31 Temmuz 2016 Pazar
Babasız kadın yaralı kadındır
Kilitsiz, anahtarsız ve kapıların ardında...
Babasız büyüyen kadınların yürekleri hızlı kanar, çünkü onlar hala küçük bir kız çocuğudur.
29 Temmuz 2016 Cuma
Yarayla alay eder yaralanmamış olanlar..
Kimileri yazmaya teşvik ediyo beni, kimleri sus diyor. Aynı içseslerim gibi.
Sus diyor, içinde kalsın, nasılsa duysalar da anlamayacaklar. Hatta anlasalar ne anlamasalar ne?
Kulaklar kör gözler sağır olmaya adanmışsa özellikle de bir duvarı aşabilen sözcükler sırtından vurulup birer birer düşebilirler önünüze...
Bu yüzden sus.
Herkes, zaten bildiğinden emin olduğu ile kalsın en güzeli bu çünkü siz konuşmaya başladığınız an hesap sorma hakkı görecekler kendilerinde amansızca. Oysa böyle bir hak yok..
Yazmıyorum, yazamıyorum, ifade edemiyorum içimdekileri ama tutmak bana ne kadar zarar veriyor bunu da biliyorum..
Döktüğüm gözyaşlarımın bedelini kimseye ödetmeyi düşünmedim hayatım boyunca, kimseye lanet etmedim bir kişi hariç o da dost kontejanından canımı yaktığı için, yine de kabul olmasın dilerim ki,benim ahım kimseyi bulmasın..
yaptığım hataları bana yaşatılanları "ibret" görmedim ki yeniden şans verebileyim hak eden birine, ama tecrübe olarak heybeme attım, suçlamadan, kapalı olmasın kapılarım sırf geçmişte yaşadıklarım yüzünden, bu bana da haksızlık olurdu..Hak edene de.
Nedir hak etmek? Hep hak ettiğimizi yaşamayacağız elbette etmediklerimiz de olacak ama her birinden
asıl mesul olan yalnızca benim..
Çünkü benim hatalarımın bedelini ben ödemeliydim, benim yanlış kararlarımın sorumlusu sadece ben olabilirdim, denemeden bilemeyiz ya bazı şeyler bize ne getirecek, kucağında beyaz güllerle gelen hayat,
aniden uzaktan ateşler içinde bırakabilir sizi.
Siz yanmayı seçince kül olmazsınız, pişersiniz, demek hamdınız, bundan sonraki yolda daha iyi göreceksiniz kucakta sunulan gül mü? Ya da siz güller verebileceksinizdir belki bu defa.
Nefret kustuğum öfkeden deliye dönüp ağzımdan çıkanı kulağım duymadığı zamanlar olmadı mı,
kimin mükemmel ve kusursuz bir fren sistemi var ki? Karşımdakinin hava yastıklarına güvenip bodoslama dalmak beni mazur göstermeyecektir, kaldı ki bana hiç yumuşak yer denk gelmedi. Haklı da olsa, haksız da.
Ben işittiklerime kulaklarımı tıkayıp araya yastık koysam da hasar almamak için, karşılıklı sağ çıkmak imkansızdır bu yaralarla velhasıl.
Bir insanı kusurlarıyla kabul etmek ve insan olmanın zaaf ve gereklerinden bahserken,
kusur gördüklerimden dolayı yargılayamam, ben kusursuz olmasını bekleyemem kimseden
kendim değilken, bu bencillik. Ve ben bencil insanlardan hep nefret ettim.
Kendimi korumak adına da kabulllenemem bunu.
"Kaybeden beni kaybetti, bu yüzden en büyük kayıp onundur" egosu ise bana çok uzak, iki mükemmel insan anlaşamayabilir ve öz değerinden gram kaybetmez, kendi elleri ile kendi ipini çekiyorsa artık yapılacak bişey kalmamıştır, birimiz kötüyse de kime göre neye göre kötüdür?
Kırılıyorsan, kırılmışsan mutlaka bir yerde sen de bunu yapmışsındır ve bardak dolmuştur.
Beklentiler..sadece üzer. Ama beklentisiz umutsuz bir hayat söz konusu olamaz. Lakin senin hayattan beklentilerin ve aşk /ya da dostluk anlayışınla karşındakinin aynı olmayabilir ve bu anlaşıldığı zaman artık hummalı biçimde hep karşı tarafta suç aramayı bırakmalısın.!
Bu kötülüğü sadece kendine yapmıyorsun çünkü hani deriz ya: "tek istediğim....dı" yalan!!
Asla tek bişey istemeyiz, her şey mükemmel olsun isteriz duyarsızca, duyarlı olmalarını hep bizi düşünmelerini isteriz, oysa karşımızdakinin hamurunu severiz ama onu yoğurup yeni biri yaratmaktır hevesimiz
tam da ağzımıza layık.. damak tadımıza uygun.
ben olsam böyle yapmazdım-demezdim lerle ayyuka çıkar ve kopma noktası kaçınılmazdır..
Çünkü sen o değilsin, o da sen değil. Ne beklediğini bilse de onu yaparsa senin kuklan olmaktan öteye geçemez.
"Şeytan görsün yüzünü" , "ne ölün ölüme ne dirin dirime" deriz ama bizler tövbelerini bozan aciz kullarız çünkü içimizde hep bir umut besleriz, bir şans daha isteriz bazen her şey yeterince kirlenmemiş çirkinleşmemiş se belki, ama iyi bir fikir değildir denemişi denemek..iyiyse de doğru kullanmak önemlidir o "son şans" ı. Karşındaki buz kesmeden önce.
Lakin umut olmasa yaşayamayız inancımız kalmaz hiçbir şeye. Her yanılgıda denemede kendimize kızmamız bundandır.
Ama bazen de söylenmeyeni, dile getirilmeyeni anlamak zorundayızdır.Gidebilmeyi mesela, yolun bittiğini.
Daha fazla kırılmayalım, omuzumuzdaki yük daha da ağırlaşmasın diye susabilirler.
Sessizce vazgeçmemizi bekleyebilir ya da kendi hayatlarına devam edebilirler.
Bireysel, onlara ait ve artık dahil olmadığımız hayatlarına. Orada onlara artık özgürlüklerini iade etmek zorundayız, saygıyla..kapıyı çarpmadan.
Sorulamadan, yargılamadan. Anlayışlı olmazsak asla anlaşılamayız.
Kabullenme aşamasıdır bu ve ruh ve beden sağlığımız için en önemli süreçtir.
Kabullenmek, olup biten her şeyi hazmetmek kolay olmayabilir, haksızlıklara uğradığımızı da düşünebiliriz
ama bir zaman en sevdiğimiz olan insanlara en kötü sıfatları yapıştırdıkça çirkinleşip,
onların üzerine yapışmayacak etiketlerin bizim yüzümüzü iğrenilecek hale getirdiğini kabul etmeliyiz.
Birilerinden medet ummak akıl işi değildir, bilin ki verilen her destek size sonunda köstek olarak geri dönecektir
veya yaralı bir hayvan gibi acı ve öfkeyle ağzınızdan çıkan her söz dönüp sizi yaralamakla kalmayacak,
yerine ulaştığında fikriniz değişmişte olsa değişmemişte sadece bunları duymak kalan saygı ve muhtaç olduğunuz aşk kırıntılarını da yok edecektir.
Kimseden sevgi dilenmedim, bildim ki verdiğim kadarını alabilirim ama eğer alamamışsam ,demek ki ona yetmemiş benim iki kişilik sevgim..Bazen de sırf bu yüzden vazgeçmelisiniz. Yetmediğinizden..
Öfkenin kıskançlığın acının tüm acımasız silahlarını kuşanıp öldürmüşsek son kalan hayat emaresini de,
artık sorumlu yalnızca benim..onun suçunu da ben sırtıma aldım. Haklıysam da bu davayı kaybettim.
Daha fazla leş kargası gibi beklemem ölünün başında, son damla kanına kadar tüketmek için.
Hala yaklaşan her canlıyı aynı silahla vurmaya kalkışmam..belki iyileştirecektir biri onu?
Özetle durmam gereken yerde dururum..o kanı içimde kuruturum sızdırmadan.
Kabullenmek mi?.siz ne dersiniz adına bilmem.
Kabullenmek köprüdür...Bırak hayat olduğu gibi gelsin..
Sus diyor, içinde kalsın, nasılsa duysalar da anlamayacaklar. Hatta anlasalar ne anlamasalar ne?
Kulaklar kör gözler sağır olmaya adanmışsa özellikle de bir duvarı aşabilen sözcükler sırtından vurulup birer birer düşebilirler önünüze...
Bu yüzden sus.
Herkes, zaten bildiğinden emin olduğu ile kalsın en güzeli bu çünkü siz konuşmaya başladığınız an hesap sorma hakkı görecekler kendilerinde amansızca. Oysa böyle bir hak yok..
Yazmıyorum, yazamıyorum, ifade edemiyorum içimdekileri ama tutmak bana ne kadar zarar veriyor bunu da biliyorum..
Döktüğüm gözyaşlarımın bedelini kimseye ödetmeyi düşünmedim hayatım boyunca, kimseye lanet etmedim bir kişi hariç o da dost kontejanından canımı yaktığı için, yine de kabul olmasın dilerim ki,benim ahım kimseyi bulmasın..
yaptığım hataları bana yaşatılanları "ibret" görmedim ki yeniden şans verebileyim hak eden birine, ama tecrübe olarak heybeme attım, suçlamadan, kapalı olmasın kapılarım sırf geçmişte yaşadıklarım yüzünden, bu bana da haksızlık olurdu..Hak edene de.
Nedir hak etmek? Hep hak ettiğimizi yaşamayacağız elbette etmediklerimiz de olacak ama her birinden
asıl mesul olan yalnızca benim..
Çünkü benim hatalarımın bedelini ben ödemeliydim, benim yanlış kararlarımın sorumlusu sadece ben olabilirdim, denemeden bilemeyiz ya bazı şeyler bize ne getirecek, kucağında beyaz güllerle gelen hayat,
aniden uzaktan ateşler içinde bırakabilir sizi.
