu serzenisle alakası yok bence. cunku kahve iciyorum ve mobilim su an. Yarın pazartesi. Good night
mobil ileti.\Posted via Blogaway
24 Eylül 2016 Cumartesi
Bugün orda da cumartesi mi?
Bloğumu ilk açtığım zamanlar haftasonları neler yaptığımı yapacağımı yazdığım zamanlar olmuş, yazmak bir tür mental terapi ne de olsa, hatta mental detoks diye bir tabire rastlamıştım çok hoşuma gitmişti bu da:)
Genelde kendimi çok iyi hissetmiyorsam uzun yürüyüşlere çıkarım koşu parkurunda ya da ormanlık alanda, yanımda kimse olmadan sadece mp3üm ve ben. Bunu yazmışım mesela. Sonra mutfağa girerim. Orada kaybederim kendimi.
Haftasonu en sevdiğim şey geç kahvaltı etmek, acele etmeden, tadını çıkarta çıkarta hatta akşama kadar, bu yüzden de cuma akşamları mutlaka bi markete giderim, alışverişimi yaparım serpme kahvaltının kralı için, ama yetmez, daha iştahlı olduğum zamanlardı sanki ama şimdi de özel bişeyler yapmak istiyorum mesela ajvar sos yaptım ben ! O kadar güzel oldu ki anlatamam tarifini de yazıcam üşenmezsem #ipek in the kitchen bölümü unutulmuş:p
Bir de fırında pizzamsı bişey ki bu muhteşem! Bi fragman vereyim:p
Bazen kahvaltıma kuzenlerim ya da arkadaşlarım eşlik eder, bazen tek başıma sehpama kurarım tv ve pc önümde keyfime göre artık.. Evcilim ben bildiğiniz. Tipik yengeç olmak bunu gerektirir.
Sonraaa bir kedim var artık 2.5 yıldır, sabah insafına kalıyorum yani bazen ayakucuma veya burnuma girip uyuyor bazen ayaklarımı çekiştirip yorganın altına girmeye çalışıp koşarak mutfağa kaçıyo, mamasını vericekmişim paşama, çok yakında o kilo almaya ben vermeye devam edersek sonumuz böyle olacak zaten:
Bunca yıldır nasıl evde bir can olmadan yaşamışım bilemiyorum nefret ederdim kedilerden bir de:)
Bu arada filmlerden bahsetmiştim dün, hayatımızın sahneleri ve senaryolarından, bazen başkasının yazdığı senaryoya bilmeden dahil olsak da, misafir oyuncu da olsak başrol de, hazır yapılmış güzel filmlere ihtiyacım var özellikle hafta sonları bu keyif terapilerim sırasında, Deeptone u takip ediyorum ama Miam da güzel filmler önerir, başka tavsiyeleriniz varsa alabilirim?
Macera atraksiyon çekemem yalnız sıkılıyorum bu ara:f
Bu ara bol bol kitap aldım kışa hazırlıka deta en sevdiğim şey çayımı demleyip enstrümantal bir müzikle kitap okumak. Ama ne zaman elime alsam uykum geliyor. Neyse böyle işte kısaca.
Akşam için planım yok hafta içi fazla gezdim çıakcaksam cumartesileri tercih ediyorum.
Şimdi benim aklımda başka bir cumartesi şarkısı var ama benden bekleneni yapıp (ilk defa:p) vazgeçilmezlerimden olan Feridun un şarkısını dinliyoruz, sözleri öldürebilir yalnız..Aynalardan kaçarken özlenmeyi beklemek..ne kadar acı, ne kadar komik değil mi? diğeri haftaya cumartesi...
Genelde kendimi çok iyi hissetmiyorsam uzun yürüyüşlere çıkarım koşu parkurunda ya da ormanlık alanda, yanımda kimse olmadan sadece mp3üm ve ben. Bunu yazmışım mesela. Sonra mutfağa girerim. Orada kaybederim kendimi.
