15 Mart 2016 Salı

Ben Karşının Ölüsüyüm...?

Her yerde bombalar patlıyor, en güvenilir şehir dediğim, sık sık gidip kısa dönemlerde de orda yaşadığım canım Ankara.. Hep çok sevdim, hep özel ve huzurlu buldum bu soğuk sisli şehri.
Ve orada çok sevdiğim insanlar yaşıyor, canımın bir parçası da dahil.
Kuzenim İstanbul Üniversitesini yazdığında aman orda olaylar çok olur yazsana Hacettepeyi dedim.
Daha geçen patlamanın yaraları sarılmadan, ki zaten sarılamaz giden bir eşya, bir ev değil yerine gelmecek bişeyler, can, umutlar, gençlik, birinin babası berikinin kardeşi, tırnaklarıyla kazıyarak umutlarını bağlayan bir annenin yavrusu, oğlunu koklayarak içine çeken bir babanın oğlu, nasıl unutulur ki? İçim parçalanıyor aklıma geldikçe :(







Benim asıl anlamadığım ne olursa olsun ertesi gün hayatına devam edebilenler, 
hiçbirşeye saygısı olmayan, aymaz, duyarsız insanlar yığını, hala goygoy peşinde, diğer yanda da kışkırtıcılar yangına körükle gidenler, halkı iyice ayrıştırma derdinde olanlar. 

Twitter yıkılıyor, tt ler, herkes bi ahkam kesti, bugün baktım adeta yazmazlarsa ölecekler, herşey yolunda, Survivor izleyenlerin (izlemediğini iddia edip yerenlerin) ta kendileri, o derece uyuşmuş bir kafa yığını. Bitsin, yeter, neden, ölüme ölüm kana kan demekle bitmiyor aynı plağın tekrarı gibi. Kesin çözüm nedir, kimler ne yapmalıdır ve neden yapılmıyor susmamalısınız?
Teröre nerdeyse yandaş çıkanlar bir yana da , hangi vicdan bu ayrıştırmayı gerçekten durdurup aynı renge boyayacak gökyüzümüzü? Bunu görmeye ömrümüz yetecek mi? Asıl derdimiz bu olmalı.

Hep dillerde barış, sadece dilde.
Kendi içimizde bile değil, iki pkk lının sokakta taranmasını göğsü kabararak paylaşanlar, barışçıl mı bu? Bu iç savaş bitmeyen ülkede kaç kurban verip sadece ciğeri yanan haykıran kişileri cımbızlayıp dava açacağız?
Bu ağlamadan konuşamayan ve her kelimesini içinden söylediğiniz sözcükler için birini bulup kafasını ezmek bitirecek mi akan kanı?  Ya siz sınav stresinden yeni çıkmış kardeşinizin az evvel fotoğrafını like lamışken , akşama nereleri tutar kaç puan alır hesaplayacakken yerde kana bulanmış bulsaydınız bu adamdan az mı haykıracaktınız acaba ? Şehit aileleri de "vatan sağolsun" harici bişey dedikleri an içinde bulundukları yangın yoksayılıp susturulmuyorlar mı?

Gücü gücü yetene ama Güç Terbiye Edilmediği Sürece Dünya için Umut Yoktur. demiş Russell
Bir yandan her iki taraftan da kan akmasın, barış olsun, hepsi can diyen bizler, diğer yandan Newrozun ayak sesi diye başlık atar bayram yaparken vicdansızlar,  neresi tutsa elimizde kalan tek şey: 

İnsanlık!



Bir şiire rastladım bugün..Leyla Alp yazmış. Kürt asıllı sendikacı bir kadın yazar.
tüm ayrımları içeren bi çığlık:

13 Mart 2016 Pazar

Affetmek Özgürlüktür!

Kendimi sorguladığım, kendimle yüzleştiğim günlerdeyim. 
Hepimizin zaman zaman olduğu gibi.Olması gereken gibi.
Bugün, en hasta en tatsız günlerimden biri yine. Hastaneye gittiğimde şükür ve korku sebebi oluyo bana nedense. Zamanımın daraldığını hissediyorum, bana kimse kırgın kalmasın, yanlış anlaşılmalar kırgınlıklar varsa insanca düzelteyim istiyorum. Düşmanca davranışlara dayanamıyorum .
Bir nevi veda. Bazı şeyler benimle gitsin istemiyorum. Yarın var mıyız ki?
Olmuyor, kalbimden geçenler ve dilim başka şey söylermiş gibi karşılık alıyorum, yüzüp yüzüp kıyıya çıkamamak, boğulmak, dibe batmak gibi kendini ifade edememek..
Sadece karşındakinin egosunu tatmin etmeye, dilediğini anlamaya yaramışsa pişman oluyorsun bir de gösterdiğin insanca çabaya.
Kalbimde asla affedemeyeceklerim var. Ne ben onların ne de onlar benim umurumda olacak bir süre sonra, ta ki kapağı kapatılmamış anılar arada bir yerlerinden fırlayana kadar.
Ama bu gece buna rast geldim yattığım yerde üstelik..
Okuduğuma saygısızlık gibi geldi. Ya da ben mi yazmıştım acaba bunu da unutmuştum?
DOĞRULUP BİR KAHVE YAPTIM ZORLA BİR İLAÇ ALDIM VE YİNE OKUDUM..
Okuduğum en güzel yazılardan biri , mutlaka sindirerek okuyun istiyorum.
Dün gece yine uyku yoktu.
Bir o oda , bir bu oda , bir bilgisayar, bir televizyon, iki sayfa şundan bundan derken yine kemiklerimden şikayetler başladı.
Gözlerim zaten küfür kıyamet .
Saç diplerim bile “git zıbar” diyor ama gel de aklıma anlat bunları.
Yatağa uzanır uzanmaz aynı film yine, yeniden başlıyor.
Bari gözlerimle barış yapayım diye banyoya gittim.
Yüzümü yıkadım.
Solum hala kapalı ama azıcık açılan sağ gözümün ucuna “o” ilişti.
Lavabonun içinde küçük, minik bir örümcek tırmanmaya çalışıp duruyordu.
Şaşkındım çünkü bu resmen Aziz Nesin’in “sekiz ayaklı Sisiphus”uydu.
Yıllar sonra onunla karşılaşmanın verdiği telaşla banyoda bir tur atmışım.
Çocukluğumun en trajik hikaye kahramanlarından biri tozlu sarı sayfalardan fışkırıp banyoma düşmüş gibiydi.
Sanki oturma odasında Küçük Prens ya da salonda Fedor amcayla karşılaşmış gibiydim.
Çocuklar için yazılmamıştır ama Sekiz ayaklı Sisiphus, Aziz Nesin’in Potin Bağı hikayesi, Bizim Köyü Deliler Baladı, Namus Gazı gibi muhteşem hikayelerinden biridir.
Küvete düşmüş bir örümceğin imkansız öyküsünü anlatır.Örümcek onca tırmanma yeteneğine rağmen küvetin kaygan ,düz zeminine tutunamaz ve mitolojideki Sisiphus(Sisyphos,Sisifos) gibi tepeye yaklaşırken yeniden aşağı düşer ama hiç vazgeçmez.Anlatıcı Aziz Nesin, hikayesini onu kurtarıp kurtarmamak üzerine kurar.
Bense üstaddan çabuk davrandım ve bir kağıt parçasının ucuyla küçük örümceği alıp pencereden salıverdim gitti.
O dakika yarı kapalı gözlerimde bir şimşek çaktı.
Aklım yıllardır ilk kez bir oh çekti.
Örümceği kurtarırken örümceği değil kendimi kurtardığımı hissettim.
Oturup orada onun işkencesini izlesem ya da suyu açıp öldürsem aklım her gece olduğu gibi yine huzur bulmayacaktı.
Ve yıllardan beri kendi kendime yaptığım işkenceyi fark ettim.
Gün ağarırken o kelime beynimde dönüp duruyordu .
“Affetmek.”
Yıllardır herkesten dinleyip durduğum ama bir türlü beceremediğim o eylem.
Affet diyordu herkes ama olmuyordu.
Sonra bir arkadaşımın verdiği şu cümleleri sakladığım yerden çıkarıp okudum.
Kime ait olduğunu bilmiyorum o yüzden adını da yazamıyorum, beni affetsin.
“Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır hissetmesi gerekir. 
Çünkü affetmek bir seçimdir.
Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir. 
Affetmek bir süreçtir.
Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.”