Siz yanmayı seçince kül olmazsınız, pişersiniz, demek hamdınız, bundan sonraki yolda daha iyi göreceksiniz kucakta sunulan gül mü? Ya da siz güller verebileceksinizdir belki bu defa.
Nefret kustuğum öfkeden deliye dönüp ağzımdan çıkanı kulağım duymadığı zamanlar olmadı mı,
kimin mükemmel ve kusursuz bir fren sistemi var ki? Karşımdakinin hava yastıklarına güvenip bodoslama dalmak beni mazur göstermeyecektir, kaldı ki bana hiç yumuşak yer denk gelmedi. Haklı da olsa, haksız da.
Ben işittiklerime kulaklarımı tıkayıp araya yastık koysam da hasar almamak için, karşılıklı sağ çıkmak imkansızdır bu yaralarla velhasıl.
Bir insanı kusurlarıyla kabul etmek ve insan olmanın zaaf ve gereklerinden bahserken,
kusur gördüklerimden dolayı yargılayamam, ben kusursuz olmasını bekleyemem kimseden
kendim değilken, bu bencillik. Ve ben bencil insanlardan hep nefret ettim.
Kendimi korumak adına da kabulllenemem bunu.
"Kaybeden beni kaybetti, bu yüzden en büyük kayıp onundur" egosu ise bana çok uzak, iki mükemmel insan anlaşamayabilir ve öz değerinden gram kaybetmez, kendi elleri ile kendi ipini çekiyorsa artık yapılacak bişey kalmamıştır, birimiz kötüyse de kime göre neye göre kötüdür?
Kırılıyorsan, kırılmışsan mutlaka bir yerde sen de bunu yapmışsındır ve bardak dolmuştur.
Beklentiler..sadece üzer. Ama beklentisiz umutsuz bir hayat söz konusu olamaz. Lakin senin hayattan beklentilerin ve aşk /ya da dostluk anlayışınla karşındakinin aynı olmayabilir ve bu anlaşıldığı zaman artık hummalı biçimde hep karşı tarafta suç aramayı bırakmalısın.!
Bu kötülüğü sadece kendine yapmıyorsun çünkü hani deriz ya: "tek istediğim....dı" yalan!!
Asla tek bişey istemeyiz, her şey mükemmel olsun isteriz duyarsızca, duyarlı olmalarını hep bizi düşünmelerini isteriz, oysa karşımızdakinin hamurunu severiz ama onu yoğurup yeni biri yaratmaktır hevesimiz
tam da ağzımıza layık.. damak tadımıza uygun.
"Hepimiz günün birindeYanlış olan sadece uyumsuz iki bireyin karşı karşıya gelmesidir, bu uyumsuzluk bazen ilk anda ortaya çıkar bazen çok uzun bir zaman diliminden sonra ufak fikir ayrılıkları ile başgösterip,
kendimiz için doğru olanı seçerken
bir başkasının yaşamının yanlışı olabiliyoruz..."
— Kürşat Başar
ben olsam böyle yapmazdım-demezdim lerle ayyuka çıkar ve kopma noktası kaçınılmazdır..
Çünkü sen o değilsin, o da sen değil. Ne beklediğini bilse de onu yaparsa senin kuklan olmaktan öteye geçemez.
"Şeytan görsün yüzünü" , "ne ölün ölüme ne dirin dirime" deriz ama bizler tövbelerini bozan aciz kullarız çünkü içimizde hep bir umut besleriz, bir şans daha isteriz bazen her şey yeterince kirlenmemiş çirkinleşmemiş se belki, ama iyi bir fikir değildir denemişi denemek..iyiyse de doğru kullanmak önemlidir o "son şans" ı. Karşındaki buz kesmeden önce.
Lakin umut olmasa yaşayamayız inancımız kalmaz hiçbir şeye. Her yanılgıda denemede kendimize kızmamız bundandır.
Ama bazen de söylenmeyeni, dile getirilmeyeni anlamak zorundayızdır.Gidebilmeyi mesela, yolun bittiğini.
Daha fazla kırılmayalım, omuzumuzdaki yük daha da ağırlaşmasın diye susabilirler.
Sessizce vazgeçmemizi bekleyebilir ya da kendi hayatlarına devam edebilirler.
Bireysel, onlara ait ve artık dahil olmadığımız hayatlarına. Orada onlara artık özgürlüklerini iade etmek zorundayız, saygıyla..kapıyı çarpmadan.
Sorulamadan, yargılamadan. Anlayışlı olmazsak asla anlaşılamayız.
Kabullenme aşamasıdır bu ve ruh ve beden sağlığımız için en önemli süreçtir.
Kabullenmek, olup biten her şeyi hazmetmek kolay olmayabilir, haksızlıklara uğradığımızı da düşünebiliriz
ama bir zaman en sevdiğimiz olan insanlara en kötü sıfatları yapıştırdıkça çirkinleşip,
onların üzerine yapışmayacak etiketlerin bizim yüzümüzü iğrenilecek hale getirdiğini kabul etmeliyiz.
Birilerinden medet ummak akıl işi değildir, bilin ki verilen her destek size sonunda köstek olarak geri dönecektir
veya yaralı bir hayvan gibi acı ve öfkeyle ağzınızdan çıkan her söz dönüp sizi yaralamakla kalmayacak,
yerine ulaştığında fikriniz değişmişte olsa değişmemişte sadece bunları duymak kalan saygı ve muhtaç olduğunuz aşk kırıntılarını da yok edecektir.
Kimseden sevgi dilenmedim, bildim ki verdiğim kadarını alabilirim ama eğer alamamışsam ,demek ki ona yetmemiş benim iki kişilik sevgim..Bazen de sırf bu yüzden vazgeçmelisiniz. Yetmediğinizden..
Öfkenin kıskançlığın acının tüm acımasız silahlarını kuşanıp öldürmüşsek son kalan hayat emaresini de,
artık sorumlu yalnızca benim..onun suçunu da ben sırtıma aldım. Haklıysam da bu davayı kaybettim.
Daha fazla leş kargası gibi beklemem ölünün başında, son damla kanına kadar tüketmek için.
Hala yaklaşan her canlıyı aynı silahla vurmaya kalkışmam..belki iyileştirecektir biri onu?
Özetle durmam gereken yerde dururum..o kanı içimde kuruturum sızdırmadan.
Kabullenmek mi?.siz ne dersiniz adına bilmem.
Kabullenmek köprüdür...Bırak hayat olduğu gibi gelsin..
Bi Çay?
“Çay ister misin?” diyorsun ve sana “Tabi ki! Harika olur! Teşekkür ederim!” diyorsa
bil ki gerçekten çay içmek istiyor.
“Ya aslında emin değilim…” derse,
ona çay hazırlayabilirsin ama aklında olsun, içmeyebilir ve eğer içmezse (burası önemli) ona çay içirmeye çalışma. Düşük bir çay içme ihtimali var diye çay yapma zahmetine girmiş olduğun için onu suçlayamazsın. Çay içmek istemediğini kabul etmek zorundasın.
Çayı yapmış olman onu mutlaka o çayı içerken izleme hakkın olduğu anlamına gelmez. .
“Hayır, teşekkür ederim” derse,
çay yapma. O kadar. Çay yapma, ona içirme, içmek istemedi diye kızma.
Anla işte çay istemiyor. .
Sana, “Evet, teşekkür ederim” deyip,
çay geldiğinde aslında istemediğini söyleyebilir. Evet, onca zahmete girdikten sonra bunu duymak seni gıcık edebilir. Ama hala hiçbir şekilde çay içmek zorunluluğunda değil.
Önce istiyordu, şimdi istemiyor. Bazen insanlar sen çayı yapmaya başladıktan çay hazır olana kadar geçen sürede kararlarını değiştirebilirler. Bunda bir sakınca yok.
Bu yine de sana çayı zorla içirme hakkı vermez.
Bilinci yerinde değilse, çay yapma.
Bilinci yerinde olmayan insanlar “çay ister misin?” sorusunu anlayamazlar. Diyelim ki, soruyu sorduğunda bilinci yerindeydi, evet dedi ve çayı yapana kadar bilincini yitirdi. Çayı bırak, karşındaki insanın sağlığının yerinde ve kendisinin güvende olduğunu kontrol et ve –burası çok önemli- ona çay içirme.
Biri eğer çaya evet derse, içmeye başlarsa ve daha sonra bilincini kaybederse, çayı zorla boğazlarından geçirmeye çalışma. Çayı uzaklaştır ve onun iyi olup olmadığına bak.
Şuuru kapalı insanlar çay istemezler. Bundan şüphen olmasın.
Biri geçen Cumartesi senin evinde çay içtiyse bu her zaman seninle çay içmek istediği anlamına gelmez.
Durduk yerde evine gidip çay yaparak “AMA GEÇEN HAFTA ÇAY İSTİYORDUN”
ya da sabah uyandıklarında ağzından içeri çay dökmeye çalışarak
“AMA DÜN GECE ÇAY İSTİYORDUN” diyemezsin. .
Çayda ya da sekste, rıza her şeydir..;)
bil ki gerçekten çay içmek istiyor.
“Ya aslında emin değilim…” derse,
ona çay hazırlayabilirsin ama aklında olsun, içmeyebilir ve eğer içmezse (burası önemli) ona çay içirmeye çalışma. Düşük bir çay içme ihtimali var diye çay yapma zahmetine girmiş olduğun için onu suçlayamazsın. Çay içmek istemediğini kabul etmek zorundasın.
Çayı yapmış olman onu mutlaka o çayı içerken izleme hakkın olduğu anlamına gelmez. .
“Hayır, teşekkür ederim” derse,
çay yapma. O kadar. Çay yapma, ona içirme, içmek istemedi diye kızma.
Anla işte çay istemiyor. .
Sana, “Evet, teşekkür ederim” deyip,
çay geldiğinde aslında istemediğini söyleyebilir. Evet, onca zahmete girdikten sonra bunu duymak seni gıcık edebilir. Ama hala hiçbir şekilde çay içmek zorunluluğunda değil.
Önce istiyordu, şimdi istemiyor. Bazen insanlar sen çayı yapmaya başladıktan çay hazır olana kadar geçen sürede kararlarını değiştirebilirler. Bunda bir sakınca yok.