Haftasonu en sevdiğim şey geç kahvaltı etmek, acele etmeden, tadını çıkarta çıkarta hatta akşama kadar, bu yüzden de cuma akşamları mutlaka bi markete giderim, alışverişimi yaparım serpme kahvaltının kralı için, ama yetmez, daha iştahlı olduğum zamanlardı sanki ama şimdi de özel bişeyler yapmak istiyorum mesela ajvar sos yaptım ben ! O kadar güzel oldu ki anlatamam tarifini de yazıcam üşenmezsem #ipek in the kitchen bölümü unutulmuş:p
Bir de fırında pizzamsı bişey ki bu muhteşem! Bi fragman vereyim:p
Bazen kahvaltıma kuzenlerim ya da arkadaşlarım eşlik eder, bazen tek başıma sehpama kurarım tv ve pc önümde keyfime göre artık.. Evcilim ben bildiğiniz. Tipik yengeç olmak bunu gerektirir.
Sonraaa bir kedim var artık 2.5 yıldır, sabah insafına kalıyorum yani bazen ayakucuma veya burnuma girip uyuyor bazen ayaklarımı çekiştirip yorganın altına girmeye çalışıp koşarak mutfağa kaçıyo, mamasını vericekmişim paşama, çok yakında o kilo almaya ben vermeye devam edersek sonumuz böyle olacak zaten:
Bunca yıldır nasıl evde bir can olmadan yaşamışım bilemiyorum nefret ederdim kedilerden bir de:)
Bu arada filmlerden bahsetmiştim dün, hayatımızın sahneleri ve senaryolarından, bazen başkasının yazdığı senaryoya bilmeden dahil olsak da, misafir oyuncu da olsak başrol de, hazır yapılmış güzel filmlere ihtiyacım var özellikle hafta sonları bu keyif terapilerim sırasında, Deeptone u takip ediyorum ama Miam da güzel filmler önerir, başka tavsiyeleriniz varsa alabilirim?
Macera atraksiyon çekemem yalnız sıkılıyorum bu ara:f
Bu ara bol bol kitap aldım kışa hazırlıka deta en sevdiğim şey çayımı demleyip enstrümantal bir müzikle kitap okumak. Ama ne zaman elime alsam uykum geliyor. Neyse böyle işte kısaca.
Akşam için planım yok hafta içi fazla gezdim çıakcaksam cumartesileri tercih ediyorum.
Şimdi benim aklımda başka bir cumartesi şarkısı var ama benden bekleneni yapıp (ilk defa:p) vazgeçilmezlerimden olan Feridun un şarkısını dinliyoruz, sözleri öldürebilir yalnız..Aynalardan kaçarken özlenmeyi beklemek..ne kadar acı, ne kadar komik değil mi? diğeri haftaya cumartesi...
23 Eylül 2016 Cuma
Eskiden bu şarkıları böyle suskun mu dinlerdik?
Ne zaman şanssızlıklarıma ve herhangi bir biçimde beni üzen bişeylere takılsam karşımda bir kapı açılıyor, unutturmuyor elbette ama avutuyor..Sakin kalmamı sağlıyor bir şekilde hayat. En büyük sıkıntı zaman..Ve zaman bulamamalısınız olan biten veya olacakları düşünmek, üzülmek ve kendinize acımak için.Bir anda kendi içsesiniz, varsa vicdanınız sizi dürter bazı geceler..ta ki kulak verip o iç hesaplaşmanız bitip sizi doğru yola götürene kadar (iki yoldan birine) Kendine saygı herşeyin başı.İşte sizin sınavınız o saatten itibaren başlıyor zaten.
Herkes kendi filminin başrol oyuncusu, diğerleri ise yardımcı oyuncu veya figuranlar, bi solukluk yeri olanlar ve daimi olmasını istedikleriniz, yani filminizde rolü onlara siz veriyorsunuz, bazen yetersiz geliyorlar biçtiğiniz karaktere, bazen rollerini beğenmiyorlar, basıp gitme hakları var. Sizin de fesh etme hakkınız var, herkes oyuncusu ve sınavı birbirinin:) Arada fotobomb yapan gereksizler de olabilir mahfeder en güzel sahneyi.Çünkü güzel olan hiçbişeye tahammül edemezler.
