4 Kasım 2013 Pazartesi

Kibir...kadını yaralar, erkeği öldürür:)

Birşeyler yaşarsınız.. kimine göre aşk, kimine göre saman alevi.. sizin ne yaşadığınızı yalnız "siz" bilebilirsiniz..,ama onun içte ne yaşadığını gene siz bilemezsiniz.
Her insan bir kapalı kutudur çünkü, pandora gibi içinde taşır kötülüğü de, güzellikleri de..size ne saçacağını bilemezsiniz. Seni kaybetmekten ölesiye korkuyorum derken.
Bir anda tansiyon yükselir, ipe sapa gelmez şeylerle ummadığınız sözler duyarsınız, söylersiniz, birbirini duyamazsınız ve sözlerinizin keskinliğini hesaplamadan savurdukça sonunda bir bıçak tam şahdamarınıza gelir ve sizi ayırır aniden.

Sözde eğlencenin dibine de vursanız yastığınız ıslanacaktır. Hep keşke leriniz olur. 
Keşke dinleseydim, keşke bekleseydim, keşke sakinleşseydik, ikinizin de canı acıyosa ,kırgınsanız ve haksızlığa uğradığınızı düşünüyosanız ayrılık rahatlatmaz sizi ama olan olmuştur. 
Sizi yeniden kıracağından korkuyorsanız asla geri adım atmazsınız, ya da istemiyorsanız, kafanız rahatsa.
Okuduğum bir kitapta "aşk asla iki kişide aynı anda bitmez" yazıyordu...önce sizde bitsin istersiniz ve bunu göstermek için  bişeyler yapmanız gerekiyormuş gibi davranırsınız, dağıtırsınız ya da tam aksi içe dönersiniz kozanıza kabuğunuza herneyse oraya kaçarsınız...
İşte böylece;
Ayrılıktan sonra dönemi başlar, hayat elbette bir gün normale, ondan öncesine dönecektir ama buhar olup uçmaz bir gecede duygular.. ve hep dediğim gibi, işte tam da bu ayrılık sonrası yalnız ayağa kalma dönemi asında sizin gerçeklerle yüzyüze kaldığınız dönemdir..
ya kaybettiğiniz insanın büyüklüğü karşısında acınız dayanılmaz olur,kalbinizde unutulmaz bir anı haline gelir, bir başyapıt olur her gece uyumadan önce bir damla gözyaşıyla beslediğiniz, zor susturursunuz kendinizi belki de bir gün susamazsınız...ya da tam aksi aslında aşkın perdelediği gerçekleri fark eder sizi nasıl yanılttığı, bazı şeylere nasıl sağır ve kör olduğunuzu apaçık gösterir ki en acısı da budur.. ama o zaman başyapıt olabilecek bu okunmuş kitabın aslında hiçbirşey anlatmadığını, bir ilizyondan ötesi olmadığını farkedersiniz... her sayfası aynıdır, her okuyana verecek, gösterecek başka bir sayfası olamadığı için. 
İşte bu yüzden küllerini savurursunuz bir an önce acımasızca, öfkeyle.. onun sıktığı palavralar, büyük sözler gibi...Eski onu tanıdığınız, sevdiğiniz, o sihirli haline dönemezse sizi ona tutkuya bağlayan, hayranlık ve merak uyandıran,ona olan tüm saygınız ve ardı sıra sevginiz yok olur, acınız önceleri katlandıkça katlanır ama pişmanlık yok olur. Onun avına ürkütmeden akıllıca yaklaşan et peşinde bir avcı olduğunu görürsünüz geçte olsa çünkü.. kendinizi minicik hissedersiniz, öyle aptal,öyle korunmasız..sonra yalanlarını fark edersiniz bir bir en basit şeylerde bile. E hani sen...? dersiniz ama ona duyurmadan .Kendinizi susturacak kadar güçlüsünüzdür artık.

Bazen gücünüz tükenir, o boşluğunuzu farkettiği an kapıyı zorlar, açılmayınca çirkinleştikçe çirkinleşir..hep iyi ki dedirtir..yeminlerle gelir, sözlerle döner ve yolda bozar sözlerini daha..
Belki de siz acımasızsınız? aslında o yaralı bir hayvan gibi acısıyla bir çok saçma şey yapıyordur.
Ama bunu gören kişinin ona zerre saygısı sevgisi kalmadığını,pişmanlık ve duyduğu özlemin yerini "iyi ki" lerin aldığını, er ya da geç fark edecektir.. ve en acı ayrılık, birinin içinde tamamen ölmektir..

 ‎” Nefret etmeyin;Nefrettaşınmayacak kadar ağır bir yüktür. ” der Martin Luther King


Dut yapraklarının üstünde dolaşan tombul tırtıllar, vakti geldiğinde, bir dala tutunup bir koza örerek kendilerini bu kozaya hapsederler, sonra o kozanın içinde bütün varlıkları erir ve ancak doğanın bildiği bir sihirle eriyen o varlık yeniden biçimlenir, koza yırtıldığında bir kelebek çıkar içinden...