Bu yine de sana çayı zorla içirme hakkı vermez.
Bilinci yerinde değilse, çay yapma.
Bilinci yerinde olmayan insanlar “çay ister misin?” sorusunu anlayamazlar. Diyelim ki, soruyu sorduğunda bilinci yerindeydi, evet dedi ve çayı yapana kadar bilincini yitirdi. Çayı bırak, karşındaki insanın sağlığının yerinde ve kendisinin güvende olduğunu kontrol et ve –burası çok önemli- ona çay içirme.
Biri eğer çaya evet derse, içmeye başlarsa ve daha sonra bilincini kaybederse, çayı zorla boğazlarından geçirmeye çalışma. Çayı uzaklaştır ve onun iyi olup olmadığına bak.
Şuuru kapalı insanlar çay istemezler. Bundan şüphen olmasın.
Biri geçen Cumartesi senin evinde çay içtiyse bu her zaman seninle çay içmek istediği anlamına gelmez.
Durduk yerde evine gidip çay yaparak “AMA GEÇEN HAFTA ÇAY İSTİYORDUN”
ya da sabah uyandıklarında ağzından içeri çay dökmeye çalışarak
“AMA DÜN GECE ÇAY İSTİYORDUN” diyemezsin. .
Çayda ya da sekste, rıza her şeydir..;)
30 Nisan 2016 Cumartesi
16 Nisan 2016 Cumartesi
Kimsin Sen?
Sevdiklerimizin ruhlarında oluşan anlık değişimleri,
duygu sıçramalarını, her zaman çok da belirli nedenlere bağlı olmayan yakınlaşmalarını
ve uzaklaşmalarını, bilinçlerinin alt kısımlarındaki ulaşılmaz bölgelere saklanmış arzularının değişik biçimlerde ve beklenilmeyen zamanlarda ortaya çıkışını izleyebilseydik,
herhalde sakin bir denizde suların arasından aniden yükselen bir canavarı gördüğünde,
zavallı bir balıkçının hissedeceği korkuyu ve şaşkınlığı hissederdik.
Ürkütürlerdi bizi.
Hiçbir zaman başka bir insanı , o insan en yakınımız olsa bile,
tümüyle tanıyamayacağımızı, iki insanın arasında daima görünmez karanlık alanların bulunacağını,
iki insanın asla tam anlamıyla bütünleşemeyeceğini, kimseye kendimizi bütün açıklığımızla gösteremeyeceğimiz gibi kimsenin de kendisini bize bütün açıklığıyla gösteremeyeceğini fark edip, kendimizi bu dünyada yapayalnız hisseder,
yüzünü gördüğümüz, sesini duyduğumuz, günlerce, aylarca hatta yıllarca konuştuğumuz,
birlikte en gizli zevkleri paylaştığımız birinin
nasıl olup da bize yabancı olabildiğini anlayamamanın çaresizliğini yaşardık.
Bütün bunları bilebilseydik, en sevdiklerimize bile, en kısa ayrılıktan sonra dahi,
''Kimsin sen'' diye sorma ihtiyacını hissederdik...
Ahmet Altan - Aldatmak
7 Nisan 2016 Perşembe
Hikayem Bitmedi
Bir hikayem var !
Bir hikayem bitmedi
Yorgandan yastıktan
Kokusu gitmedi
Yaz bana ne yazarsan yaz doktor
Ağladım ağlamaklar yetmedi
Mutsuzum çok hastayım güldür beni doktor
Öldüm ama hayattayım tarifi çok zor
Çıkmaz bir sokaktayım gel bul beni doktor
Sanki çocuk yaştayım bana bilmeceler sor
Hava kapanır eser batıdan
Bir çocuk evine döner yatıdan
Soy beni sol baştan soy doktor
Al beni kurtar bu sıkıntıdan
Mutsuzum çok hastayım güldür beni doktor
Öldüm ama hayattayım tarifi çok zor
Çıkmaz bir sokaktayım gel bul beni doktor
Sanki çocuk yaştayım bana bilmeceler sor
Bitince kara kışlar
Ulaşır ona mektubumla kuşlar
Dinince yakarışlar
Belki de yeni bir ömür başlar
Bomba değil mi şimdi bu?
3 Nisan 2016 Pazar
Sen biliyorsun, sende en acıklı duran hikayenin ben,benim hikayemin tamamımın sen olduğunu
En iyi sen biliyorsun sana neyin iyi geldiğini,
neyin şifa, neyin zehir, neyin öylesine, neyin keyfe keder olduğunu sana, sen iyi biliyorsun.
Buraya bir bıçak bırakıyorum, yazı bitince,
şanslı yastığına başını koyduğunda ağrıyan yerini kes at diye,
sen çünkü sende kötü duran, ağırlık yapan,
sende ekseriyetle kanayan yaranın yerini iyi biliyorsun. .
Neyi anılar defterine yazacağını, neyi kötü tecrübe olarak kabul edeceğini,
neye hata diyeceğini, ne için ve kim için “değiyor ama be” diyeceğini sen biliyorsun.
Bana neyin iyi geleceğini de biliyorsun, sesimdeki çatalın nasıl düzeleceğini,
omzumdaki fil kafilesinden nasıl kurtulabileceğimi,
uykusuz geceleri ne ile dolduracağımı sen biliyorsun.
Sana anlatmadım mı ben her şeyi, noksan bir cümle, bir his, bir anı, bir hikaye mi kaldı bilmediğin, en çok sana kızıp, sana küsmedim mi, sana kadeh kaldırıp,
kadehle bileğimi kesmedim mi, söylesene ben en çok sana anlatmadım mı kendi eğrilerimi, doğrularımı,
hiçbir durumda yüzüne hüzün yapışmış insanlara kıyamadığımı, ama en çok sana..
“bana senin sesin iyi geliyor’‘u dilime en çok sende değdirdiğimi sen bilmiyor musun.
Kapı kuşlarımın pilleri bittiğinde bile üzüldüğümü,
zaman zaman ’'sana üzülmek bile yakışıyor” dediğini bilmiyor musun.
Yüzüme vuranı değil, sırtıma vuran güneşi sevdiğimi,
güneşi doğarken değil, batarken sevdiğimi, evvela seni her hususta, sevdiğimi,
sen bilmiyor musun?
Bana nerede deva, nerede yara olacağını, bu bıçağı yazının ortasına neden diktiğimi,
sen bilmiyor musun?
Sen biliyorsun, sende en acıklı duran hikayenin ben,benim hikayemin tamamımın sen olduğunu,
sen iyi biliyorsun.
neyin şifa, neyin zehir, neyin öylesine, neyin keyfe keder olduğunu sana, sen iyi biliyorsun.
Buraya bir bıçak bırakıyorum, yazı bitince,
şanslı yastığına başını koyduğunda ağrıyan yerini kes at diye,
sen çünkü sende kötü duran, ağırlık yapan,
sende ekseriyetle kanayan yaranın yerini iyi biliyorsun. .
Neyi anılar defterine yazacağını, neyi kötü tecrübe olarak kabul edeceğini,
neye hata diyeceğini, ne için ve kim için “değiyor ama be” diyeceğini sen biliyorsun.
Bana neyin iyi geleceğini de biliyorsun, sesimdeki çatalın nasıl düzeleceğini,
omzumdaki fil kafilesinden nasıl kurtulabileceğimi,
uykusuz geceleri ne ile dolduracağımı sen biliyorsun.
Sana anlatmadım mı ben her şeyi, noksan bir cümle, bir his, bir anı, bir hikaye mi kaldı bilmediğin, en çok sana kızıp, sana küsmedim mi, sana kadeh kaldırıp,
kadehle bileğimi kesmedim mi, söylesene ben en çok sana anlatmadım mı kendi eğrilerimi, doğrularımı,
hiçbir durumda yüzüne hüzün yapışmış insanlara kıyamadığımı, ama en çok sana..
“bana senin sesin iyi geliyor’‘u dilime en çok sende değdirdiğimi sen bilmiyor musun.
Kapı kuşlarımın pilleri bittiğinde bile üzüldüğümü,
zaman zaman ’'sana üzülmek bile yakışıyor” dediğini bilmiyor musun.
Yüzüme vuranı değil, sırtıma vuran güneşi sevdiğimi,
güneşi doğarken değil, batarken sevdiğimi, evvela seni her hususta, sevdiğimi,
sen bilmiyor musun?
Bana nerede deva, nerede yara olacağını, bu bıçağı yazının ortasına neden diktiğimi,
sen bilmiyor musun?
Sen biliyorsun, sende en acıklı duran hikayenin ben,benim hikayemin tamamımın sen olduğunu,
sen iyi biliyorsun.
Keşke ''keşke'' dilimize çok tuhaf ve yabancı gelen bir sözcüğe benzese
Keşke dünya hakikaten küçülse de biraz, gözlerimizin değmeye muhtaç olduğu kişilerle karşılaşabilme ihtimalimize biraz olsun inanabilsek.
Keşke yazıma değen istihzayı fark etse biri.
Keşke bir zamanlar benim de küçük bir kız çocuğu olduğumu biri bana hatırlatsa, keşke yetişkin tavrımızdan biraz uzaklaşıp, pamuklu şeker yesek, ne bileyim işte, bir şeyler için ağlayıp beş dakika sonra, o üzüntüden millerce ötelerde kumdan kaleler yaparken bulsak kendimizi. .
Keşke bir şeyler, geçmesini arzu ettiğimiz vakitlerde geçip gitse, daha kolay olurdu yaşamak, daha derin nefesler alabilirdik zannımca.
Keşke biri benden mütemadi kaygımı söküp alsa.
Keşke yaptıklarımdan çok daha fazlasını becermiş olsam da gırtlağıma yapışan bu başarısızlık hissi beni zaman zaman gece uykularımdan etmese.
Keşke sol omzumda benimle ikamet eden melek, ben hataya düşmeden evvel, ikaz etse beni, bana yapmayı, söylemeyi düşündüğüm şeyin, defterimde şık durmayacağını söylese.
Keşke bu kadar erken ağlamasam, keşke bu kadar geç kalınmasa bana, keşke ben sonsuza kadar bekleyecek sabra sahip olabilsem, bazen.