Kendini gösteremeden öldüreceksiniz bazılarını. Bazen sözler ve yüzler flulaşacak ama bir an bir yerde yine belirecek, "Hatırlamak en büyük lanet.." diyordu bir filmde yine..ve şu an çalan müziğin melodisinde bir de şiir geldi aklıma;
Bazı filmlerin devamı çekilsin diye sonu mutlu bitmez.
Hükmen yeniğiz başlama vuruşum.
Tekrar karşılaşalım ve lütfen bu defa şampiyon olalım.
Seninle en iyi ağlamayı öğrendik biz, gülmeyi umut ederek.
Affetsek birbirimizi, kırıldığımız yerlere çiçek diksek; bir kelebek bir ömür daha yaşar...(!)
Neyse, ne diyecektim ben?
Yaşasın cuma! demek nasıl güzelmiş, nasıl özlemişim.
Bir haftanın bilançosunu yapmak gerekirse, tek kelime özetler: muhteşemdi!
Uyumak uyanmak bilmeyen bu düzen nasıl oturacak diye ilaçlar alıp hazırlayan ben, bir kere bile saat çalmadan uyandım, bir defa bile halsizlik çekmedim. Çok yoğundum ama herşeye zaman ayırabildim.
Yeni açılan kapı yeni umutlar, huzur, yeni bir amaç veriyor. Gücünüzü size hatırlatıyor. Şükredecek ne çok şeyiniz olduğunu da. Hayat devam ettiği sürece bu çark böyle yuvarlanıp gidecek, durursak altında kalmamız işten değil.
Bu hafta ilk gün yazlık mini elbiseyle gidip bugün montla gidip donmamı hangi karma açıklar bilemiyorum ama iyi ki öyle oldu, hiçbir gün işten eve koşmadım, onca zamanım varken dışarı çıkmayan ben paydos zili çalmış çocuk gibi yorgun çıkıp bir yerlere gittim ya da sürüklendim desem daha doğru olur. Bazen unutuldum sanıyorsunuz ya, işte değil öyle, güzel insanlar biriktiriyorsanız hayatınıza bir durakta dahil olan ne uzaklık ne yoğunluk sizi kopartamıyor, bir araya geldiğinizde kaldığınız yerden o yolculuk aynı keyifle devam ediyor. Hoşgeldin partilerimizi yaptık, son deniz kenarı balık keyiflerimizi yaptık artık havalar soğuyabilir, ben yağmuru çok severim bilirsiniz, biraz yürüsem altında belki yıkanır içim?
Güzel bir günü hatırlattı bana bu şarkı, şimdi burda olsa birlikte dinler gülerdik yine o güne ,atarına, benim ne yaptığım senin ne anladığına, zaten bi türlü anlaşılamadık, anlatamadık..
Aynı dilde susanlar, anlaşabilirler demiş La Edri, kimbilir:)
ölmüyor benim hafızam ve öldürmüyor evet-
Bu versiyonunu şuraya ekleyip kaçayım uzatmadan, oldu o zaman, bys..
Herkes kendi filminin başrol oyuncusu, diğerleri ise yardımcı oyuncu veya figuranlar, bi solukluk yeri olanlar ve daimi olmasını istedikleriniz, yani filminizde rolü onlara siz veriyorsunuz, bazen yetersiz geliyorlar biçtiğiniz karaktere, bazen rollerini beğenmiyorlar, basıp gitme hakları var. Sizin de fesh etme hakkınız var, herkes oyuncusu ve sınavı birbirinin:) Arada fotobomb yapan gereksizler de olabilir mahfeder en güzel sahneyi.Çünkü güzel olan hiçbişeye tahammül edemezler.
Kendini gösteremeden öldüreceksiniz bazılarını. Bazen sözler ve yüzler flulaşacak ama bir an bir yerde yine belirecek, "Hatırlamak en büyük lanet.." diyordu bir filmde yine..ve şu an çalan müziğin melodisinde bir de şiir geldi aklıma;
Bazı filmlerin devamı çekilsin diye sonu mutlu bitmez.