Erkeğin kibriyle yaralanan kadın da kendini kendi hücresine sakladıktan sonra orada ruhu erir ve o hücreden intikamını almak isteyen soğuk ve öfkeli bir kadının ruhu çıkar.Bir tırtılın bir mucizeyle bir kelebeğe dönüşmesi insana nasıl inanılmaz gelirse seven bir kadının intikam almak isteyen bir kadına dönüşmesi de o kadar inanılmaz gelir.Aynı bedende ortaya çıkan iki kadın birbirinden öylesine farklıdır.
Önce sesi soğur.Erkekle aralarındaki bağı bir daha geriye dönülmez biçimde zedelemeden önce o soğuk sesiyle bir kez daha erkeğe kibrinden vazgeçmesi, onun hayallerine dönmesi için seslenir.

O sıradaki sesi, gerçekten hem ürkütücü hem de çok üzücüdür.Neredeyse metalik vurgularla kurulan cümlelerin altında "yapacağa şeye" engel olması için bir yakarış saklıdır aslında.Çünkü yapmaya hazırlandığı hareketin, bütün hayalleri ebediyen yok edeceğini bilir.Erkek bu sesi duymadığında, kendini ve erkeğini hayat boyu yaralayacak hamleyi yapmak için yola çıkar.Hemen hemen her konuda çok karmaşık duyguları, olayların her türlü ayrıntısını tek tek fark eden büyük bir algılama yeteneği olmasına rağmen kadının intikamı genellikle tek ve basit bir hamledir.
Kalabalıkların önünde yaralanan kadınlar ise intikamlarını kalabalıkların önünde alırlar.

Ondan sonra ağlayan, yakınan, söylenen,Victor Hugo’nun deyimiyle "sevilmediği için bayağılaşan" erkekler görürsünüz.

Böyle bir darbe aldığında ağır biçimde yaralanmayan bir erkek yoktur.Ve, bu darbe bir erkeğin kendi varlığının çevresinde oluşturduğu parlak zırhı parçalar, onun altından onun varlığının özü çıkar.Sanırım bir erkeğin nasıl biri olduğunu en iyi bu zamanlarda anlarsınız.En derininde gizli olan, bir ceset gibi suyun yüzüne vurur.Bayağılığı, çirkinliği, güçsüzlüğü, ucuzluğu ya da tam tersi soyluluğu, gücü, zarafeti böyle zor durumlarda anlaşılır.Erkeklerin aralarındaki farkları onların acıyı taşıma biçimlerinde görürsünüz.Çünkü o pençe ruhlarına yapıştığında hiçbiri kendini saklayamaz.....

Şuradaki yazımdan alıntı.

Dev gibi bir acizlik, cüzi kibir perdesi ile örtülemez ...

Acizlik ne demektir bilir misiniz?
Kelime anlamını aşağı yukarı bilirsiniz,ama benim gördüğüm en güzel tanım şu:
Acizlik, acınacak halde olan insanların çaresizliğidir...

Yıllar önce okuduğum bir kitapta, şiddete başvuran insanların ,çaresiz kaldıklarını hissettiklerinde,
başka hiçbir biçimde başa çıkamayacaklarını düşündükleri duruma, varolan son şeylerini, 
güçlerini kullanarak müdahale etmeye şuursuzca girişimleri olduğunu yazıyorudu..
Tam böyle anlatmıyordu kitap tabii ama bu benim acizliğim, benim şiddetimse dilim!

Canım yandığı anda, ne desem karşımdaki bunu anlamadığında, hele de içinden cımbızlayarak kelimelerimi çarpıtıp yanlış  anladığında,yani her şey üzerime geldiğinde,
benim başvurduğum ama yapmadığımı sandığım..hangi kelimemin cümlemin karşımdakini yaralayacağını kestiremediğim şiddetim bu dilim..zehir dilim...

Haklı da olsam haksız da, yaraladığım insandan çok daha fazla kanama sebebim...ama en üzüldüğüm kahrolma noktamsa o dereceye gelene kadar içime çok atmış, çok sabretmiş,çok umut etmiş olmam..
Ama aldığım her tepki ilk an "az bile söylemişim sana, benim söylemediklerimi de anlaman gerekiyordu
,ben bunu mu dedim şimdi,pes..hakettin! bla bla bla..." dedirtse de...susmaya devam etmiş olmayı dilerdim,
ben acısam da acıtmamayı...Hacı Bektaşi Veli, İNCİNSEN DE,İNCİTME!! demiş...

Herkesin karşısındakine acı çektirme yolu farklı, herkes öldürür ya sevdiğini..benim anlamadığım dilde yapıyo karşımdaki insan. Ve beni nerde bulacağını biliyo ama benim böyle bir şansım bile yok..ne düşündüğünü gerçekten bilme şansım.. Onca zaman susup sabretmişken..keşke başarabilseydim yine.. ah keşke...uyuyan yılanı uyandırmasaydı zorla..
çok uzun zaman oldu kendimi kendi kelimelerimle anlatmayalı di mi, çünkü halim yok...ama biri değerse yarama yazıyor,yazıyorum, kusuyormuşum..:(

Şimdi al o eğmediğin başını, yenemediğin kibrini, ne halin varsa gör bakalım küçük hanım...Selametle.
Haa ama sen de!! Bir kere olsun büyüklük sende kalmasın,olgunluk yaşla mı, çocuk gibi davranmaya devam et..
Ama kendime acıdığım kadar acıyorum sana da, çok daha fazla hatta.
Böyle olur devlerin vedası..:(



İlk tanıdığım ve sevdiğim şairdir Ümit Yaşar Oğuzcan, çünkü onun şiirlerinin bir tek hedefi vardır,kavuşamadığı aşkı Mihriban ve ona yazıp göndermediği şiirleri..Mİ diye biten şiirleri vardır...
Benim çaresizliğim acizliğim için de yazmış...kelimesi keslimesine,ben yazmışım gibi..