Yıllardır yanlış insanlarıma hissettiğim öfkeyle yaşıyorum.
Susuyorum konuşmuyorum ama, ideallerimizi , hayallerimizi kendi bencillikleri uğruna mahveden ,harcayan insanlarıma olan öfkemi gece gündüz gittiğim heryere taşıyorum.
Bu öfkenin bana mücadeleye devam etme enerjisi verdiğini sanıyordum ama şimdi anlıyorum ki bu kızgınlığın ağırlığı ile tam tepeye ulaşırken yeniden aşağı düşüyorum.
Ve bu gece o örümceği kurtardıktan sonra aniden karar verdim.
Sizi affediyorum.
Başta seni affediyorum…
Seni de affediyorum…
Hepinizi tek tek affediyorum.
Affetmek kolay değildir. Fakat özgürleşmek için gereklidir. 
Çoğu insan affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır.
Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrol altında tutmasına son vermek demektir.
Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi haklı bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.
Affetmek kırgınlığın, küskünlüğün, nefretin hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir.”

Sizi affediyorum.
En başta da seni…
Umarım hayat bundan sonra iyi şeyler getirir size.
Sizi artık sonsuza kadar kendimden bırakıyorum.

En son olarak da kendimi affediyorum.
Bunca yanlış insanı seçmiş olduğum ve yıllarımı harcadığım için kendime kızıyordum.
Artık kendimi affediyorum.
Aldığım tüm o yanlış kararları, hatalı tercihlerimi, hepsini affediyorum.
Bugün öğrendiklerimi başka türlü öğrenemeyecektim belki de.
Belki yine hatalar yapacağım ama aynıları olmayacak.
Bu satırları yazarken bile yaşadığım hafiflemeyi, rahatlamayı anlatamam . Bütün sekiz ayaklı Sisiphus’larımı salıveriyorum.
Hırslarınızın ve bencilliklerinizin hücresinde yaşadığınız sonsuz işkencenize ortak olmayacağım artık , 
mecazen de olsa sizi öldürmek de istemiyorum eskisi gibi.
Hadi gidin ve artık rahat bırakın beni.
Sizi Allah’a havale ediyorum.
Ben sizi affediyorum.

İşte böyle önemli bir geceydi dün gece benim için.
Sabah ışıdı.
Hala biraz pus var var , gökyüzü de gri ama yeni bir gün başladı.
Buraya kadar okuyup sıkılmadıysanız size de son tavsiyem ,siz de affedin.
“Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek...
Başkalarını affettiğimizde biz özgürlesiriz."

Yazar: Kerimcan Kamal

7 Mart 2016 Pazartesi

Sevda Kuşun Kanadında!

Böyle muhteşem bir eser, bir dandik diziyle mi aklınıza geldi?
Diziye ismin konmasına izin verenlere de yazıklar olsun yitip gidiyor çoğu değer.
Bakıyorum en güzel şarkılar türküler dizilerden öğrenilip bir de utanmadan youtube da altına falanca diziden gelenler diye yorum yapılıyor böyle bi rezalet değersizleştirme görmedim ben, ayılın gençler!
Siz hiç dinlemeyin daha iyi, valla bak:) bize kalsın bu muhteşem değerler, eserler, değerini bilenlere.
Böyle güzel sözler nasıl bir diziyle özdeşleşebilir bilemiyorum:(

Dağbaşında rastladım aksakallı birisine 
 Bin yıllık bir halıya bin yıldan beri 
 Bağdaş kurmuş bir çınar gibiydi 
 Sordum ona "Aşk ne ustam hayatın sırrı ne, 
 Tepeden tırnağa aşığım ben 
 Ve koskoca bir hayat var önümde?

" Sevda kuşun kanadında 
 Ürkütürsen tutamazsın 
 Ökse ile sapanla vurursun da saramazsın 
 Hayat sırrının suyunu 
 Çeşmelerden bulamazsın 
 Ansızın bir deli çaydan içersin de kanamazsın 

 Taaa 2012 de yazmışım , bakalım ne demişim?

Kaotik Gönderiler!