Keşke kapıları aralık bırakmadan çarpıp çıkmasam, kapı pervazları incinmese mesela.
Keşke aralık bıraktığım her kapıyı da kendime gözdağı veriyormuşum gibi algılamasam, keşke biraz yumuşak, hafif, naif olsa yaşamak, bu kadar ağır ağır binmese filler sırtımıza.
Geceleri uyuyarak geçirsek, sabah neşeleri biraz da bizim olsa, kahvaltı etmeyi sevsek, gururdan taç yapıp başımıza taksak, simit peynir yesek, domatesten nefret etmeyi bıraksak, kırmızıdan korkmasak.
Keşke biraz daha büyümesek.
Keşke ben de sezen aksu gibi
''gelsin, hayat bildiği gibi gelsin..''diyebilme gücüne sahip olabilsem.
Keşke ''keşke'' dilimize çok tuhaf ve yabancı gelen bir sözcüğe benzese...
Ezel Roz M.
26 Mart 2016 Cumartesi
Sanrılar..
İçim dolu dolu, ağzımı açtığım an havaya karışan sözcükler, çığlıklarsa bana ait değil,
elime kağıt kalem alıyorum bu defa, yazdıklarım bir başkasının sanki..
Birkaç mektubum var bitmiş, söz verildiği halde hala yerine ulaşamamış. Bişeyler eklemek istiyorum, yapamıyorum, okumuyorum eksiltmemek için yeniden bir de.
Boğuluyorum. İçini dökmek dedikleri koskoca bir yalan.
İçinde kalsa seni öldürüyor, ama çıkamıyor, kulaç atmaktan yorulup yuttuğun tuzlu sular,
ve kusamıyorsun.
Hep içimde bir umut, her şey bir gün güzel olacak, öyle değildir, duydukların da senin gibi istemeyerektir, gördüklerin göründüğü gibi değildir, kendimi mi kandırıyorum?
Bunu bile bilmiyorum, ben hep görmek istediğimi gördüğüme inandım hayatım boyunca.
Benden zarar gelmez deriz ya, ben tam manasıyla o insanlardanım malesef,
İşte ben bu yüzden bana zarar da vermezler zannettim. En kötü yaralarımı göstermekten kaçınmadım kabukları kaldırılıp oluk oluk kan akana kadar...acıdı! dedim, sonra sustum,içime attım.
Neyse herkes gibiyim yani biraz, hiçbir duygu kişiye özel değil, sadece sevmek kişiye özel.
Öfke, nefret, intikam gibi, ama bunlar insani de değil. Elde de değil bazen, irade ve kişilik işi.
Anlatmaya çalıştıkça dilim dolaşmasın, sadede geleyim .
Bir kitap okumuştum yıllar önce, bugün kafamda oradan satırlar yankılandı adeta bana birisi okumuş gibi. Yazlıktaydık ve 2 günde bir kitap satın alıp okurken bir anda gözüme ilişmişti,
daha bir gün önce sanırım radyoda şiirini dinlemiş derin düşüncelere dalmıştım. Videosu burada.
Neden bilmem çok severim bu hassas güzel kadını. Çok gerçek çok samimi buluyorum,
annem de çok severdi ve videodaki şiirini ona ben okumuştum, okurken ikimiz de ağlamıştık.
Gitgide anneye benzemek, anne bahtının kıza olması diye bir gerçek var beni korkutan..
Biz seninle...
Kocaman bir bahçe gibiydik. Büyük bir göl
Pufur pufur bir bulut...
Her aşkın ilk günü böyle midir?
İki kişi bir bütün olunca kaplar mı her yanı?
ismini duyunca ne hissetmiştim anımsamıyorum ama çok etkilemişti beni. Yıllar yıllar oldu alalı.
Şimdiyse her birimizin böyle olduğunu hissediyorum, biten bir aşktan size gelenler ve veda ettikleriniz..sanki hep eğreti, hep emanet. Oysa hep sizinle kalsınlar isterdiniz değil mi?
Ve şah damarı bir şiir vardı Afşar Timuçin'e ait. Sanki ben yazmışım! dedirten ,yazıldıktan sonra bize ait olanlardan, öyle ben..Acaba , benim kadar.... ?
elime kağıt kalem alıyorum bu defa, yazdıklarım bir başkasının sanki..
Birkaç mektubum var bitmiş, söz verildiği halde hala yerine ulaşamamış. Bişeyler eklemek istiyorum, yapamıyorum, okumuyorum eksiltmemek için yeniden bir de.
Boğuluyorum. İçini dökmek dedikleri koskoca bir yalan.
İçinde kalsa seni öldürüyor, ama çıkamıyor, kulaç atmaktan yorulup yuttuğun tuzlu sular,
ve kusamıyorsun.
Hep içimde bir umut, her şey bir gün güzel olacak, öyle değildir, duydukların da senin gibi istemeyerektir, gördüklerin göründüğü gibi değildir, kendimi mi kandırıyorum?
Bunu bile bilmiyorum, ben hep görmek istediğimi gördüğüme inandım hayatım boyunca.
Benden zarar gelmez deriz ya, ben tam manasıyla o insanlardanım malesef,
İşte ben bu yüzden bana zarar da vermezler zannettim. En kötü yaralarımı göstermekten kaçınmadım kabukları kaldırılıp oluk oluk kan akana kadar...acıdı! dedim, sonra sustum,içime attım.
Neyse herkes gibiyim yani biraz, hiçbir duygu kişiye özel değil, sadece sevmek kişiye özel.
Öfke, nefret, intikam gibi, ama bunlar insani de değil. Elde de değil bazen, irade ve kişilik işi.
Anlatmaya çalıştıkça dilim dolaşmasın, sadede geleyim .
Bir kitap okumuştum yıllar önce, bugün kafamda oradan satırlar yankılandı adeta bana birisi okumuş gibi. Yazlıktaydık ve 2 günde bir kitap satın alıp okurken bir anda gözüme ilişmişti,
daha bir gün önce sanırım radyoda şiirini dinlemiş derin düşüncelere dalmıştım. Videosu burada.
Neden bilmem çok severim bu hassas güzel kadını. Çok gerçek çok samimi buluyorum,
annem de çok severdi ve videodaki şiirini ona ben okumuştum, okurken ikimiz de ağlamıştık.
Gitgide anneye benzemek, anne bahtının kıza olması diye bir gerçek var beni korkutan..
Bir yerlere sığdiramiyorum yüreğimi Bazen dalip giderdin mutfakta yemek yaparken, tahta kasikla tencerenin başında öylece Ne düşünürdün acaba? Özlemek cok fena anne, anlamak seni daha da fena...Konuyu dağıtmayayım, kitabının ismi Bitmiş Aşklar Emanetçisi, muhteşem satırlar var içinde:
Biz seninle...
Kocaman bir bahçe gibiydik. Büyük bir göl
Pufur pufur bir bulut...
Her aşkın ilk günü böyle midir?
İki kişi bir bütün olunca kaplar mı her yanı?
ismini duyunca ne hissetmiştim anımsamıyorum ama çok etkilemişti beni. Yıllar yıllar oldu alalı.
Şimdiyse her birimizin böyle olduğunu hissediyorum, biten bir aşktan size gelenler ve veda ettikleriniz..sanki hep eğreti, hep emanet. Oysa hep sizinle kalsınlar isterdiniz değil mi?
Ve şah damarı bir şiir vardı Afşar Timuçin'e ait. Sanki ben yazmışım! dedirten ,yazıldıktan sonra bize ait olanlardan, öyle ben..Acaba , benim kadar.... ?
Şimdi belki sende benim gibi ölesiye yalnızsındır
Uçan kuşları gözlemektesindir tek başına...
Çamların yeşiline dalmış gitmiştir gözlerin
Radyo dinliyorsundur ya da susarak
Bir kitap okumaya çalışıyorsundur kimbilir
Belkide anılarını deşiyorsundur ,bir olmazı
Bir açmazı derinden derine kurcalar gibi..
Bir kahve içmeyi, bir elma yemeği kurarak ,
Saatine bakıyor olabilirsin uykulıu gözlerle
Çocukların oyununa dalmış gitmiş olabilirsin
Maphus gibi, tutsak gibi, belki kök gibi,
Yarını olmamak gibi bir duygu içindesindir.
Belkide kendini bağışlayamıyorsundur
Benim hiç bilmediğim bir şeylerden ötürü...
Kırık trenler gibi öylece kalakalmışsındır...
Kalkıp gidip çekirdek almayı düşünüyorsundur.
Ya da uyumak istiyorsundur her şeyi unutmak için.
Belki sende,
benim gibi
ölesiye yalnızsındır...
15 Mart 2016 Salı
Ben Karşının Ölüsüyüm...?
Her yerde bombalar patlıyor, en güvenilir şehir dediğim, sık sık gidip kısa dönemlerde de orda yaşadığım canım Ankara.. Hep çok sevdim, hep özel ve huzurlu buldum bu soğuk sisli şehri.
Ve orada çok sevdiğim insanlar yaşıyor, canımın bir parçası da dahil.
Kuzenim İstanbul Üniversitesini yazdığında aman orda olaylar çok olur yazsana Hacettepeyi dedim.
Daha geçen patlamanın yaraları sarılmadan, ki zaten sarılamaz giden bir eşya, bir ev değil yerine gelmecek bişeyler, can, umutlar, gençlik, birinin babası berikinin kardeşi, tırnaklarıyla kazıyarak umutlarını bağlayan bir annenin yavrusu, oğlunu koklayarak içine çeken bir babanın oğlu, nasıl unutulur ki? İçim parçalanıyor aklıma geldikçe :(
Benim asıl anlamadığım ne olursa olsun ertesi gün hayatına devam edebilenler,
hiçbirşeye saygısı olmayan, aymaz, duyarsız insanlar yığını, hala goygoy peşinde, diğer yanda da kışkırtıcılar yangına körükle gidenler, halkı iyice ayrıştırma derdinde olanlar.