çaresizliğin en amansız olduğu yerdeyim şimdi
ilk defa sevmenin tarif edilmez korkuları içindeyim
uykusuz gecelerin yorgun sabahlarında seni düşünüyor
ve korkularla yine sana doğru koşuyorum
hep aynı soru düşüncemde ya severse?
o zaman neler olabileceğini düşünmek korkutuyor beni
ilk defa yenileceğimi anlıyorum
karşımda kendinden emin gözlerin, dudakların, ellerin bunu söylüyor bana
seni tanımadan geçen bütün yıllara lanet ediyorum
önceleri hiç bilmediğim adını, şimdi binlerce defa tekrarlıyor dudaklarım
gün oluyor bir tabloyu seyredercesine mutlu heyecanlarla doluyorum karşında
gün oluyor eski bir yunan heykelin ölümsüz güzelliğiyle büyülüyorsun beni
gözlerin gözlerime takılınca güçsüzlüğüm aklıma geliyor
beni sevmediğin sevmeyeceğin
o zamanlar öylesine yıkılıyorum ki bilemezsin
insan nasıl gökyüzüne baktığı zaman
bu sonsuz evren içinde küçük ve çaresiz bir yaratık olduğunu anlarsa
güzelliğinde bana aynı şeyleri düşündürüyor
gün oluyor mavilerde, gün oluyor kırmızılarda, gün oluyor karalarda yaşıyorum seninle
dudaklarında çıkan her kelime suya bir taş atmışçasına büyüyor içimde
nereye gitsen kulaklarımda o yarı karanlık çocuksu sesin
sonra kendine has kokun, kokuların en çıldırtıcısı, en tahrik edicisi
ve gözlerin..
esmer bir akşamüstünün serin hüznünü getiren gözlerin
görebildiğim, duyabildiğim her şey bana seni sevmeyi söylüyor
uzaklaştıkça yaklaşıyor uzak
işin en kötüsü yaklaştıkça da uzaklaşmaktan korkuyorum
belki hiçbir zaman sana seni sevdiğimi söyleyemeyeceğim
ne sana nede senden başkasına...
düşün ki çoğu zaman kendime bile söyleyemiyorum
sanki söylediğim anda her şey bitecek ve bu emsalsiz büyü bozuluver ilecekmiş gibi geliyor
bir insanın kendini aldatması ne güçtür bilirsin
bu sevmek korkusunun aslında çok sevmek olduğunu biliyor fakat anlatamıyorum
galiba asıl korku sevmek değil onun arkasına gizlediğimiz sevilmemek korkusu
küçük aldanmalarla kendimizi avutmaya çalışıyor
düştüğümüz bir çıkmazda bir teselli arıyoruz kendimize
belki de aynı korkular içindeyiz seninle, bir birimizden haberimiz yok?
sevmek
seni alabildiğine sevmek..
hiçbir şeyi umursamadan, bütün karanlıkları hiçe sayarak sevmek
tutmak ellerinden, o derinlere inmek, gitmek oralara, o yerlere
orda hep sen olmalı, seni yaşamak ve olduğun yerde bile
seninle sensiz olamamak
sonrada sensiz edemediğimi, edemeyeceğimi söyleyememek sana
susmak
susmak
korkudan ölünceye kadar....

2 Kasım 2013 Cumartesi

Sen Bitti Zannet...



Sen..bitti zannet..
çoktan herşeyi unuttum zannet
senin gibi ben de
dünyanın seyrine kapıldım zannet

oysa bir daha
eski neşemi hiç bulamadım
aşk oyununda
kalmadı o eski inadım

senin olmaya alıştırdın beni
unutulmayı öğretmedin bana

ben hala sana ağlarken
hala yasımı tutarken
bir başkasını nasıl severim
bu yorgun kalbimle

her gece hala bu evde
senin sesini duyarken
bir başkasını nasıl isterim
bu anlamsız halimle

2 Ekim 2013 Çarşamba

Büyüt beni..

Sevmeni istiyorum beni…
Tamamlanmamışlığımı sorgula, kına !
Yorgunum, azımsa yorgunluğumu…
Kırgınlığımı yer,
Önemset boşladığım şeyleri.
Kuşkulandığımda, doğrula kuşkularımı.
Yatıştır sonra, insancıl kıl beni…
Korkuyorum, onayla korkularımı.
Birlikte direnelim sonra…

Bir siyah üzümün soyması gibi kendini,
Geldim. 
Üstlen..
Büyüt beni…

28 Eylül 2013 Cumartesi

The Police - Every Breath You Take


Aldigin her nefeste 
Her hareketinde 
Kopardığın her bağda 
Her adim atisinda 
Seni izliyor olacagim 
Her bir gun 
Soyledigin her kelimede 
Oynadigin her oyunda 
Her gecende 
Seni izliyor olacagim ..