Bugün, bunca zaman sonra ilk defa alıntı değil, beni anlatan başka sözler şarkılar değil,kendi sözcüklerimle isyanımı dile getirmeye gelmiştim. Taslaklarıma baktım önce..
Gerçekten iddia ettiğim gibi mutsuz sıkıntılı hissettiğimde yazmışım çoğu zaman,
kafam çok doluysa alıntılar paylaşmışım benim için kaybedilmemesi gerekecek kadar değerli olan.
Hiçbir hedefi amacı olmayan. Ama ben yazsam bunu yazardım dedirten.
Deşifre edilmişseniz, yani zamanında güvenip birilerine bak ben buraya yazıyorum bazen demişseniz,
içinizi özgürce dökemez hale geliyorsunuz, hatta sizden beklentiler olup boğdukları bile oluyo,
neden onu yazmadın, neden mutluyken yazmadın, bak bunu yazmışsın ama, burası benim sığınağımdı? ne zaman içimden gelirse o zaman yazmalıyım değil mi,
zaten tüm detayları ile hayatımın her gününü paylaşsam bu bir günlük olurdu herkese açık ve ben bunu hiç istemedim, hep bana yöneltilmiş bir sorudur blog yazmaktan anlamayanlar tarafından,
arada makyaj ve stil bloglarına gözleri değmişse hele de yandık, sorular stabil,
neden resmin yok, neden neler yaptığını anlatmıyosun, yahu bunun için daha izole ortamlar var kişiselleştirilebilecek paylaşmak istersem, instagram, facebook gibi, paylaşanlara sözüm yok ama ben istemiyorum?
Ve işte bu yüzden anonim kalmak istiyoruz çoğumuz. Umarım yeniden açıklamak zorunda kalmam:)
Huy bu, tercih, ne derseniz artık.Ben nasıl saygı gösteriyorsam beklediğim bundan bir adım ötesi değil.


Bir yorum gördüm onaylanmak için bekleyen:
Bak yukarıda ne güzel yoruma teşvik eden mesaj yazmışsın , ama atılan mesajlara cevap verme tenezülünde bulunmamışsın :) 
Hah dedim tam da yerine rastgeldi yaramın.Elimden geldiği kadar ihmal etmemeye çalışıyorum
ama ben zaten yazarak diyeceğimi demiş oluyorum bazen de.
Ama burda başka bir yaram var tam cız ettiren.
Konu: sürekli içine düştüğüm yanlış anlaşılma kaosu.
Bir fikir, bir yardım, hiç olmadı içimi dökmek istedim.
Sütten çıkma ak kaşık değilim, sabırlı ve ağzından çıkana dikkat etmeye çalışan bir insan olmaya,
kendimi karşımdakinin yerine koymaya çalıştım her zaman.
Ama bunu başaramıyorum her zaman gördüm ki, üstelik bir değil birkaç olay üst üste geliyor bazen.
Mücadele etmeyi bırakmak dendi susunca, konuşunca zorlamak oldu, hep böyle değil midir?
Nerede konuşup nerede susacağını hatta ne zaman pes edeceğini bilmeli insan bazen sessizlik öyle çok şey anlatır ki bütün soruların ve sorunların çözümü olur.
Ama arkadan konuşmak nedir benim aklım almıyor alamadı bunu, hazmedemedim.
Çok üzgünüm, çok kırgın,çok şaşkın.
Bana yapılmasını istemediğimi ben başkalarına hele de sevdiklerime nasıl yapıyor olabilirim demiyor musunuz?
Ama bir de şu var ki, ben çok zor güvenen bir insan olarak, kazık yemelere doymadığım için, birini güvenip sevdiğimde onun iyi niyetinden kuşku duymuyorum elimden geldiğince, elimden geldiğince diyorum çünkü karşınızdaki insan sizi tanıyorsa tahammül edemeyeceğiniz şeyleri bilir ve sizi kıracak bir şey yaptığında bazen kasten yaptığını düşünebilirsiniz de.
Çünkü sonucunu biliyor olmalıdır ve bunu göze almıştır, hatta ,stediği dolaylı olarak budur değil mi?
Öte yandan bazı şeyler anlıktır ve bunu düşünecek zamanı olmayabilir veya bu kadar önemseyeceğinizi de tahmin etmemiş olabilir (pollyanna ölmemişse eğer)
İşte ben bu yanılsamanın bedelini ödüyorum adeta. Ödetiyorum da.

Bunlar bana çok çetrefilli, çok fanfirifon, yani kafam bi dünya.
Kendi kendime eziyet ve soru sormayı bırakalı çok oldu ama ne yapsam üstüne alınanlar, her sözümü havada tutanlar, yani bi yerden bir şey çıkıp illa suyu bulandırıyolar, durgun suyu.
Korkuyla başlıyorum güne bugün ne olacak gene canımı sıkacak diye oysa bir güne de huzurla uyanmak isterdim.. Yarına çıkacağımız meçhulken.
Canım yer yer çok sıkkın, kalbim parçalı bulutlu, bir güneş bir sağanak yağmur tam havasına göre giyinmeye alışıyorum bir fırtına ki buzz kesiyorum. Bu ara buz kestim yine evet bir tek cümleyle yine ben buz kestim.
Sağlığım hayatımda olmadığı kadar bozuk ve kötüye gidiyor, ama ben bunların hepsini bilip hiçbirine anlayış veya saygı gösterecek kadar bile hatrım kalmamış insanların benden hırsını alamamış olmasına şaşıyorum hala, nasıl safım ama?

Neyse aslolan nedir bilemiyorum ama lüzumsuz hırs yapmayın, zaten hiç sizin olmayanı terk edemezsiniz diyorum yine. Hiçbişey bize ait değil bu hayatta, emanet, emanetiz birbirimize hatta.
Para, pul, bu can bile emanet. Ne verirseniz onu misliyle geri alırsınız unutmayın.
Özlemek kadar büyük bir ceza da yok her ne kadar aklınıza bile getirmiyor olduğunuzu iddia etseniz de bazılarını, bu sözü sarf ederken bile aklınızdan çıkmadığını belirtiyosunuz zaten ,ah canım bu çaresizlik, acizlik sadece:)
Birkaç konu bir arada olduğu için kaotik dedim ama benim asıl kaotik dediğim bloglar böyle değil o da diğer konumuz olsun:f

Diyeceklerim bu kadar. Şimdilik.

Sinirli İpek

Tarihin en zeki insanına ne oldu?


1898-1944...
Adı William James Sidis. Yahudi asıllı Rus göçmeni bir ailenin çocuğu. Babası Boris Sidis, Harvard Üniversitesi'nde psikoloji ve psikiyatri eğitimi veriyormuş, pek çok da kitabı varmış. Annesi Sarah, bir tıp doktoruymuş.Zekâ katsayısı 250 ile 300 arasında tahmin ediliyor. 6 aylıkken okuma yazmayı öğrendiği, 18 aylıkken The New York Times'ı okuyabildiği öne sürülür.

İki yaşındayken kendi kendine Latince öğrendi. 
Üç yaşında Yunancayı da biliyordu. Yetişkin olduğunda 40'tan fazla dil ve diyalekti konuşabiliyordu.

11 yaşında Harvard'a girmeye hak kazandı. Daha birinci sınıf öğrencisiyken Harvard Matematik Kulübü'nde dört boyutlu nesnelerle ilgili konferans verdi. 16 yaşında akademik eğitimini tamamladı ve tarihte gelmiş geçmiş en genç profesör oldu. 