Hükmen yeniğiz başlama vuruşum.
Tekrar karşılaşalım ve lütfen bu defa şampiyon olalım.
Seninle en iyi ağlamayı öğrendik biz, gülmeyi umut ederek.
Affetsek birbirimizi, kırıldığımız yerlere çiçek diksek; bir kelebek bir ömür daha yaşar...(!)
Neyse, ne diyecektim ben?
Yaşasın cuma! demek nasıl güzelmiş, nasıl özlemişim.
Bir haftanın bilançosunu yapmak gerekirse, tek kelime özetler: muhteşemdi!
Uyumak uyanmak bilmeyen bu düzen nasıl oturacak diye ilaçlar alıp hazırlayan ben, bir kere bile saat çalmadan uyandım, bir defa bile halsizlik çekmedim. Çok yoğundum ama herşeye zaman ayırabildim.
Yeni açılan kapı yeni umutlar, huzur, yeni bir amaç veriyor. Gücünüzü size hatırlatıyor. Şükredecek ne çok şeyiniz olduğunu da. Hayat devam ettiği sürece bu çark böyle yuvarlanıp gidecek, durursak altında kalmamız işten değil.
Bu hafta ilk gün yazlık mini elbiseyle gidip bugün montla gidip donmamı hangi karma açıklar bilemiyorum ama iyi ki öyle oldu, hiçbir gün işten eve koşmadım, onca zamanım varken dışarı çıkmayan ben paydos zili çalmış çocuk gibi yorgun çıkıp bir yerlere gittim ya da sürüklendim desem daha doğru olur. Bazen unutuldum sanıyorsunuz ya, işte değil öyle, güzel insanlar biriktiriyorsanız hayatınıza bir durakta dahil olan ne uzaklık ne yoğunluk sizi kopartamıyor, bir araya geldiğinizde kaldığınız yerden o yolculuk aynı keyifle devam ediyor. Hoşgeldin partilerimizi yaptık, son deniz kenarı balık keyiflerimizi yaptık artık havalar soğuyabilir, ben yağmuru çok severim bilirsiniz, biraz yürüsem altında belki yıkanır içim?
Güzel bir günü hatırlattı bana bu şarkı, şimdi burda olsa birlikte dinler gülerdik yine o güne ,atarına, benim ne yaptığım senin ne anladığına, zaten bi türlü anlaşılamadık, anlatamadık..
Aynı dilde susanlar, anlaşabilirler demiş La Edri, kimbilir:)
ölmüyor benim hafızam ve öldürmüyor evet-
Bu versiyonunu şuraya ekleyip kaçayım uzatmadan, oldu o zaman, bys..
21 Eylül 2016 Çarşamba
Dostum güzel dostum..
Uzun zamandır özleyip hasretini çektiğim bir gün, işimdeyim gücümdeyim, huzurluyum, sağlığım gün geçtikçe düzene giriyor arada tökezlese de, biliyorum moral en büyük ilaç.
Ve ben doz aşımından korkuyorum :) Çayım önümde, işlerimi hallettim mola verdim. Taslaklara baktım şimdi, her birini yeni yazmıyorum yani. Yarımdır benim her şeyim hep zamanını bekler..ama o doğru zaman nedense gelmek bilmez. O yüzden belki bekletmemek lazım.
Hava soğudu, inanamıyorum üşüdüm, tenimin buz kestiğini hissettim, uyurken yorganıma sımsıkı sarıldım, gece yağmurdan mı bilmem elektrikler uzun süre kesildi, balkonda oturdum, üşüdüm battaniyemi aldım hani meşhur kareli olanı , en sevdiklerimle paylaştığım..şarkımı yani:)
Sonra o saatte çay demledim, oturup dostlarımı düşündüm, özlediklerimi, kaybettiklerimi, vazgeçtiklerimi, en kötüsü özlemek, çay kaşığı sesiyle irkildim sonra, birbirinden ve hayattan kopmuş herkesi bir araya toplamıştı bu kesinti, herkes balkonda ailece oturup sohbet etti, kahkahalar çınladı ve çay kaşığı sesleri..