Göremiyor musun 
Sen bana aitsin 

Her adım atışında benim zavallı kalbim nasıl da sızlıyor 
Her hareketinde 
Her yeminini bozduğunda 
Aldatici her gulumsemende 
Seni izliyor olacagim 

Since you've gone I been lost without a trace 
I dream at night I can only see your face 
I look around but it's you I can't replace


27 Eylül 2013 Cuma

Etme...



Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.

Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.

Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için...
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.

Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.

Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.

Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.

Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.

Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme
Mevlana Celaleddin Rumi

26 Eylül 2013 Perşembe

Aşk..

Tam ben yazsam bu kadar olur dersiniz ya, öyle bir yazı kaleme almış Aret Vartanyan..
Çok şey yazasım var aslında bu ara ama boğazımda bi düğüm..engel oluyo bana..
Tam mucizelere inanacakken, betona çarpmak hayatın ta kendisi değil mi?

Aşk her şeydir de, bir insana aşık olmak nasıl farklı bir tat katar yaşama...
Siyah beyaz karelerin içine renkler düşmeye başlıyor. 
Hayatın tekdüzeliği kaybolurken, her sabah kelebekler uçuyor yüreğinde. 
Telefonun her titreyişinde kalbinin sesini duyarken, minik bir dokunuş hayallerini süslüyor. 
İlk dokunuş, ilk temas, ilk öpücük,... 
Paylaşılan ilk şarkılar, ilk dans, ilk olan birçok şey... 
Yaşı yok, yeri yok, zamanı yok... 
Günün getirdikleri, yaşamın kuralları karışana kadar ne kadar güzel her şey. 
Korkularımız, geçmişimiz, çevremiz yavaş yavaş kirletiyor aşkı. 
Aşka aşık olmayan, aşkı nasıl yaşar ki? 
Aşkı kurallarla yaşamaya çalışan, yüreğini dizginleyen, aşkın tadını nasıl alabilir ki?

16 Eylül 2013 Pazartesi

Birinin Kadını Olmak..

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!
Biraz korunmak, biraz şımarmak...
Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak,
belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek,
Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun,
sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!
Neden mi?

Herkesin eli tutulmaz,
herkesle film seyredilmez,
herkesle çekirdek çitlenmez,
herkesin kadını olunmaz da o yüzden!
İçinden gelmeli...
Hücrelerine kadar hissetmeli, dna larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun!
Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar...

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!
Sabahları uyandığımda “günaydın sevgilim” mesajları görmek istiyorum telefonumda.
Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. 
Özlemek istiyorum birini.
Dayanamamak istiyorum!
Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara...
Gülümsediğim için daha çok çalışmak...

Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, 
hiç sevilmediğim gibi...
Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!

Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum “neredesin” diye,
“Hımm kim aradı bakayım” diye! Ben sormam ama, korkmasın.
O sorsun!

“Biliyo musun ne oldu?” ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana..:(
 Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar.
Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur.
Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte."Ya evet çok mühim bir şeyler olmuş" falan desin bi de sonunda..

Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde birinin elini tutup gezemem mi?
İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?

Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olurmuydum?
Hiç sanmam! 
Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok. .

Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz! 
Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak...
 
Çekirdek mutlaka olsun!

Keşfedilmemiş günahlar..



Muhteşem limanlardan ayrılıyoruz
Yüksek tepelerden atlıyoruz
Issız adalarda yasak meyvelerden yiyip
Keşfedilmemiş günahlar buluyoruz
Sonra beraber olsak diyoruz
En ufak tebessümden yüz buluyoruz
Her yere kiraz ağaçlarından
Pembe karlar yağdırıp
Affet diye yalvarıyoruz
Sonra yine yine aldatıyoruz
--
Bir vardın sonra bir yoktun
Masalları çoktun hep oynuyordun
--
Oysa nede çok sevmiştik
Oysa yine söz vermiştik
Bu son artık dayanamam
Bu yara artık durmadan kabuğu koparılan
Ve kanayan..

13 Eylül 2013 Cuma

Kelebeğin ömrü...

Kendinizi hayatın akışına koşturmasına öyle bir kaptırırsınız ki bazen, bu paradoksta kaybolursunuz..
Başta olmazsa olmazınız olan bir sürü şeyi bulamaz ama alışırsınız..normali buymuş gibi..şikayet etmeye sızlanmaya devam etmeniz durumu değiştiremeyecekse kabullenirsiniz..kaybolan yıllarınızdır, umutlarınız beklentilerinizdir, görmezsiniz..
Öncelikleriniz hiç siz olamazsınız ,yasaktır. 

İşinizdir,kariyeriniz,çocuklarınız, sorumluluklarınız,yani  neyiniz varsa onu sizin önünüze geçirirsiniz herkes sizden bunu bekler zaten .Görevinizmiş gibi.
Ve kozanıza kaçarsınız bir daha çıkmamak üzere..

Ama bir gün gelir sığamaz olursunuz o sıkıştığınız daracık dünyaya.

Bir tek gün bile olsa yaşamak kanat çırpmak hiç olmazsa boğulmamak istersiniz..
Çıktığınızda hala tırtıl sanarsınız kendinizi ama sizi kelebek gören biri gelir,

sizi inandıramaz bir türlü önce ,bir ayna tutar sonra sizi güzelliğinize ve kanatlarınıza inandırmak için:)

Ve o kalan bir tek gününüz onun ellerinde son bulsun diye, kanat çırparsınız aşka...