Ünlü matematikçi ve fizikçi Subrahmanyan Chandrasekhar'dan 20 yıl önce kara deliklerin mümkün olduğunu gösterdi.

Gelmiş geçmiş bütün harika çocuklar arasında muhtemelen en yüksek zekâya ve kapasiteye sahip olan oydu. 20 yaşlarında sosyalistlerin mitinglerine katılmış, hapse dahi girmişti. 

Ne olduysa matematiğe küstü ve profesörlüğü çok kısa sürede terk etti. Farklı işlere yöneldi, bir işten bir işe geçti. haftada 20 Dolar getiren bir işte katip olarak hayatını kazanan, 
dedektif romanları okumaktan ve Amerikan yerlilerinin ritüellerine merak sarmaktan başka pek bir şeyle ilgilenmeyen bir insan olarak kaldı. ,
Bütün Zekâsını tramvay tarifelerine adadı, yaşadığı şehir olan  Boston'un tarihini araştırdı. 
Normal bir insan olabilmek için üstün çaba sarf etti ama tümüyle başarılı da olamadı. 
46 yaşında öldüğünde, hayatında seks yapmamıştı. 
Yaz ya da kış olsun, sürekli yelek giyiyordu. 
Düzenli olarak yıkanmayı öğrenemedi.

Sonuç olarak; 

Tek başına zekanın hiçbir şey olduğunu kanıtlamış oldu. 
Hayal gücüne, yaratıcılığa, doğru bir yaşam felsefesine sahip olunmadığı takdirde 
yüksek zekanın değersiz olduğunu gösterdi.

22 Şubat 2016 Pazartesi

Zakkum - Eylül Ağrısı

Herkes bizden bunu beklese de; Mükemmel Kadın Olmayın!

Mükemmellik, kendinden vazgeçmek demektir.
Sürekli başkaları için yaşamak,onların ihtiyaçlarını gidermek, onların sevdiklerini seçmek ve hazırlamak,hep başkalarını düşünmek, mükemmel kadını kişiliksiz kılar.
Kendi hayatından vazgeçmek, saçının her telini süpürge etmek, gereksiz özveri ve fedakarlık göstermek, karşı taraftan alkış ve takdir almaz.
Düzenli olarak bunlar yapıldığı için, görevmiş gibi algılanır ve kıymeti bilinmez.

Kusursuz ve mükemmel olmak, sadece zarar verir.
Eşini, çocuğunu, kendini hatta dostlarını bile zor bir psikolojik sürece sokar.
İlişkiler paylaştıkça değer kazanır ve keyif verir.

Mükemmel kadın mutlu olamaz.
Başkalarının hayatını düzenlerken, kendine ait bir yaşamı unutur.
İnsan dediğin kusurlu olur. Hataları, yanlışları ile var olur.
Mükemmellik, insana ait değildir.
Kusursuz veya mükemmel kadın olmayın.
Bu sizi ancak, ruhsal köle ve yaşam hizmetçisi yapar.

Can YÜCEL

22 Aralık 2015 Salı

Dedim ya Eylül dü..


Eylül ' dü .
Dalından kopan yaprakların 
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa .
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.

Eylül 'dü .
Di 'li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu . 
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan , 
Ellerin kadar ıssız , 
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz .

Eylül ' dü .
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin , 
Şimdi yoktu bir anlamı suskunluğun .
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğin orta yerinde .
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım .
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hala .
Gözlerini sildi zaman..

Dedim ya... Eylül ' dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimin ...


7 Aralık 2015 Pazartesi

Güçlüyüm Çünkü

Çantamda Babet Var!
Ben güçlü bir kadınım çünkü gidenin arkasından el sallamayı öğrendim. 
Ağlamanın beni küçük düşürmediğini, acıların yaşanarak üstesinden gelindiğini öğrendim. 
Hayatta kimsenin kendinden daha değerli olmadığını, düştüğünde seni kimsenin kaldırmadığını, insanların bir kısmının iyi günlerini kalanın da kötü günlerini fırsat bildiğini anladım. 
Ailenin insan hayatındaki önemini, yalnızlığın baki olduğunu ve onu sevmen gerektiğini gördüm.
Karanlıktan korkmuyorum artık yalnızlıktan korkmadığım gibi... Geceleri tek başıma kaldığımda koridorun ışığı korumaya yetiyor beni. Çünkü zombiler beni yemese bile birgün ölmekten kaçamayacağımı öğrendim. Yatağımın altında yaşadığına inandığım canavardansa insanların çok daha tehlikeli olduklarını anladım. 
Kimsenin ben olmadığını, iyi niyetin bir halta yaramadığını, herkesin hep daha fazlasını beklediğini gördüm. 
Kötü niyetli insanlara alıştım. Kendi çıkarları için başkalarını harcayan insanlarla atıştım. Sütten ağzı yananların beni üfleyerek karşılamasına alıştım.
Ben güçlü bir kadınım çünkü ayaklarım hep yere basılı değil. 
Korkmuyorum uçmaktan. Geri düşmekten de çekinmiyorum. 
Biliyorum yara alacağım yerleri, acısa da üfleyince geçmeyeceğini ama elbet birgün biteceğini. 
Ben güçlüyüm çünkü düştüğümde ağlarken bir yandan kendime gülmeyi de öğrendim. Pire yüzünden yorgan yakmamayı, kimseyi kırmadan derdimi anlatmayı, sabrı ve tahammülü öğrendim.
Her şeyi bir kenara bırakıp aşık olmayı, sonuna kadar savaşmayı, kendime zarar verdiğim yerde gitmeyi, özlesem de aramamayı, arasam da bundan utanmamayı, gururuma gol atmayı öğrendim.
Ben artık güçlü bir kadınım çünkü topuklu ayakkabı giydiğimde yanımda babet taşımayı, babetler vurur diye yarabandı almayı, kıyafetlerin insanları önemli kılmadığını öğrendim.
Ben güçlü bir kadınım çünkü kadın olmayı, her koşulda ben olmayı, dışımda kırmızı ruj süren bir kadın olmasına rağmen içimdeki çocuğa sahip çıkmayı, hayallerimin peşinden koşmayı ve daha bir çok şeyi öğrendim.
Yani diyorum ki sevgili hayat; 
ben çokça sınandım, dersimi de aldım, artık mutlu olabilir miyim?

21 Kasım 2015 Cumartesi

Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz!