Twitter yıkılıyor, tt ler, herkes bi ahkam kesti, bugün baktım adeta yazmazlarsa ölecekler, herşey yolunda, Survivor izleyenlerin (izlemediğini iddia edip yerenlerin) ta kendileri, o derece uyuşmuş bir kafa yığını. Bitsin, yeter, neden, ölüme ölüm kana kan demekle bitmiyor aynı plağın tekrarı gibi. Kesin çözüm nedir, kimler ne yapmalıdır ve neden yapılmıyor susmamalısınız?
Teröre nerdeyse yandaş çıkanlar bir yana da , hangi vicdan bu ayrıştırmayı gerçekten durdurup aynı renge boyayacak gökyüzümüzü? Bunu görmeye ömrümüz yetecek mi? Asıl derdimiz bu olmalı.
Hep dillerde barış, sadece dilde.
Kendi içimizde bile değil, iki pkk lının sokakta taranmasını göğsü kabararak paylaşanlar, barışçıl mı bu? Bu iç savaş bitmeyen ülkede kaç kurban verip sadece ciğeri yanan haykıran kişileri cımbızlayıp dava açacağız?
Bu ağlamadan konuşamayan ve her kelimesini içinden söylediğiniz sözcükler için birini bulup kafasını ezmek bitirecek mi akan kanı? Ya siz sınav stresinden yeni çıkmış kardeşinizin az evvel fotoğrafını like lamışken , akşama nereleri tutar kaç puan alır hesaplayacakken yerde kana bulanmış bulsaydınız bu adamdan az mı haykıracaktınız acaba ? Şehit aileleri de "vatan sağolsun" harici bişey dedikleri an içinde bulundukları yangın yoksayılıp susturulmuyorlar mı?
Gücü gücü yetene ama Güç Terbiye Edilmediği Sürece Dünya için Umut Yoktur. demiş Russell
Bir yandan her iki taraftan da kan akmasın, barış olsun, hepsi can diyen bizler, diğer yandan Newrozun ayak sesi diye başlık atar bayram yaparken vicdansızlar, neresi tutsa elimizde kalan tek şey:
İnsanlık!
Ve orada çok sevdiğim insanlar yaşıyor, canımın bir parçası da dahil.
Kuzenim İstanbul Üniversitesini yazdığında aman orda olaylar çok olur yazsana Hacettepeyi dedim.
Daha geçen patlamanın yaraları sarılmadan, ki zaten sarılamaz giden bir eşya, bir ev değil yerine gelmecek bişeyler, can, umutlar, gençlik, birinin babası berikinin kardeşi, tırnaklarıyla kazıyarak umutlarını bağlayan bir annenin yavrusu, oğlunu koklayarak içine çeken bir babanın oğlu, nasıl unutulur ki? İçim parçalanıyor aklıma geldikçe :(
Benim asıl anlamadığım ne olursa olsun ertesi gün hayatına devam edebilenler,
hiçbirşeye saygısı olmayan, aymaz, duyarsız insanlar yığını, hala goygoy peşinde, diğer yanda da kışkırtıcılar yangına körükle gidenler, halkı iyice ayrıştırma derdinde olanlar.
Twitter yıkılıyor, tt ler, herkes bi ahkam kesti, bugün baktım adeta yazmazlarsa ölecekler, herşey yolunda, Survivor izleyenlerin (izlemediğini iddia edip yerenlerin) ta kendileri, o derece uyuşmuş bir kafa yığını. Bitsin, yeter, neden, ölüme ölüm kana kan demekle bitmiyor aynı plağın tekrarı gibi. Kesin çözüm nedir, kimler ne yapmalıdır ve neden yapılmıyor susmamalısınız?
Teröre nerdeyse yandaş çıkanlar bir yana da , hangi vicdan bu ayrıştırmayı gerçekten durdurup aynı renge boyayacak gökyüzümüzü? Bunu görmeye ömrümüz yetecek mi? Asıl derdimiz bu olmalı.
Hep dillerde barış, sadece dilde.
Kendi içimizde bile değil, iki pkk lının sokakta taranmasını göğsü kabararak paylaşanlar, barışçıl mı bu? Bu iç savaş bitmeyen ülkede kaç kurban verip sadece ciğeri yanan haykıran kişileri cımbızlayıp dava açacağız?
Bu ağlamadan konuşamayan ve her kelimesini içinden söylediğiniz sözcükler için birini bulup kafasını ezmek bitirecek mi akan kanı? Ya siz sınav stresinden yeni çıkmış kardeşinizin az evvel fotoğrafını like lamışken , akşama nereleri tutar kaç puan alır hesaplayacakken yerde kana bulanmış bulsaydınız bu adamdan az mı haykıracaktınız acaba ? Şehit aileleri de "vatan sağolsun" harici bişey dedikleri an içinde bulundukları yangın yoksayılıp susturulmuyorlar mı?
Gücü gücü yetene ama Güç Terbiye Edilmediği Sürece Dünya için Umut Yoktur. demiş Russell
Bir yandan her iki taraftan da kan akmasın, barış olsun, hepsi can diyen bizler, diğer yandan Newrozun ayak sesi diye başlık atar bayram yaparken vicdansızlar, neresi tutsa elimizde kalan tek şey:
İnsanlık!
Bir şiire rastladım bugün..Leyla Alp yazmış. Kürt asıllı sendikacı bir kadın yazar.
tüm ayrımları içeren bi çığlık:
tüm ayrımları içeren bi çığlık:
13 Mart 2016 Pazar
Affetmek Özgürlüktür!
Kendimi sorguladığım, kendimle yüzleştiğim günlerdeyim.
Hepimizin zaman zaman olduğu gibi.Olması gereken gibi.
Bugün, en hasta en tatsız günlerimden biri yine. Hastaneye gittiğimde şükür ve korku sebebi oluyo bana nedense. Zamanımın daraldığını hissediyorum, bana kimse kırgın kalmasın, yanlış anlaşılmalar kırgınlıklar varsa insanca düzelteyim istiyorum. Düşmanca davranışlara dayanamıyorum .
Bir nevi veda. Bazı şeyler benimle gitsin istemiyorum. Yarın var mıyız ki?
Olmuyor, kalbimden geçenler ve dilim başka şey söylermiş gibi karşılık alıyorum, yüzüp yüzüp kıyıya çıkamamak, boğulmak, dibe batmak gibi kendini ifade edememek..
Sadece karşındakinin egosunu tatmin etmeye, dilediğini anlamaya yaramışsa pişman oluyorsun bir de gösterdiğin insanca çabaya.
Kalbimde asla affedemeyeceklerim var. Ne ben onların ne de onlar benim umurumda olacak bir süre sonra, ta ki kapağı kapatılmamış anılar arada bir yerlerinden fırlayana kadar.
Ama bu gece buna rast geldim yattığım yerde üstelik..
Okuduğuma saygısızlık gibi geldi. Ya da ben mi yazmıştım acaba bunu da unutmuştum?
DOĞRULUP BİR KAHVE YAPTIM ZORLA BİR İLAÇ ALDIM VE YİNE OKUDUM..
Okuduğum en güzel yazılardan biri , mutlaka sindirerek okuyun istiyorum.
Dün gece yine uyku yoktu.
Bir o oda , bir bu oda , bir bilgisayar, bir televizyon, iki sayfa şundan bundan derken yine kemiklerimden şikayetler başladı.
Gözlerim zaten küfür kıyamet .
Saç diplerim bile “git zıbar” diyor ama gel de aklıma anlat bunları.
Yatağa uzanır uzanmaz aynı film yine, yeniden başlıyor.
Bari gözlerimle barış yapayım diye banyoya gittim.
Yüzümü yıkadım.
Solum hala kapalı ama azıcık açılan sağ gözümün ucuna “o” ilişti.
Lavabonun içinde küçük, minik bir örümcek tırmanmaya çalışıp duruyordu.
Şaşkındım çünkü bu resmen Aziz Nesin’in “sekiz ayaklı Sisiphus”uydu.
Yıllar sonra onunla karşılaşmanın verdiği telaşla banyoda bir tur atmışım.
Çocukluğumun en trajik hikaye kahramanlarından biri tozlu sarı sayfalardan fışkırıp banyoma düşmüş gibiydi.
Sanki oturma odasında Küçük Prens ya da salonda Fedor amcayla karşılaşmış gibiydim.
Çocuklar için yazılmamıştır ama Sekiz ayaklı Sisiphus, Aziz Nesin’in Potin Bağı hikayesi, Bizim Köyü Deliler Baladı, Namus Gazı gibi muhteşem hikayelerinden biridir.
Küvete düşmüş bir örümceğin imkansız öyküsünü anlatır.Örümcek onca tırmanma yeteneğine rağmen küvetin kaygan ,düz zeminine tutunamaz ve mitolojideki Sisiphus(Sisyphos,Sisifos) gibi tepeye yaklaşırken yeniden aşağı düşer ama hiç vazgeçmez.Anlatıcı Aziz Nesin, hikayesini onu kurtarıp kurtarmamak üzerine kurar.
Bense üstaddan çabuk davrandım ve bir kağıt parçasının ucuyla küçük örümceği alıp pencereden salıverdim gitti.
O dakika yarı kapalı gözlerimde bir şimşek çaktı.
Aklım yıllardır ilk kez bir oh çekti.
Örümceği kurtarırken örümceği değil kendimi kurtardığımı hissettim.
Oturup orada onun işkencesini izlesem ya da suyu açıp öldürsem aklım her gece olduğu gibi yine huzur bulmayacaktı.
Ve yıllardan beri kendi kendime yaptığım işkenceyi fark ettim.
Gün ağarırken o kelime beynimde dönüp duruyordu .
“Affetmek.”
Yıllardır herkesten dinleyip durduğum ama bir türlü beceremediğim o eylem.
Affet diyordu herkes ama olmuyordu.
Sonra bir arkadaşımın verdiği şu cümleleri sakladığım yerden çıkarıp okudum.
Kime ait olduğunu bilmiyorum o yüzden adını da yazamıyorum, beni affetsin.
“Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır hissetmesi gerekir.
Bir o oda , bir bu oda , bir bilgisayar, bir televizyon, iki sayfa şundan bundan derken yine kemiklerimden şikayetler başladı.
Gözlerim zaten küfür kıyamet .
Saç diplerim bile “git zıbar” diyor ama gel de aklıma anlat bunları.