Bana huzur veren bi semboldür bu ses neden bilmem.
O evde mutluluk ve huzur olduğunu düşünürüm balkonda çay sesi varsa:)
Bu şarkı ilk postlarımda var, sözleri tam ben tam siz, sahte dertleriyle yorulduk insanların,her saniyemiz değerli oysa, bu şarkı hep içimi ısıtır gülümsetir, o zaman bloggerlar daha kalabalıktık, inst yoktu, daha samimiydi blog ortamı,o zamanlar Matrax dinlerdik Ayçamla, onunla kaç defa küsüp barıştık aklıma geldi bak:) twitterdan takip ederdik muhabbeti, bir gün Zeki gözümden düşene dek devam etti bu bilmem hala var mıdır varsa da bayatlamıştı zaten ilk günki nefasetinde ve masumluğunda neden kalmıyor hiçbir şey?
Çay bile bekleyince acılaşıp bayatlıyor :'
Hırslar ve egonun mahfetmediği hiçbişey kalmadı mı, off tamam felsefe yapamayacak kadar keyifli bir yanım, diğer yanım yaprak döküyor arada, ne de olsa sonbahar di mi?
şimdi de gidip bunu dinleyeyim o zaman.
Ve ben doz aşımından korkuyorum :) Çayım önümde, işlerimi hallettim mola verdim. Taslaklara baktım şimdi, her birini yeni yazmıyorum yani. Yarımdır benim her şeyim hep zamanını bekler..ama o doğru zaman nedense gelmek bilmez. O yüzden belki bekletmemek lazım.
Hava soğudu, inanamıyorum üşüdüm, tenimin buz kestiğini hissettim, uyurken yorganıma sımsıkı sarıldım, gece yağmurdan mı bilmem elektrikler uzun süre kesildi, balkonda oturdum, üşüdüm battaniyemi aldım hani meşhur kareli olanı , en sevdiklerimle paylaştığım..şarkımı yani:)
Sonra o saatte çay demledim, oturup dostlarımı düşündüm, özlediklerimi, kaybettiklerimi, vazgeçtiklerimi, en kötüsü özlemek, çay kaşığı sesiyle irkildim sonra, birbirinden ve hayattan kopmuş herkesi bir araya toplamıştı bu kesinti, herkes balkonda ailece oturup sohbet etti, kahkahalar çınladı ve çay kaşığı sesleri..
Bana huzur veren bi semboldür bu ses neden bilmem.
O evde mutluluk ve huzur olduğunu düşünürüm balkonda çay sesi varsa:)
Bu şarkı ilk postlarımda var, sözleri tam ben tam siz, sahte dertleriyle yorulduk insanların,her saniyemiz değerli oysa, bu şarkı hep içimi ısıtır gülümsetir, o zaman bloggerlar daha kalabalıktık, inst yoktu, daha samimiydi blog ortamı,o zamanlar Matrax dinlerdik Ayçamla, onunla kaç defa küsüp barıştık aklıma geldi bak:) twitterdan takip ederdik muhabbeti, bir gün Zeki gözümden düşene dek devam etti bu bilmem hala var mıdır varsa da bayatlamıştı zaten ilk günki nefasetinde ve masumluğunda neden kalmıyor hiçbir şey?
Çay bile bekleyince acılaşıp bayatlıyor :'
Hırslar ve egonun mahfetmediği hiçbişey kalmadı mı, off tamam felsefe yapamayacak kadar keyifli bir yanım, diğer yanım yaprak döküyor arada, ne de olsa sonbahar di mi?
şimdi de gidip bunu dinleyeyim o zaman.
Dostum dostum güzel dostum bu ne beter çizgidir bu?
Bu ne çıldırtan denge?
Yaprak döker bir yanımız, bir yanımıza bahar bahçe...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)