İlhan Berk “Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz” demiş, herkeste böyle olmayabilir ama bende kesinlikle böyle. Benim kalemim yalnızlık ve hayal kırıklığına banıp o kan rengini alıp yazıyor sadece sanırım... Tamamen güvende ve mutlu olduğumu iliklerime kadar hissetmem de zaman alıyor benim.Ya geçmişteki şahit olduğum, gördüğüm, duyduğum, yaşadığım yanılgılardandır ya kaybetme korkumdan bilinmez.. Sizi dünyanın en değerli insanı da hissettiren, en değersiz çöpü de hissettiren aynı kişidir bazen de,aynı gövdede iki insan gibi, birini yazamadan yaşayıp tadına varamadan çikolatanın üzerine zamansız su içer gibi diğeri gelir ve tadınızı kaçırır, hangisini anlatmak zordur ? Hangisini kendinize saklamak hangisine isyan etmek istersiniz? Öfkeliyken yazan çizen anında yedi düvele duyuran yerden yere vuran birinin amacı nedir ,
ne olabilir, kişiye göre yorumu değişse de, kendisi bunu çatır çatır yapar hak görürken başkasının duygularını ifade edişini/ ya da etmeyişini eleştiriyorsa bu adil olamayan tutum zaten yeterince açıktır. Hoşgörüsüzlüğün ve empati yoksunluğunun yıktığı düzen ve gereksiz baskı çok şeyin sonunu getirmiştir. Bir tek cümleyi kaç defa açabilirsiniz, sabrınız ne kadarına yeter? Tahammül edemediğiniz bam telinize ve kişiliğinize hasar veren sözcükler vardır kaç kere kulak ardı edebilirsiniz? Sizin tek cümlenizi yerden yere vuran uzun uzun açıklamanıza ikna olmuyorsa hayal gücüyle baş başa bırakın kendi ruhunun yansımasıdır görmek istediği, başedemezsiniz! Kim kime nasıl bir hak veriyor olabilir en çok merak ettiğim de bu? Hiç birine al beni yerden yere vur dediniz mi?

İçimizi "anonim" olarak dökmek için açtık bu blogları, zamanla güvendiğimiz, kalbimizi açtığımız insanlara da adres verdik bizi anlasınlar, tanısınlar ya da herhangi bir konuda fikrimizi okusunlar diye çeşitli sebeplerle. Bazen de serzeniştir içten içe.. Sadece kendi kendimizle konuşmaktan ibarettir bazen bazı postlar. O zehir yazarak akar gider zannederiz.

Sonra size onu neden yazdın bunu neden yazmadın şunu kime yazdın denildiği an,satılarda kendini aramaya başladıysa birileri, anonim olmakta ne kadar haklı olduğunuz ve olamadığınızda sizden beklenenler, size yapılan anlayışsızlık ve baskılar sizi yazmaktan soğutur hayattan soğuttuğu gibi. Ama en kötüsü kalbin soğumasıdır...Donmuş bir kalbi ısıtmanız bazen imkansızdır ne yazık ki. Diğer en kötü şeyse artık içinizi dökecek hiçbir mecra kalmamıştır size.

An itibarıyla duygularımı ifade etmeye çalışmaktan, kendi kendime hohlayıp donmak üzere olan motoru çalıştırmaya çalışmaktan, yazmaktan ve şeffaf olmaktan vazgeçiyorum!

Kontağı kapatıyorum. Duygularım da isyanlarım da bana kalsın. Ben bıktım yorum yapmaktan , bıktım söyleyip anlaşılmamaktan! Sözde özgürlüğüme müdahele edilmesinden, bıktım!

Yaptığımızı aynen sürdürürsek, aldığımız sonuçlar hep aynı kalır.Deliliğin bir diğer tanımı “aynı” şeyleri yapmaya devam edip, değişik sonuçlar beklemektir.

Bu da bir alıntı evet, ve ben bunu bu saniyeden itibaren görebileceğim her yere yazıp yapıştıracağım,  deliyim evet ama aynı umudu besleyip aynı sonuçları almamak için yapabileceğim
tek doğru şey bu.
  .

Son olarak, eğer kendinizi illa biriyle kıyaslamak istiyorsanız, kendinizle yapın bunu. 
Eski ben ve şimdiki ben şeklinde. Birini anılarıyla beraber kabullenmeyi hazmedemiyorsanız, uzak durun en baştan ve kendiniz kadar kusursuz, tertemiz (!) birini bulun lütfen. Yaşanan her şey tecrübedir, bazen kaderdir, bazen seçimdir ama biten bitmiştir.
Ve kimsenin geçmiş iyi veya kötü gününü, tercihini, hatasını (hele de pişmanlığını)
vurmayın tokat gibi yüzüne.
Yoksa inanın bir gün bunun acısını en derininizde siz de hissedersiniz.

16 Kasım 2015 Pazartesi

Anlatayım bayım...

Peşimde olan onca insan arasından, üstelik hiçbir karşılık beklemeden 
neden seni sevdiğimi anlamaya çalışıyorsun değil mi. 
Anlatayım. 
Sen bana hiçbir zaman aşık olmayacaksın güzel adam. 

Seninle hiçbir zaman gittiğimiz her şehirde -mutlaka- sevişmeyeceğiz. 
Seninle başka şehirlere gitmeyeceğiz bile. 
Sen gecenin bir yarısı uyanıp nefes alıyor muyum diye kontrol etmeyeceksin beni. 
Çoğunlukla sarhoş halde sızacaksın yanımda. 
Makine durmadan uykuya dalarsam, sen kalkıp buruşmadan asmayacaksın çamaşırları. 
Ütü yapmayı bilmediğimden haberin bile olmayacak belki. 
Faturaları sen takip etmeyeceksin. 
Bizim asla bir evimiz olmayacak ki..

Biz hiçbir zaman, ”Biz” olmayacağız ki.
Sen benim gözlerimde tek olmak istemeyeceksin mesela hiç. 

Büyük ihtimalle gözlerime öyle çok fazla da bakmayacaksın zaten. 
Senin gözlerinde bir başkası olacak çünkü her zaman. 
Sen benim en zayıf yanlarımı hiç bilmeyeceksin. 

Hep makyajlı göreceksin beni. 
Sabah olunca o tuhaf sessizlik olmadan kendi evime gideceğim ben hep. 
Hasta olduğumda sümükten örümcek ağı tutmuş iğrenç burnumdan haberin bile olmayacak. 
Saçlarım hep temiz olacak senin yanında. 
Küfür kıyamet ağzımın arkasında gizlediğim, bir kedi öldü diye saatlerce ağlayan 
küçük kızı göremeyeceksin sen hiç. 
Her işime sen koşmayacaksın. 