Yatağa uzanır uzanmaz aynı film yine, yeniden başlıyor.
Bari gözlerimle barış yapayım diye banyoya gittim.
Yüzümü yıkadım.
Solum hala kapalı ama azıcık açılan sağ gözümün ucuna “o” ilişti.
Lavabonun içinde küçük, minik bir örümcek tırmanmaya çalışıp duruyordu.
Şaşkındım çünkü bu resmen Aziz Nesin’in “sekiz ayaklı Sisiphus”uydu.
Yıllar sonra onunla karşılaşmanın verdiği telaşla banyoda bir tur atmışım.
Çocukluğumun en trajik hikaye kahramanlarından biri tozlu sarı sayfalardan fışkırıp banyoma düşmüş gibiydi.
Sanki oturma odasında Küçük Prens ya da salonda Fedor amcayla karşılaşmış gibiydim.
Çocuklar için yazılmamıştır ama Sekiz ayaklı Sisiphus, Aziz Nesin’in Potin Bağı hikayesi, Bizim Köyü Deliler Baladı, Namus Gazı gibi muhteşem hikayelerinden biridir.
Küvete düşmüş bir örümceğin imkansız öyküsünü anlatır.Örümcek onca tırmanma yeteneğine rağmen küvetin kaygan ,düz zeminine tutunamaz ve mitolojideki Sisiphus(Sisyphos,Sisifos) gibi tepeye yaklaşırken yeniden aşağı düşer ama hiç vazgeçmez.Anlatıcı Aziz Nesin, hikayesini onu kurtarıp kurtarmamak üzerine kurar.
Bense üstaddan çabuk davrandım ve bir kağıt parçasının ucuyla küçük örümceği alıp pencereden salıverdim gitti.
O dakika yarı kapalı gözlerimde bir şimşek çaktı.
Aklım yıllardır ilk kez bir oh çekti.
Örümceği kurtarırken örümceği değil kendimi kurtardığımı hissettim.
Oturup orada onun işkencesini izlesem ya da suyu açıp öldürsem aklım her gece olduğu gibi yine huzur bulmayacaktı.
Ve yıllardan beri kendi kendime yaptığım işkenceyi fark ettim.
Gün ağarırken o kelime beynimde dönüp duruyordu .
“Affetmek.”
Yıllardır herkesten dinleyip durduğum ama bir türlü beceremediğim o eylem.
Affet diyordu herkes ama olmuyordu.
Sonra bir arkadaşımın verdiği şu cümleleri sakladığım yerden çıkarıp okudum.
Kime ait olduğunu bilmiyorum o yüzden adını da yazamıyorum, beni affetsin.
“Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır hissetmesi gerekir.
Çünkü affetmek bir seçimdir.
Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir.
Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir.
Affetmek bir süreçtir.
Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.”
Yıllardır yanlış insanlarıma hissettiğim öfkeyle yaşıyorum.
Susuyorum konuşmuyorum ama, ideallerimizi , hayallerimizi kendi bencillikleri uğruna mahveden ,harcayan insanlarıma olan öfkemi gece gündüz gittiğim heryere taşıyorum.
Bu öfkenin bana mücadeleye devam etme enerjisi verdiğini sanıyordum ama şimdi anlıyorum ki bu kızgınlığın ağırlığı ile tam tepeye ulaşırken yeniden aşağı düşüyorum.
Ve bu gece o örümceği kurtardıktan sonra aniden karar verdim.
Sizi affediyorum.
Başta seni affediyorum…
Seni de affediyorum…
Hepinizi tek tek affediyorum.
Affetmek kolay değildir. Fakat özgürleşmek için gereklidir.
Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.”
Yıllardır yanlış insanlarıma hissettiğim öfkeyle yaşıyorum.
Susuyorum konuşmuyorum ama, ideallerimizi , hayallerimizi kendi bencillikleri uğruna mahveden ,harcayan insanlarıma olan öfkemi gece gündüz gittiğim heryere taşıyorum.
Bu öfkenin bana mücadeleye devam etme enerjisi verdiğini sanıyordum ama şimdi anlıyorum ki bu kızgınlığın ağırlığı ile tam tepeye ulaşırken yeniden aşağı düşüyorum.
Ve bu gece o örümceği kurtardıktan sonra aniden karar verdim.
Sizi affediyorum.
Başta seni affediyorum…
Seni de affediyorum…
Hepinizi tek tek affediyorum.
Affetmek kolay değildir. Fakat özgürleşmek için gereklidir.
Çoğu insan affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır.
Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrol altında tutmasına son vermek demektir.
Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi haklı bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.
Affetmek kırgınlığın, küskünlüğün, nefretin hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir.”
Sizi affediyorum.
En başta da seni…
Umarım hayat bundan sonra iyi şeyler getirir size.
Sizi artık sonsuza kadar kendimden bırakıyorum.
En son olarak da kendimi affediyorum.
Bunca yanlış insanı seçmiş olduğum ve yıllarımı harcadığım için kendime kızıyordum.
Artık kendimi affediyorum.
Aldığım tüm o yanlış kararları, hatalı tercihlerimi, hepsini affediyorum.
Bugün öğrendiklerimi başka türlü öğrenemeyecektim belki de.
Belki yine hatalar yapacağım ama aynıları olmayacak.
Bu satırları yazarken bile yaşadığım hafiflemeyi, rahatlamayı anlatamam . Bütün sekiz ayaklı Sisiphus’larımı salıveriyorum.
Hırslarınızın ve bencilliklerinizin hücresinde yaşadığınız sonsuz işkencenize ortak olmayacağım artık ,
Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrol altında tutmasına son vermek demektir.
Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi haklı bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.
Affetmek kırgınlığın, küskünlüğün, nefretin hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir.”
Sizi affediyorum.
En başta da seni…
Umarım hayat bundan sonra iyi şeyler getirir size.
Sizi artık sonsuza kadar kendimden bırakıyorum.
En son olarak da kendimi affediyorum.
Bunca yanlış insanı seçmiş olduğum ve yıllarımı harcadığım için kendime kızıyordum.
Artık kendimi affediyorum.
Aldığım tüm o yanlış kararları, hatalı tercihlerimi, hepsini affediyorum.
Bugün öğrendiklerimi başka türlü öğrenemeyecektim belki de.
Belki yine hatalar yapacağım ama aynıları olmayacak.
Bu satırları yazarken bile yaşadığım hafiflemeyi, rahatlamayı anlatamam . Bütün sekiz ayaklı Sisiphus’larımı salıveriyorum.
Hırslarınızın ve bencilliklerinizin hücresinde yaşadığınız sonsuz işkencenize ortak olmayacağım artık ,
mecazen de olsa sizi öldürmek de istemiyorum eskisi gibi.
Hadi gidin ve artık rahat bırakın beni.
Sizi Allah’a havale ediyorum.
Ben sizi affediyorum.
İşte böyle önemli bir geceydi dün gece benim için.
Sabah ışıdı.
Hala biraz pus var var , gökyüzü de gri ama yeni bir gün başladı.
Buraya kadar okuyup sıkılmadıysanız size de son tavsiyem ,siz de affedin.
“Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek...
Başkalarını affettiğimizde biz özgürlesiriz."
Yazar: Kerimcan Kamal
Hadi gidin ve artık rahat bırakın beni.
Sizi Allah’a havale ediyorum.
Ben sizi affediyorum.
İşte böyle önemli bir geceydi dün gece benim için.
Sabah ışıdı.
Hala biraz pus var var , gökyüzü de gri ama yeni bir gün başladı.
Buraya kadar okuyup sıkılmadıysanız size de son tavsiyem ,siz de affedin.
“Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek...
Başkalarını affettiğimizde biz özgürlesiriz."
Yazar: Kerimcan Kamal
7 Mart 2016 Pazartesi
Sevda Kuşun Kanadında!
Böyle muhteşem bir eser, bir dandik diziyle mi aklınıza geldi?
Diziye ismin konmasına izin verenlere de yazıklar olsun yitip gidiyor çoğu değer.
Bakıyorum en güzel şarkılar türküler dizilerden öğrenilip bir de utanmadan youtube da altına falanca diziden gelenler diye yorum yapılıyor böyle bi rezalet değersizleştirme görmedim ben, ayılın gençler!
Siz hiç dinlemeyin daha iyi, valla bak:) bize kalsın bu muhteşem değerler, eserler, değerini bilenlere.
Böyle güzel sözler nasıl bir diziyle özdeşleşebilir bilemiyorum:(
Dağbaşında rastladım aksakallı birisine
Bin yıllık bir halıya bin yıldan beri
Bağdaş kurmuş bir çınar gibiydi
Sordum ona "Aşk ne ustam hayatın sırrı ne,
Tepeden tırnağa aşığım ben
Ve koskoca bir hayat var önümde?
" Sevda kuşun kanadında
Ürkütürsen tutamazsın
Ökse ile sapanla vurursun da saramazsın
Hayat sırrının suyunu
Çeşmelerden bulamazsın
Ansızın bir deli çaydan içersin de kanamazsın
Taaa 2012 de yazmışım , bakalım ne demişim?
Diziye ismin konmasına izin verenlere de yazıklar olsun yitip gidiyor çoğu değer.
Bakıyorum en güzel şarkılar türküler dizilerden öğrenilip bir de utanmadan youtube da altına falanca diziden gelenler diye yorum yapılıyor böyle bi rezalet değersizleştirme görmedim ben, ayılın gençler!
Siz hiç dinlemeyin daha iyi, valla bak:) bize kalsın bu muhteşem değerler, eserler, değerini bilenlere.
Böyle güzel sözler nasıl bir diziyle özdeşleşebilir bilemiyorum:(
Dağbaşında rastladım aksakallı birisine
Bin yıllık bir halıya bin yıldan beri
Bağdaş kurmuş bir çınar gibiydi
Sordum ona "Aşk ne ustam hayatın sırrı ne,
Tepeden tırnağa aşığım ben
Ve koskoca bir hayat var önümde?
" Sevda kuşun kanadında
Ürkütürsen tutamazsın
Ökse ile sapanla vurursun da saramazsın
Hayat sırrının suyunu
Çeşmelerden bulamazsın
Ansızın bir deli çaydan içersin de kanamazsın
Taaa 2012 de yazmışım , bakalım ne demişim?