 Bak, ipekböceği kozadan çıkarken alın teriyle ördüğü ipeği yırtıp parçalar.
Bu yüzden çiftçiler ya ipeği seçerler, ya ipekböceğini..
 İkisini birden koruyamazlar.
Çoğu zaman ipeği kurtarmak için ipekböceğinin canını alırlar.
 Bir tek ipek mendil için bilir misin yüz ipekböceği can verir?

25 Haziran 2013 Salı

Bi'şey..


Kaybetmek korkusu öyle bir sarıyor ki bizi, kaybetmemek için çırpınıyoruz. 
Bundandır konuşmak isterken susmamız, kendimizi eksilte eksilte fazlasını vermemiz. 
İyi çocuk olmak olur derdimiz; kimse bırakmasın, terk etmesin bizi. 
Sanırız ki biz verdikçe, daha çok sevecek, daha çok anlayacaklar bizi. 
Bazen gördüğümüz halde görmemezlikten geliriz birçok şeyi. 
Sanırlar ki, kandırıldık, uyuduk, fark etmedik. 
Oysa sen yüreğine taş basarak gözlerini başka yana çevirmişsindir.
Bil ki, gerçekten senin olan hiçbir şey seni bırakmaz. 
Yeter ki sen kendini terk etme..



Aret Vartanyan / Gerçekten Yaşıyor Musun

16 Haziran 2013 Pazar

Kıssadan hisse odur ki: Bir şeyi, ancak içinde kaybolan bilebilirmiş!

Dört tane kelebek bir gün bir ateş görmüşler. 
Bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istemişler. 
 Birinci kelebek ateşe biraz yaklaşmış ve üzerinin aydınlandığını görmüş. 
Arkadaşlarının yanına gelmiş ve:
 –Bu ateş aydınlatıcı bir şey! , demiş.. 

 İkinci kelebek bununla yetinmeyerek daha fazla şey öğrenmek istemiş. 
Biraz daha yaklaşmış ve ısındığını hissetmiş…
Demiş ki: –Aynı zamanda bu ateş ısıtıcı bir şey! 

Üçüncü kelebek bununla da yetinmemiş, Biraz daha biraz daha yaklaşmış. 
Bir anda ateşin kanatlarını yaladığını hissetmiş ve yanmış kanatlarıyla geri dönmüş… 
Şöyle demiş: –Ve bu ateş yakıcı bir şey! 

 Sonuncu kelebek daha da çok şey öğrenmek istiyormuş. 
Biraz yaklaşmış, aydınlandığını görmüş. 
Biraz yaklaşmış, ısındığını hissetmiş. 
Biraz daha yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuş. 
 ve biraz daha yaklaştıktan sonra tamamen yanan kelebek “poff !” diye ortadan kayboluvermiş… 
 Ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geri dönüp söyleyememiş… 
Çünkü o kaybolmuş ateş içinde 
ve bir şeyi, ancak içinde kaybolan bilebilirmiş!…


13 Haziran 2013 Perşembe

Şaka değil! Beyoğlu Belediye Başkanı canlı yayında neden şoka girdi?

Bundan sonra Beyoğlu'nda ne olacak sorusu Belediye Başkanına o kadar anlamsız geldi o kadar afalladı ki, heberlerden bi bölüm sandım, pes!!


“Biz de onları bir tek mermi bile sıkmadan öldürebiliriz, daha insan olup bu boklara oy vermeyi reddederek, ne sunuyorlar bize?” demiş -Bukowski

4 Haziran 2013 Salı

Yaprak döker bir yanımız...

Bursa'da toplanan binlerce kişi polis müdahalesi olmadan demokratik ve olaysız bir protesto gerçekleşti, 
diğer illerimizde de aynı tablonun olması dileklerimizle.

dedik ama  kötü haber gelmekte gecikmedi,
 CHP Antakya Gençlik Kolları üyesi Abdullah Cömert isimli genç başına aldığı sopa darbeleri sonucu hayatını kaybetti..:(

Turkiye'de son birkac gundur yasananlarin aci ozeti!.. Tum Dunya'ya Saygilarimla -
 Brief summary of the dramatic events taking place in Turkey for the past couple of days!.. 
With my regards to the rest of the World.(youtube dan alıntı)
P.S. Video'daki muzik / Song in the Video: Sefiller'den "Halkin Sarkisini Duyuyor musun?" /
 "Do You Hear The People SIng?" from Les Miserables


Dedem o ellerini öpeyim başıma taç edeyim seni:*
Sadece yeni nesil değil Atasının yolundan şaşmayan!

Basın paparazzi yoksa hiçmidir ülkemizde?
Nasıl bu hale geldi olaylar peki?
image is worth a thousand words...
Help us spread the reality of Turkey affecting both our humans and our animals... 

 BEFORE DAWN
A new day in Turkey... a chance for the Turkish government to understand WHY this has happened and the real meaning of the word DEMOCRACY.


SHARE!!!