Benim gözlerim yanmasın diye kıyamayıp soğanları sen doğramayacaksın. 
Sana alışmayacağım. 
Bir anda gitsen, ben, sen olmadan ne yapacağımı bilemiyor olmayacağım hiçbir zaman.
Aslında sen, bana hiç gelmeyeceksin bile. 

Benim olmayacaksın asla. 
Canımı yakamayacaksın benim hiç. 
İçime işleyip, her şeyim olup, sonunda beni bir piç gibi ortada bırakıp gitmeyeceksin işte!
Zor olduğun için seni sevdiğimi sanıyorsun değil mi? 

Ben seni -imkansız- olduğun için, beni bir kez daha öldüremeyeceğini bildiğim için seviyorum.


Ruhumdaki rüya yakalayıcılar artık bir işe yaramıyor, başlayan her yeni gün kabus. 

Çıkıp yastığımın altından başlıyorlar boğazımı sarmaya ve gün boyu devam ediyor atak atak.

Sen, bunların hiçbirini bilmiyorsun.

Sen, bunları bilmek için fazla uzaksın rüyasına da, gerçeğine de hayatın.

Artık ben şaraba daha yakınım..
Kırmızılığı sarhoş ederken, hayallerimi de es geçmiyorum.
Belki bir sahil kenarında yalınayak, kollarımı havaya açıp sana hayallerimden bahsederim.
Ama zamanı var.
Ya da zaman, sen neredeysen orada değil.
Bunu bilemiyorum...

16 Eylül 2015 Çarşamba

İyi ve Güzel Kadınlar Hep Ağlar

Bildiği gibi değilmiş buralar, o her şeyi mor severmiş.
Kim girse hayatına "seni seviyorum" der ve gidermiş.
Kalbi kırılmış bir kadın, belki de saçları ondan kısaymış.
Konuşulacak şeyler varmış daha, ama avazı çoktan çıkmış.

İşte bu yüzden leş gibidir buralar,
İyi ve güzel kadınlar hep ağlar.
Zor be kadın ama sen dur bakalım,
yakında yeni bir gezegen bulunur nasıl olsa.

İnce ince doğranmış herkese bi parça dağılmış.
Sıradan hayalleri varmış ama hepsi ondan alınmış.
Kalbi kırılmış bir kadın,
ve hiç zamanı olmamış alışmaya.
Yaşamak bir meslektir buralarda,
zaten inancı kalmamış mutlu sonlara..

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Beynimdeki çöle yağan ilk yağmurun resmi, çamur ve kül ile son buluyor. .

Son derece tatsız, tatsızlığından lavaboya dökülesi bir bardak çay gibiyim ziyan olasım atık sulara karışasım var. Hal böyleyken bana güzel gelen her şey, güzellik manasından sıyrılıp anlamsızlık boşluğuna düşmekte..o öylesine derin bir boşluk ki, diğer ucu başka zamanlara başka boyutlara kadar uzuyor.Yani güzellik paralel evrenlerde hala güzellik olarak başkalarına kalacak... ama bozulması kolay olduğundan umursamıyorum. 
Zihnimdeki çöle yağmur yağdı... o yağmurun varlığından habersiz (son yağmurdan sonra oluşmuş) hücrelerim korkuya kapıldılar, son derece kuru olan beynimin zemini çamurlandı, pislendi. Kimse hakkında iyi bir şey düşünemeyeceğim bir süre. 
Çölün ortasında tek başına 30 yıldır duran, kuru ağacın dalına bir karga konmuş, beni beklediğini hissediyorum. Ona doğru gitmek istemediğimi anlıyor..ama orada bekleyecek.Ağaç o kadar kuru ki bu son yağmur en ufak bir yaşam bahşetmedi ona..dalındaki karga sanki yaşam gücünü çalıyor. karganın bir gözü daha büyük, bana hep küçük olanıyla bakıyor... Bende onu küçük görüyorum zaten.. 
Ağzımı açıp bir iki damla yakalamaya çalışıyorum, saniyenin onda biri bir keyif geliyor çamur tadıyla birlikte...karganın sesi damlayı havada yok ediyor!Koşarak ağacın yanına gidiyorum, son sigaramı ağacın gövdesine bastırıyorum. kısa bir çığlıkla birlikte tutuşuyor ağaç.. "evet" diyor karga. "yeni bir çağ başlayacak" "beni sinir ediyorsun." diyorum. "yeni bir çağ...""başlamayacak. herşey aynı kalması için bazı şeyler yokedilmeli" "ağaç buna dahil değildi.." "rengini kaybeden her şey yokolmaya mahkumdur" diyorum "hem bu ağaç o ağaç değil:(" "bir şeyin zamanda çok fazla yansıması vardır"diyor sonra gidiyorBir alaca tüy düşüyor yere. küllerin arasına, alıp onu oraya dikiyorum. 
Kül yığınımın üzerinde bir alaca tüy..
Beynimdeki çöle yağan ilk yağmurun resmi, çamur ve kül ile son buluyor. .

29 Haziran 2015 Pazartesi

Yine mi sızladı?

Babalar gününde bir blog yazmadım yine,
gerçi gündem ve gereksiz yere herkesin yazdığı günlerde ben tam aksi yazmamayı tercih ederim ama
bu çok ayrı, isterim ki her yıl babalarına sevgilerini, çocukluk anılarını, onlara okutarak yazsın herkes.. ama bir de benim gibi geçirenler var bugünü.
Ve bu yüzden her yıl yazmasalar da olur, çünkü o eksik öylece kalacak ve yeri dolmayacak,
duygularsa hiçbir biçimde telafi olmadığı, değişmediği gibi, alışılmayacak.
Ama tam da o gün, daha bir kanayacak yaranız,sevgisizliğinizin, güvensizliğinizin, o hep "nasıla bırakıp gidecek", ya da kaybedeceğim korkunuzun temellerini , hırçınlığınızın bu içinizi yırtan özlemle alakasını hiçkimse anlamasa da, siz bi daha hatırlayacaksınız..
Buna yalnızca kaybedenler değil, babasından "babalık" göremeyenler de dahildir, anlarlar beni..

Az önce bu videoya rastladım, önce gülümseyerek izledim,
ilk düşündüğüm bir evlat sahibi olmanın nasıl bir mucize olduğuydu..
Sonra,,
Boğazıma bi yumruk oturdu,
çocukluk resimlerim geldi aklıma, nerde olduğunu bile bilmediğim, o kadar azlar ki,

Şimdi izlediyseniz 3.24 e gelin ve orda dondurun.
(Bunu o an benimle bu videoyu izlemesini söylediğim birine de rica ettim, ama duymadı bile:))

Ve içimde patladı bi defa daha yalnızlığım..kalabalıklar içinde, her nerde olursam,kimle olursam benimle olan,.