Kaotik Gönderiler!
Bugün, bunca zaman sonra ilk defa alıntı değil, beni anlatan başka sözler şarkılar değil,kendi sözcüklerimle isyanımı dile getirmeye gelmiştim. Taslaklarıma baktım önce..
Gerçekten iddia ettiğim gibi mutsuz sıkıntılı hissettiğimde yazmışım çoğu zaman,
kafam çok doluysa alıntılar paylaşmışım benim için kaybedilmemesi gerekecek kadar değerli olan.
Hiçbir hedefi amacı olmayan. Ama ben yazsam bunu yazardım dedirten.
Deşifre edilmişseniz, yani zamanında güvenip birilerine bak ben buraya yazıyorum bazen demişseniz,
içinizi özgürce dökemez hale geliyorsunuz, hatta sizden beklentiler olup boğdukları bile oluyo,
neden onu yazmadın, neden mutluyken yazmadın, bak bunu yazmışsın ama, burası benim sığınağımdı? ne zaman içimden gelirse o zaman yazmalıyım değil mi,
zaten tüm detayları ile hayatımın her gününü paylaşsam bu bir günlük olurdu herkese açık ve ben bunu hiç istemedim, hep bana yöneltilmiş bir sorudur blog yazmaktan anlamayanlar tarafından,
arada makyaj ve stil bloglarına gözleri değmişse hele de yandık, sorular stabil,
neden resmin yok, neden neler yaptığını anlatmıyosun, yahu bunun için daha izole ortamlar var kişiselleştirilebilecek paylaşmak istersem, instagram, facebook gibi, paylaşanlara sözüm yok ama ben istemiyorum?
Ve işte bu yüzden anonim kalmak istiyoruz çoğumuz. Umarım yeniden açıklamak zorunda kalmam:)
Huy bu, tercih, ne derseniz artık.Ben nasıl saygı gösteriyorsam beklediğim bundan bir adım ötesi değil.
Bir yorum gördüm onaylanmak için bekleyen:
Bak yukarıda ne güzel yoruma teşvik eden mesaj yazmışsın , ama atılan mesajlara cevap verme tenezülünde bulunmamışsın :)
Hah dedim tam da yerine rastgeldi yaramın.Elimden geldiği kadar ihmal etmemeye çalışıyorum
ama ben zaten yazarak diyeceğimi demiş oluyorum bazen de.
Ama burda başka bir yaram var tam cız ettiren.
Konu: sürekli içine düştüğüm yanlış anlaşılma kaosu.
Bir fikir, bir yardım, hiç olmadı içimi dökmek istedim.
Sütten çıkma ak kaşık değilim, sabırlı ve ağzından çıkana dikkat etmeye çalışan bir insan olmaya,
kendimi karşımdakinin yerine koymaya çalıştım her zaman.
Ama bunu başaramıyorum her zaman gördüm ki, üstelik bir değil birkaç olay üst üste geliyor bazen.
Mücadele etmeyi bırakmak dendi susunca, konuşunca zorlamak oldu, hep böyle değil midir?
Nerede konuşup nerede susacağını hatta ne zaman pes edeceğini bilmeli insan bazen sessizlik öyle çok şey anlatır ki bütün soruların ve sorunların çözümü olur.
Ama arkadan konuşmak nedir benim aklım almıyor alamadı bunu, hazmedemedim.
Çok üzgünüm, çok kırgın,çok şaşkın.
Bana yapılmasını istemediğimi ben başkalarına hele de sevdiklerime nasıl yapıyor olabilirim demiyor musunuz?
Ama bir de şu var ki, ben çok zor güvenen bir insan olarak, kazık yemelere doymadığım için, birini güvenip sevdiğimde onun iyi niyetinden kuşku duymuyorum elimden geldiğince, elimden geldiğince diyorum çünkü karşınızdaki insan sizi tanıyorsa tahammül edemeyeceğiniz şeyleri bilir ve sizi kıracak bir şey yaptığında bazen kasten yaptığını düşünebilirsiniz de.
Çünkü sonucunu biliyor olmalıdır ve bunu göze almıştır, hatta ,stediği dolaylı olarak budur değil mi?
Öte yandan bazı şeyler anlıktır ve bunu düşünecek zamanı olmayabilir veya bu kadar önemseyeceğinizi de tahmin etmemiş olabilir (pollyanna ölmemişse eğer)
İşte ben bu yanılsamanın bedelini ödüyorum adeta. Ödetiyorum da.
Bunlar bana çok çetrefilli, çok fanfirifon, yani kafam bi dünya.
Kendi kendime eziyet ve soru sormayı bırakalı çok oldu ama ne yapsam üstüne alınanlar, her sözümü havada tutanlar, yani bi yerden bir şey çıkıp illa suyu bulandırıyolar, durgun suyu.
Korkuyla başlıyorum güne bugün ne olacak gene canımı sıkacak diye oysa bir güne de huzurla uyanmak isterdim.. Yarına çıkacağımız meçhulken.
Canım yer yer çok sıkkın, kalbim parçalı bulutlu, bir güneş bir sağanak yağmur tam havasına göre giyinmeye alışıyorum bir fırtına ki buzz kesiyorum. Bu ara buz kestim yine evet bir tek cümleyle yine ben buz kestim.
Sağlığım hayatımda olmadığı kadar bozuk ve kötüye gidiyor, ama ben bunların hepsini bilip hiçbirine anlayış veya saygı gösterecek kadar bile hatrım kalmamış insanların benden hırsını alamamış olmasına şaşıyorum hala, nasıl safım ama?
Neyse aslolan nedir bilemiyorum ama lüzumsuz hırs yapmayın, zaten hiç sizin olmayanı terk edemezsiniz diyorum yine. Hiçbişey bize ait değil bu hayatta, emanet, emanetiz birbirimize hatta.
Para, pul, bu can bile emanet. Ne verirseniz onu misliyle geri alırsınız unutmayın.
Özlemek kadar büyük bir ceza da yok her ne kadar aklınıza bile getirmiyor olduğunuzu iddia etseniz de bazılarını, bu sözü sarf ederken bile aklınızdan çıkmadığını belirtiyosunuz zaten ,ah canım bu çaresizlik, acizlik sadece:)
Birkaç konu bir arada olduğu için kaotik dedim ama benim asıl kaotik dediğim bloglar böyle değil o da diğer konumuz olsun:f
Diyeceklerim bu kadar. Şimdilik.
Sinirli İpek
Gerçekten iddia ettiğim gibi mutsuz sıkıntılı hissettiğimde yazmışım çoğu zaman,
kafam çok doluysa alıntılar paylaşmışım benim için kaybedilmemesi gerekecek kadar değerli olan.
Hiçbir hedefi amacı olmayan. Ama ben yazsam bunu yazardım dedirten.
Deşifre edilmişseniz, yani zamanında güvenip birilerine bak ben buraya yazıyorum bazen demişseniz,
içinizi özgürce dökemez hale geliyorsunuz, hatta sizden beklentiler olup boğdukları bile oluyo,
neden onu yazmadın, neden mutluyken yazmadın, bak bunu yazmışsın ama, burası benim sığınağımdı? ne zaman içimden gelirse o zaman yazmalıyım değil mi,
zaten tüm detayları ile hayatımın her gününü paylaşsam bu bir günlük olurdu herkese açık ve ben bunu hiç istemedim, hep bana yöneltilmiş bir sorudur blog yazmaktan anlamayanlar tarafından,
arada makyaj ve stil bloglarına gözleri değmişse hele de yandık, sorular stabil,
neden resmin yok, neden neler yaptığını anlatmıyosun, yahu bunun için daha izole ortamlar var kişiselleştirilebilecek paylaşmak istersem, instagram, facebook gibi, paylaşanlara sözüm yok ama ben istemiyorum?
Ve işte bu yüzden anonim kalmak istiyoruz çoğumuz. Umarım yeniden açıklamak zorunda kalmam:)
Huy bu, tercih, ne derseniz artık.Ben nasıl saygı gösteriyorsam beklediğim bundan bir adım ötesi değil.
Bir yorum gördüm onaylanmak için bekleyen:
Bak yukarıda ne güzel yoruma teşvik eden mesaj yazmışsın , ama atılan mesajlara cevap verme tenezülünde bulunmamışsın :)
Hah dedim tam da yerine rastgeldi yaramın.Elimden geldiği kadar ihmal etmemeye çalışıyorum
ama ben zaten yazarak diyeceğimi demiş oluyorum bazen de.
Ama burda başka bir yaram var tam cız ettiren.
Konu: sürekli içine düştüğüm yanlış anlaşılma kaosu.
Bir fikir, bir yardım, hiç olmadı içimi dökmek istedim.
Sütten çıkma ak kaşık değilim, sabırlı ve ağzından çıkana dikkat etmeye çalışan bir insan olmaya,
kendimi karşımdakinin yerine koymaya çalıştım her zaman.
Ama bunu başaramıyorum her zaman gördüm ki, üstelik bir değil birkaç olay üst üste geliyor bazen.
Mücadele etmeyi bırakmak dendi susunca, konuşunca zorlamak oldu, hep böyle değil midir?
Nerede konuşup nerede susacağını hatta ne zaman pes edeceğini bilmeli insan bazen sessizlik öyle çok şey anlatır ki bütün soruların ve sorunların çözümü olur.
Ama arkadan konuşmak nedir benim aklım almıyor alamadı bunu, hazmedemedim.
Çok üzgünüm, çok kırgın,çok şaşkın.
Bana yapılmasını istemediğimi ben başkalarına hele de sevdiklerime nasıl yapıyor olabilirim demiyor musunuz?
Ama bir de şu var ki, ben çok zor güvenen bir insan olarak, kazık yemelere doymadığım için, birini güvenip sevdiğimde onun iyi niyetinden kuşku duymuyorum elimden geldiğince, elimden geldiğince diyorum çünkü karşınızdaki insan sizi tanıyorsa tahammül edemeyeceğiniz şeyleri bilir ve sizi kıracak bir şey yaptığında bazen kasten yaptığını düşünebilirsiniz de.