03.06.2013 bak bi ayyas capulcu ibadetini yapiyo tayyip efendi.biz gazdan kacarken kardesimiz namazini bozmadi.
lutfen bunu yayin ibret olsun provakasyon diyene,bu eylemi partilere baglamaya calisana.(facebooktan alıntıdır)ama es geçilmemeliydi
Süslenmiş dikkati iyi çekmiş kendi adına kardeşim ama,
Polis emir kulu değildir tercih meselesidir bu, kanunen de red hakları oldugu yazılı günlerdir heryerde.
Oğluna sarılıp ağlayan polisin verdiği suyu almayan anne beni ağlattı bu gece!
Ya yerdeki o zalimlerin evladı olsaydı hunharca vuracaklarmıydı öldüresiye?
Okan Bayülgen in anlatımıyla:
Gösterilere müdahale etmek tercih değildir, emir gelir sen yaparsın. Gaz bombası atmak tercih değildir amirin söyler sen yaparsın. AMA250 gr. ağırlığındaki gaz bombasını lazer Pointer ile göstericinin tam kafasına denk getirmek tercihtir. Bir kadını 10 kişi yerlerde sürükleyerek dövmek tercihtir. Panzerden tazyikli suyu göstericinin göğsüne 30 derece açıyla 10 metre yakınlıktan sıkmak tercihtir. Akp gençlik kolları birliğiyle duvar kenarına sıkıştırılan bir insanı yüzünü tekmeleyerek dövmek tercihtir. Onlarca insanı kör, sakat bırakmak, panzerle ezmek, öldürmek tercihtir. Döverken keyif alıp "canımsın" demek tercihtir. Tercihini bunlardan kullanan insan değil insanlığını yitirmiş kansızın tekidir..
Çok materyal var herkes heryerde paylaştı o yüzden uzatmıyorum ama tarihe acı bi hatıra olarak kazındı bir gün daha ne yazık ki bir de can feda oldu bu uğurda...Yarı benim yarı medyadan alıntıdır cümleler ve resimler.

1 Haziran 2013 Cumartesi

Güzel bir gün dönmek için!!

Günün Fotoğrafı Bursa'dan.

"Anne,parklara bizim için limon ağacı dikin."
#direngeziparki

Eve şimdi geldik, çok yorgunum, daha çok kalmak isterdim ama istenirse nasıl tekyürek elele olunacağını gösterdi her bir yandan insanlar!

Bugün Kültürpark'tan Heykel'e binlerce kişi yürüdü... 

Kimsenin burnu bile kanamadı...
Demek ki neymiş?.......

Resimler çok sevgili Bursa Kültür Sanat tan. Canlı, süperdi (:
Yalnız anlamadığımız biçimde yürüyüş bitip eve döndüğümüzden sonra yollar ulaşıma kapandı bir karmaşa olmuş..
Pazar günü de FSM de toplanıldı.

18 Mart 2013 Pazartesi

Ben senden sonra eksiğim..

SUNAY AKIN ANLATIYOR: 

 Mustafa Kemal Atatürk'ün naşı İstanbul'dan ayrılıyor,
 Ankara'ya götürülecek. İnsanlar üzüntülü, hüzün var her yerde... 
Karaköy'den geçerken birdenbire, 'Çıt' diye bir ses... 
Çıt! Çıt! Çıt! Aaa! Gökyüzünden düğme yağdı biliyor musunuz? 
Düğme yağdı gökyüzünden! Atatürk'ün o bayrağa sarılı tabutuna düğme yağdı... 
Rengârenk düğmeler! Düğme yağıyor! Çıt! Çıt! 
Düğme yağıyor! 
Herkes yukarı baktı!
 O caddedeki dükkânlarda, bürolarda Türkiye Cumhuriyeti'nin Yahudi vatandaşları var pencerelerde...
 Ve Yahudi kardeşlerimiz, ülkenin Yahudi vatandaşları, önderlerini, 
 bu güzel insanı kendi (matem) geleneklerine göre "gömleklerinin ceketlerinin düğmelerini kopararak" uğurluyorlar... 
Nasıl bir görüntü... 
Atların çektiği top arabasında Mustafa Kemal Atatürk'ün tabutu 
 ve üstüne rengârenk düğmeler yağıyor, pencerede gözüyaşlı insanlar... 
Gömleklerin, ceketlerin düğmeleri kopartılarak uğurlama ne demekmiş 
biliyor musunuz?

 "BEN SENDEN SONRA EKSİĞİM"

Sunay Akını dinlemeye bayılırım öyle heyecanlı öyle güzel anlatır ki..Bu harika bişeydi paylaşmak istedim böyle özel bir günde.

18 Mart Çanakkale Şehitleri Anma Günü kutlu olsun ..


Çok mzledim blogumu bu da dönüş yazısı olsun:)

19 Şubat 2013 Salı

İki Zavallı Kuş feat. Teoman (Aylin Aslım)


 Sonumuz böyle olmayabilirdi
Kör olmasaydık eğer
Senle ben çok güzel bir resimdik
Aşık oldu görenler
 Ademle Havva olabilirdik
Cennet olsaydı eğer
 Hayatımın erkeği olabilirdin
Bulmasaydı gerçekler

 Tek bir söz söyle bana
Umut var hala
 Tek bir söz yetmez ama
Durur mu dünya
 Ne dua et ne inan
Ne ihanet ne yalan
Biz kanatları olmayan
Uçmak için çırpınan
İki zavallı kuştuk özgürüz şimdi
Ağla ağla ağla ağla
Ne ucuz ne ağır roman
Tanrı mı bunu yazan
Aynı rüyayı göremeyen
Birbirini bulamayan
İki zavallı kuştuk özgürüz şimdi
Ağla ağla ağla dünya durana kadar