İşte tam 3.24 e kadar gelebildi benim babam da, ve ilerisini göremedi, ben de onu...
şimdi çocuğunuzun sadece bu kadarcık büyüyebileceğini düşünün?

Ya da çocuğunuzun büyümeye devam ettiği, ama hiç yanında olup ona sarılamadığınızı,
onu hiç teselli edemediğinizi, en ihtiyacı olduğu anlarda ve kararlarda, en üzgün zamanlarında kucaklama şansınızın olmadığını?
Bi hata yaptığı zaman dağ gibi arkasında olmayacağınızı, bu yüzden hata yapmaktan korka korka
hiç adım atamaz hale geldiğini?

Demem o ki, hayatınızda "varken" değerini bilin, sımsıkı sarılın çünkü yarın yok,
ama iyi, ama kötü, inanın ""hiç yok!" kadar acı değil hiçbirisi..
Eksik bir şey değil, çok şeyimiz var ama bu bambaşka.

Sevgi yoldaşınız olsun..

21 Haziran 2015 Pazar

Sah Mat

Kadın çok korkardı karabasanlardan, oysa gece yattığı an boğazını sıkan eller, gözlerini kapatmasına rağmen uyanamayışı bu kabuslardan, onu hasta ediyordu günbegün..

Çok şaşalı bir geçmişi olduğu sanılıyordu kadının, oysa yaşadığı şeyin çokluğu değil, derinliğiydi yüreğini yoran, yüreğine teğet geçen, ya da birazcık değebilen herkes, onu önce baştacı eder, 
en ufak bir tereddüt ve güvensizlik hissettiğini gördükleri an o koydukları yerden ilk fırsatta atar yerden yere vururlardı.. 
ama o unutamazdı ne yapılanı, ne işittiklerini ne de yüreğine teğet geçeni..zordu bir insana alışması ve onu kabul etmesi çünkü ve gönül denen kapının dışarıdan kolu yoktu,
içeride kalıyordu bir defa giren ama zamanla sessizleşiyor,kabuslarına karışıyordu.

Gideceği yere sadece onunla varacağına inandırmak için çırpınır, sonra ilk durakta indirirlerdi,kısacık sürede ve henüz yerine alışmadan...bitmeyen koşullar ve bahanelerle oysa sevmenin koşulu olmazdı ona göre..arka koltukta unutulmuş gibiydi..
Ordan sonrası önemliydi oysa onun için, gideceği yönü belirleyen en önemli şeydi bu,
o çakılmışken yerinde ,yolun devamında yanlarına aldıkları yol arkadaşları kadına bazen "iyi ki!" dedirtir bazen tam aksi kimlere tercih edildiğini, onlar kadar değer görmediğini sanıp anlatılmaz bir azap yaşatırdı içten içe..
Bazen, anlamalarının tek yolunun aynısını yaşamaları olduğunu düşünür rastgele bir yol arkadaşına katılır gibi olurdu ama bu sadece kendisini yolundan ederdi yine:(

Ellerinde oyuncak olmamıştı sürekli kaçması sayesinde ama bazen kaderin elinde oyuncak olduğunu,uğursuz olduğunu, cezalı bi sürgün melek gibi onu sevenleri de gittiği çukura sürükleyeceği korkusu dizlerinde derman bırakmamıştı..bu defa da yarım kalan şeylerin ağırlığını taşımak zorunda kalırdı.. ki çok daha zordu bu tüketilenlerden.

Geçmişinden kaçtığı zannedilirdi kadının, oysa geleceğiydi onu korkutan, gücünü elinden alan,ona "zaman" diye bişey öğretilmişti, sadece ona inanır, herşeyi halleden, 
açığa kavuşturan ve ispat edenin o olduğu söylenmişti..
Yoksa güven denen şey geçersiz bir masal oluyordu.
Ama hiçkimse inanmıyordu buna..

Zordu oysa dar vaktlerde bir sevdayı anlamak, inanmak ve hiçbir şeyin değişmeyeceğine ikna olmak. Yağmura, fırtınaya, durgunluğa dayanmayan sevgi varmıydı ki? 
Sadece güneşli havalarda mı olurdu sevda denen şey?

Onu olduğu gibi kabul edecek, kusurlarıyla,ürkekliğiyle sevecek ve vazgeçmeyecek,
en önemlisi kalbindeki yeri değişmeyecek birini hayal ediyordu, o değişmiş görünse de buna inanmayacak kadar iyi tanımalıydı onu, belki kendinden öte..

Uyumak istiyordu sadece, herşeyden kaçmak, uyumak, birbirinin aynı yalnız ve hayalkırıklığı getiren yeni bir güne daha gözlerini açmamak..ama yastığa başına koyduğu an istemsizce karabasanlara varan düşünceleri durduramıyordu beynini yiyip bitiren.

Kimseyi kırmamak, kırılmamaktı tek dileği, ona uzanan her eli tutamazdı, onları da kabuslarının içine alamazdı, buna hakkı yoktu bu yüzden bi savunma mekanizması geliştirmişti anlamsız görünen..kocaman duvarları vardı ,kendince doğruları, yanlışları,önyargıları da vardı ,
yalnızca gördüğüne inanırdı ama ONU HİÇ anlamadıkları çok açıktı..
En kötüsü gücü tükendiği an dilinden dökülen isyan sözcükleri karşısına her saplandığında kendi bedeninde açılan onarılmaz yaralardı...

Stratejilerden, oyunlardan anlamadığı için hep hükmen yenikti...hayata, oyunlara, kurallara..
Kazanamayacağı baştan belli hiçbir oyuna dalmayışı bundandı.. 

Huzur, yoktu..Veremeyeceği bişeyi karşısından almaya beklemeye hakkı yoktu..
Ve bu bilmeden oynadığı satrançın sonu da.

Onun kaderi, hep mat olmaktı..

6 Haziran 2015 Cumartesi

Jigsaw!


Herkes kendi puzzle parçalarını çoktan bitirip duvarını süslemişken, 
eksik-yarım yamalakta olsa o mutluluk onlara yeterken
Senin en değerli parçasını , gözbebeğini kaybetmiş olman,
daha da beteri neyi alıp eğip büksen, ellerinle özenle çizip oraya yerleştirsen,
yani ne yaparsan yap
yerine o keskin boşluğu dolduracak bir parça bulamaman?
Binlerce parçanın ve onca emeğin minicik bi parça yüzünden gözünde değersizleşmesi..

Her sabah kayıp parçayı bulacağını sanarak uyanman..ne acınası değil mi?