Çünkü sonucunu biliyor olmalıdır ve bunu göze almıştır, hatta ,stediği dolaylı olarak budur değil mi?
Öte yandan bazı şeyler anlıktır ve bunu düşünecek zamanı olmayabilir veya bu kadar önemseyeceğinizi de tahmin etmemiş olabilir (pollyanna ölmemişse eğer)
İşte ben bu yanılsamanın bedelini ödüyorum adeta. Ödetiyorum da.
Bunlar bana çok çetrefilli, çok fanfirifon, yani kafam bi dünya.
Kendi kendime eziyet ve soru sormayı bırakalı çok oldu ama ne yapsam üstüne alınanlar, her sözümü havada tutanlar, yani bi yerden bir şey çıkıp illa suyu bulandırıyolar, durgun suyu.
Korkuyla başlıyorum güne bugün ne olacak gene canımı sıkacak diye oysa bir güne de huzurla uyanmak isterdim.. Yarına çıkacağımız meçhulken.
Canım yer yer çok sıkkın, kalbim parçalı bulutlu, bir güneş bir sağanak yağmur tam havasına göre giyinmeye alışıyorum bir fırtına ki buzz kesiyorum. Bu ara buz kestim yine evet bir tek cümleyle yine ben buz kestim.
Sağlığım hayatımda olmadığı kadar bozuk ve kötüye gidiyor, ama ben bunların hepsini bilip hiçbirine anlayış veya saygı gösterecek kadar bile hatrım kalmamış insanların benden hırsını alamamış olmasına şaşıyorum hala, nasıl safım ama?
Neyse aslolan nedir bilemiyorum ama lüzumsuz hırs yapmayın, zaten hiç sizin olmayanı terk edemezsiniz diyorum yine. Hiçbişey bize ait değil bu hayatta, emanet, emanetiz birbirimize hatta.
Para, pul, bu can bile emanet. Ne verirseniz onu misliyle geri alırsınız unutmayın.
Özlemek kadar büyük bir ceza da yok her ne kadar aklınıza bile getirmiyor olduğunuzu iddia etseniz de bazılarını, bu sözü sarf ederken bile aklınızdan çıkmadığını belirtiyosunuz zaten ,ah canım bu çaresizlik, acizlik sadece:)
Birkaç konu bir arada olduğu için kaotik dedim ama benim asıl kaotik dediğim bloglar böyle değil o da diğer konumuz olsun:f
Diyeceklerim bu kadar. Şimdilik.
Sinirli İpek
Tarihin en zeki insanına ne oldu?
1898-1944...
Adı William James Sidis. Yahudi asıllı Rus göçmeni bir ailenin çocuğu. Babası Boris Sidis, Harvard Üniversitesi'nde psikoloji ve psikiyatri eğitimi veriyormuş, pek çok da kitabı varmış. Annesi Sarah, bir tıp doktoruymuş.Zekâ katsayısı 250 ile 300 arasında tahmin ediliyor. 6 aylıkken okuma yazmayı öğrendiği, 18 aylıkken The New York Times'ı okuyabildiği öne sürülür.
İki yaşındayken kendi kendine Latince öğrendi.
Üç yaşında Yunancayı da biliyordu. Yetişkin olduğunda 40'tan fazla dil ve diyalekti konuşabiliyordu.
11 yaşında Harvard'a girmeye hak kazandı. Daha birinci sınıf öğrencisiyken Harvard Matematik Kulübü'nde dört boyutlu nesnelerle ilgili konferans verdi. 16 yaşında akademik eğitimini tamamladı ve tarihte gelmiş geçmiş en genç profesör oldu.
Ünlü matematikçi ve fizikçi Subrahmanyan Chandrasekhar'dan 20 yıl önce kara deliklerin mümkün olduğunu gösterdi.
Gelmiş geçmiş bütün harika çocuklar arasında muhtemelen en yüksek zekâya ve kapasiteye sahip olan oydu. 20 yaşlarında sosyalistlerin mitinglerine katılmış, hapse dahi girmişti.
Ne olduysa matematiğe küstü ve profesörlüğü çok kısa sürede terk etti. Farklı işlere yöneldi, bir işten bir işe geçti. haftada 20 Dolar getiren bir işte katip olarak hayatını kazanan,
dedektif romanları okumaktan ve Amerikan yerlilerinin ritüellerine merak sarmaktan başka pek bir şeyle ilgilenmeyen bir insan olarak kaldı. ,
Bütün Zekâsını tramvay tarifelerine adadı, yaşadığı şehir olan Boston'un tarihini araştırdı.
Normal bir insan olabilmek için üstün çaba sarf etti ama tümüyle başarılı da olamadı.
46 yaşında öldüğünde, hayatında seks yapmamıştı.
Yaz ya da kış olsun, sürekli yelek giyiyordu.
Düzenli olarak yıkanmayı öğrenemedi.
Sonuç olarak;
Tek başına zekanın hiçbir şey olduğunu kanıtlamış oldu.
Hayal gücüne, yaratıcılığa, doğru bir yaşam felsefesine sahip olunmadığı takdirde
yüksek zekanın değersiz olduğunu gösterdi.
Adı William James Sidis. Yahudi asıllı Rus göçmeni bir ailenin çocuğu. Babası Boris Sidis, Harvard Üniversitesi'nde psikoloji ve psikiyatri eğitimi veriyormuş, pek çok da kitabı varmış. Annesi Sarah, bir tıp doktoruymuş.Zekâ katsayısı 250 ile 300 arasında tahmin ediliyor. 6 aylıkken okuma yazmayı öğrendiği, 18 aylıkken The New York Times'ı okuyabildiği öne sürülür.
İki yaşındayken kendi kendine Latince öğrendi.
Üç yaşında Yunancayı da biliyordu. Yetişkin olduğunda 40'tan fazla dil ve diyalekti konuşabiliyordu.
11 yaşında Harvard'a girmeye hak kazandı. Daha birinci sınıf öğrencisiyken Harvard Matematik Kulübü'nde dört boyutlu nesnelerle ilgili konferans verdi. 16 yaşında akademik eğitimini tamamladı ve tarihte gelmiş geçmiş en genç profesör oldu.
Ünlü matematikçi ve fizikçi Subrahmanyan Chandrasekhar'dan 20 yıl önce kara deliklerin mümkün olduğunu gösterdi.
Gelmiş geçmiş bütün harika çocuklar arasında muhtemelen en yüksek zekâya ve kapasiteye sahip olan oydu. 20 yaşlarında sosyalistlerin mitinglerine katılmış, hapse dahi girmişti.
Ne olduysa matematiğe küstü ve profesörlüğü çok kısa sürede terk etti. Farklı işlere yöneldi, bir işten bir işe geçti. haftada 20 Dolar getiren bir işte katip olarak hayatını kazanan,
dedektif romanları okumaktan ve Amerikan yerlilerinin ritüellerine merak sarmaktan başka pek bir şeyle ilgilenmeyen bir insan olarak kaldı. ,
Bütün Zekâsını tramvay tarifelerine adadı, yaşadığı şehir olan Boston'un tarihini araştırdı.
Normal bir insan olabilmek için üstün çaba sarf etti ama tümüyle başarılı da olamadı.
46 yaşında öldüğünde, hayatında seks yapmamıştı.
Yaz ya da kış olsun, sürekli yelek giyiyordu.
Düzenli olarak yıkanmayı öğrenemedi.
Sonuç olarak;
Tek başına zekanın hiçbir şey olduğunu kanıtlamış oldu.
Hayal gücüne, yaratıcılığa, doğru bir yaşam felsefesine sahip olunmadığı takdirde
yüksek zekanın değersiz olduğunu gösterdi.
22 Şubat 2016 Pazartesi
Herkes bizden bunu beklese de; Mükemmel Kadın Olmayın!
Mükemmellik, kendinden vazgeçmek demektir.
Sürekli başkaları için yaşamak,onların ihtiyaçlarını gidermek, onların sevdiklerini seçmek ve hazırlamak,hep başkalarını düşünmek, mükemmel kadını kişiliksiz kılar.
Kendi hayatından vazgeçmek, saçının her telini süpürge etmek, gereksiz özveri ve fedakarlık göstermek, karşı taraftan alkış ve takdir almaz.
Düzenli olarak bunlar yapıldığı için, görevmiş gibi algılanır ve kıymeti bilinmez.
Kusursuz ve mükemmel olmak, sadece zarar verir.
Eşini, çocuğunu, kendini hatta dostlarını bile zor bir psikolojik sürece sokar.
İlişkiler paylaştıkça değer kazanır ve keyif verir.
Mükemmel kadın mutlu olamaz.
Başkalarının hayatını düzenlerken, kendine ait bir yaşamı unutur.
İnsan dediğin kusurlu olur. Hataları, yanlışları ile var olur.
Mükemmellik, insana ait değildir.
Kusursuz veya mükemmel kadın olmayın.
Bu sizi ancak, ruhsal köle ve yaşam hizmetçisi yapar.
Can YÜCEL
Sürekli başkaları için yaşamak,onların ihtiyaçlarını gidermek, onların sevdiklerini seçmek ve hazırlamak,hep başkalarını düşünmek, mükemmel kadını kişiliksiz kılar.
Kendi hayatından vazgeçmek, saçının her telini süpürge etmek, gereksiz özveri ve fedakarlık göstermek, karşı taraftan alkış ve takdir almaz.
Düzenli olarak bunlar yapıldığı için, görevmiş gibi algılanır ve kıymeti bilinmez.
Kusursuz ve mükemmel olmak, sadece zarar verir.
Eşini, çocuğunu, kendini hatta dostlarını bile zor bir psikolojik sürece sokar.
İlişkiler paylaştıkça değer kazanır ve keyif verir.
Mükemmel kadın mutlu olamaz.
Başkalarının hayatını düzenlerken, kendine ait bir yaşamı unutur.
İnsan dediğin kusurlu olur. Hataları, yanlışları ile var olur.
Mükemmellik, insana ait değildir.
Kusursuz veya mükemmel kadın olmayın.
Bu sizi ancak, ruhsal köle ve yaşam hizmetçisi yapar.
Can YÜCEL
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)