 Söz: Aylin Aslım Müzik: Övünç Danacıoğlu

2 Şubat 2013 Cumartesi

Deli Ayten

Yaydım yani,bildiğin yaydım kendim sıkıldım bu durumdan en başta. 
Tamam çok renkli macera dolu survivor türü bi hayatım yok ama beni onca heyecanlandıran,sevindiren, kızdıran bi ton olay oluyo özellikle gündemdeki tatsız haberler.. 
Bunun harici yorumlarınıza cevap verememişim çok utanıyorum çok teşekkür ederim geçte olsa hepsine tek tek bi teşekkür yazmak istiyorum an azından.. Nolur mazur görün:(

 Şimdi bu yazı alıntı Bursa Kültür Sanat tan, çok kullanılan bir deyimdir "deli ayten", bilmem duydunuz mu sizde? Ve bunun aslında iç acıtan da bir öyküsü varmış. 
Tarihi bişey benim için bu şehir efsaneleri ve çok önemserim. Okuyalım:
Bursa’da yaşayanlar bilir; Deli Ayten lakaplı Ayten Şenaşık hanımın hikayesini... 
Bir de Ersin Kalkan Beyden dinleyelim bakalım; 2009′da Hürriyet gazetesinde yayınlanan yazısıyla…

DELİ AYTEN (AYTEN ŞENAŞIK) Kimdir

15 yıl önce Bursa’da Deli Ayten adında bir

kadın yaşardı. Omzuna bir davul takar, eline bir cümbüş alır, koluna rengarenk çantalar takar, sabahtan akşama kadar o çarşı senin, bu pazar benim dolaşıp dururdu. Esnaf onu çok severdi.

Yaz gelip de Bursalılar sahillere ya da sayfiyeye çekildiğinde çarşılarda işler durur, baharın curcunasının yerini derin bir eski zaman sessizliği alırdı. İşlerin kesat olduğu bu ıssız zamanlarda Kapalıçarşı’nın girişinden bir davul sesi duyulurdu önce. Herkes Deli Ayten’in geldiğini anlardı böylece. Can sıkıntısı yerini neşeye bırakırdı ansızın. Ayten önce davulunu çala çala bir uçtan diğerine geçerdi çarşıyı. Sonra da geldiği yoldan cümbüşünü inleterek geri dönerdi.

NEREDE MOLA VERİRSE ORAYA NUR YAĞARDI

Kapıların önüne yığılan esnaf, “Ayten Hanım buyurmaz mısınız?” diye önüne çıkar, Deli Ayten’i dükkanlarında ağırlamak için birbirleriyle yarışırlardı. Önünde bel kırıp reverans yapanlar da olurdu, amuda kalkanlar da.

Ayten kibirle bakardı olup bitenlere. Bazen sinirlenir, “Ne o ? Kız Yakup gibi kıvırıp duruyorsunuz, hoppalık yapıyorsunuz” diye azarlardı esnafı. Sonra da gönlü hangi kapıda durmak istiyorsa o dükkanın önünde mola verirdi. Deli Ayten’in konakladığı dükkanda bereketin kilidi açılmış olurdu. Çayını kahvesini içerken davulunu tımbırdatıp cümbüşünü çalar, ardından kalkıp başka bir dükkana uğur ve bereket getirmek için harekete geçerdi.

AYTEN BURSA’DA BÜTÜN DELİLERİN KRALİÇESİYDİ

Bursalılar için Deli Ayten tam bir efsaneydi. Sokaklarda yürüdüğü zaman insanlar onu karşılamak için evlerinden çıkar, mahalleden ayrıldığında alkışlayarak uğurlarlardı. Arkasında daima çocuklardan oluşan uzun bir kuyrukla dolaşırdı.

Her mahallenin bir delisi vardı kuşkusuz. Ve bu deliler mahalleyi babalarının malı gibi görürlerdi. Hanedanlık alanlarına başka delilerin sızmasından da hiç hazzetmezlerdi. Ama Ayten’in delilerüstü bir kimliği vardı. O bütün delilerin tartışılmaz kraliçesiydi.

Bursa’nın delileri, her yıl Hıdrellez haftasının pazar günü Deli Ayten için bir çeşit takdis töreni düzenlerdi. Henüz ufuk ağarmamışken Deli Ayten, Kızyakup Mahallesi’ndeki derme çatma evinden yola çıkardı. O gün en güzel elbisesini giyer, en şık çantalarını koluna takar, en kırmızı rujuyla dudaklarını boyardı. Bir iki gün öncesinden temizlediği davulu ve parlattığı cümbüşü de yanında olurdu tabii ki.

İlk kendi mahallesinden başlardı festivaline. Meydana gelir, davuluna üç kere vururdu. Mahallede yaşayan iki deli çıkagelir Deli Ayten’in ardında yerlerini alırdı. Sonra hep birlikte ikinci mahalleye yürünürdü. Yine üç kez tokmak davula vurulur, oranın delisi de gelip konvoya katılır, böylece 15 mahalle dolaşılırdı.

Bursa’nın akıllıları derin uykularındayken Bursalı deliler Ayten’in ardında ayinlerini yapardı. Ayten, ardında 15-20 kişilik bir deli tümeniyle sokakları dolaştığında Bursalılar uyanıp camlara dökülür, konvoya alkışlarla tempo tutarlardı. Deli Ayten ve tebaası dönüp dolaşıp ikindi vaktine doğru, kraliçelerinin tenekeden şatosunun bulunduğu Kızyakup Mahallesi’ndeki Müzisyenler Kahvesi’nin önüne gelirdi. Burada onları müzisyenler darbukalar, davullar, kemanlar ve kanunlarla grubu karşılardı. Sazlar çalar, kızlar oynar, akşam da evli evine köylü köyüne giderdi.

GERÇEK DELİ AYTEN KİMDİ

Türlü çeşit tevatür dolaşırdı Deli Ayten hakkında. Kimisi çok zengin bir İstanbullu ailenin kızı olduğunu, çok gençken kafayı sıyırıp Bursa’ya geldiğini söylerdi. Bazıları onun Selanik’ten göç eden bir ailenin çocuğu olduğunu, annesini babasını bir yangında kaybettikten sonra yapayalnız kaldığını anlatırdı.

Bursa’da Deli Ayten hakkında çok sayıda insanla konuştuk. Ahalinin büyük kısmının mutabık kaldığı asıl hikaye yine Kızyakup Mahallesi’nde başlıyor. Adı soyadı: Ayten Şenaşık. Çocukluğunda ateşli hastalıklarla boğuşmuş. 16-17 yaşında genç bir adama aşık olmuş. Kendisinden beş altı yaş büyük olan Cümbüş Hasan (Bayındıroğlu) da sevmiş Ayten’i. Ama ailesi çok içki içiyor, gece alemlerinde kendini kaybediyor diye kızın sevdiği adama kavuşmasına engel olunca, yanıp tutuşan Ayten, yemeden, içmeden, uykudan kesilmiş.

SONUNDA HASAN’A KAVUŞTU AMA ARTIK ÇOK GEÇTİ

İşte bu dönemde açılıyor gerçeklikle aklı arasındaki mesafe. Tüm böyle hikayelerde olduğu gibi, tabip tabip dolaşıyorlar. Sonunda bir doktor, “sevdiği adama kavuşursa belki düzelir” diye tavsiyede bulunuyor ailesine. Altı yılın sonunda rıza gösteriyorlar evlenmelerine. Ama iş işten geçmiş, Ayten ile gerçek dünya arasında açılan mesafe bir türlü kapanmıyor. Alkolizmin derinliklerinde kaybolan Cümbüş Hasan da zeten bir gün evi terk edip gidiyor.

Ayten de kocasından kalan cümbüşü eline alıp, davulu boynuna takıyor, sokak sokak dolaşıp Hasan’ı arıyor. Birkaç yıl sonra Hasan hastalanıp ölünce defter tamamen kapanıyor. Ayten de kalan ömrünü sokaklarda tamamlıyor.

Kızyakup’taki kulübesinde 12 Mart 1992 günü ölü bulunan Ayten, ertesi gün Ahmet Dai Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Pınarbaşı’nda defnediliyor. Cenaze namazına 3 binden fazla Bursalı katılıyor. 2001’de, dönemin Belediye Başkanı Hilmi Şensoy’un girişimiyle mezarı granit kaplanıyor, mezar taşına davullu bir fotoğrafı konuluyor.

CENAZESİNE 3 BİN BURSALI KATILDI

Osmangazi Belediyesi Kız Yakup Mahallesi’nde çöküntü alanı olan bir bölgeyi kamulaştırarak Kamberler Tarih ve Koordinasyon Parkı’nı inşa etti. İki sene önce ulusal bir yarışmada kazanan projenin uygulandığı parka aralarında Osman Gazi, Orhan Gazi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Zeki Müren’in de bulunduğu ünlülerin büst ve heykelleri dikildi. Belediye Başkanı Recep Altepe’nin önerisiyle Deli Ayten’in de parka dikilmekm üzere bir heykeli yaptırıldı. Ama kaidesi ve çevre düzenlemesi bitmediği için henüz yerine dikilmeyen heykel Saadet Partisi Bursa Gençlik Kolları tarafından protesto edildi. O kadar ünlü Türk büyüğünün yanında deli bir kadının heykelinin ne işi var, dediler.

Konu belediye meclisinde de gündeme geldi fakat Başkan Altepe kararından geri adım atmıyor: “Deli Ayten’in Bursa’da yaşamış ve yaşı 30’u aşmış herkeste bıraktığı bir hikaye vardır. Bir trajedi kahramanı olmasına rağmen, her sabah etrafına neşe ve sevinç taşımış olan bir insandır Deli Ayten.”

Başkan kararlı. Deli Ayten’in Kent Müzesi’nde de bir köşesi olduğunu ekleyerek şöyle diyor: “Bursalılar kadirşinastır. Deli Ayten, Kızyakup’ta doğup ömrünü burada tamamlamış, 40 yıl sokaklarında dolaşmış. Şimdi biz buraya bir tarih ve anı parkı yapacağız da onun heykelini dikmeyeceğiz öyle mi?” Heykel, kraliçelik töreninin yapıldığı Hıdrellez’de dikilecek. Deli Ayten böylece, 16 yıldır ayrı kaldığı yuvasına, Bursa’sına kavuşmuş olacak.

Paylaşım için Serap Kaplan'a teşekkürlerimizle...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...