Bunlara hep "kaybetme korkun" sebep aptal.
Bazılarınınsa yerden yere vursa da "kaybetmeyeceğinden emin olması"
~~
Her ne olursa olsun kayıp kayıptır.. ve, o eksik parçayı bir daha asla bulamayacağını kabullenmek gerek  bugün anladım ki. O kayıp..kimbilir nerede..ait olmadığı boşluğu tamamlamayacak.
Sen boşlukla tamamlarken kendini.. 
O çoktan uyduruk bir tabloda yerini almıştır  ,uymasa da, yakışmasa da, tamamlanmasa da, yarım da kalsa.. 
yani sendeki bütünün hiçbir hükmü yoktur artık..

4 Haziran 2015 Perşembe

Biz Kaybeden...

İçimde bişeyler var..
Anlatılır gibi değil, kurtulunabilir de değil,kuruntu, hiç değil
ama bazen tek bir renk demiştim ya, tek bir kelime, tek bir şarkı birleşip
hani bu crush saga misali aniden bir araya gelip patlıyor içimde korkunç biçimde
ve bu patlama çoğu zaman kirpiklerime hücum ediyo yağmur damlacıkları halinde..
Kalbim çok acıyo..

Dudaklarımı ısırıyorum, içimdeki sesleri susturmak için, aralasam korkunç bir çığlık halinde
ya da isyan belki, çıkacaklar istem dışı sesler işte..istemediğim yerlerde..
Kaybolmıcam di mi demiştim ya, kaybolduğumu hissediyorum diken gibi batan bişeylerle..
her gün azalacağına artan bir umutsuzlukla ve unutacağıma hatırlamalarla satır aralarını
daha da dibe, derine batıyorum vurgun yemiş gibi ve engel olamıyorum..
Bununla yaşamaya alışmaktan başka çarem yok, herkes gibi,
umursamaz görünmeliyim, üzümüyomuşum gibi, kendime bela anmıyormuşum gibi her gün hala canımın acımasına sinirlenip,
onarılmaz kırılan dökülen şeyler, yapışmaz bir daha en azından bende..
Yani öpseler yaralarımı, geçmez dudaklarına bulaşır kan revan içinde kalırsın..öyle.

O yüzden, sus kalbim.. sus ve beni dürtme, aklımı kullanmama izin ver, sen biraz sessiz kal,
dinlen, kabullen, bana sesini duyurma!!
güçlü görünmeme, o mağrur başımı eğmeme ve gururumu kırmama da sebep olma olmaz mı?

Ve sakın bunları kimseye anlatma, deli saçması çünkü :') anlaşılmazsın...


 Hani bazen durup duruken bir şarkı seni de ağlatıyor mu?
 Sen aynı sen, ben aynı ben, yol aynı yol...biz?

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Ben kaybolmıcam di mi?

“Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. 
Hiçbir şey. Hiçbir korku… 
Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. 
Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, 
ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. 
Sakin ol. 
Öylece dur. 
Yaşamdan geç. 
Kentlerden geç. 
Sınırları aş. 
Gülüşlerden geç 
Anlamsız konuşmaları dinle, 
galerileri gez, kahvelere otur 
– artık hiçbir yerdesin.” 
  Tezer Özlü

Bugün haftasonu tembelliğine kapılmışken ve bir kaç saat içinde dışarı çıkacakken içimdeki kasvet yukarıdaki alıntıyı düşürdü aklıma.
Ve tam da ona uygun bir şarkıyı (sonu bekleyin malum kroşe için;))
 Bir zamanlar, yazmaya ve içimi dökmeye daha açıkken, her haftasonu yazardım hatta tarifler bile verirdim, hatta bugün de akşamüstü muffin yapıcam yine, ya da bugün cupcake yapayım daha çok uğraşacak şeyim olsun:p ama artık aştık tabii minik rengarenk silikon kalıplarım var,
hayatımın rensizliğine inat.. ve daha fazla çikolata ekliyorum tatsızlığıma inat...
Yok yok karamsar ya da dramatik değilim mutlaka bulurum ben gülümseyecek bişey, mesela aniden bana puslanan sarı kedimle oynarım o bana matrix gibi uçar, ısıramadıkça sinirlenir, yorulana kadar zıplar bacaklarıma yapışır, ben yakalarım ellerime saldırır, oyun bittiğinde yorgun ama keyifli oluruz, ama ellerim kanıyo ve ben acısını hissetmiyor olurum onun o mutluluğu hatrına..
Zaten dinlenip siniri geçince melodik bi mivv le kucağıma yerleşir zorla sev diye bilir kovmaya kıyamayacağımı:'
Dışarı çıkıp bi bahçede otursam, yer minderlerinde mesela ve toprağın kokusunu alsam..
Ya da amaçsızca dışarı çıkar marketten yemeyeceğim abur cuburlar ve kedi mamaları alır yolda gördüğüm kedilere döke döke eve gelirim, abur cuburları site bahçesinde oynayan çocuklara dağıtırım, Biraz oturup onları izlerim ve bunlar gülümsemek için sağlam nedenler benim için.
Diyorum ya, ben ucuz şeylerle kolay mutlu oluyorum, ama basit şeylerle olamıyorum..

Aslında başka bişeyler anlatacaktım ben, mesela hayatını değiştirmekten neden korkar insan?
Düzen ve güven neden ürkütür bizi?
Neden bazıları çok cesur bazıları güven ve garanti takıntılı?
Bir şeye atıldığınızda vazgeçmeniz durumunda kaybedecekleriniz mi,
yoksa hayalkırıklığı yaşamak mı sizi yolunuzdan döndüren ya da adım atmanızı olanaksız kılan?

Neyse ben bunları düşünmeye gidiyorum, "hiçbiryere" ,mutlu bir haftasonu olsun..
Vee şarkı gelsin!



10 Mayıs 2015 Pazar

Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir ..


Bir ilaç olsa hafıza kaybettiren,ya zombiler bu defa beynimi yese, ben eminim ki yine herşeyi yeni baştan yaşardım dönüp dönüp ,
sırf mutlu olduğum o kısacık anları yeniden yaşamak için..
İzlenmemiş filmleri, dinlenmemiş şarkıları, eşlik ettiklerini, ilk defa keşfettiklerini,
yarım kalmış planları, hayallerini ,oraya ne koyarsan koy tamamlayamadığını
hafızan olmasa da hissedersin bazen tek bir "renk" ile bile..

Geçen gün tesadüfen baktım ki, bir tek yalnızlık var hayatımda değişmeyen,
başrolde, tercih ya bu, öyle ..bazen daha fazladır ya her şey, böyle hissetmişim bir sabah..
olan birinden ayrılık değil, gelmesi beklenen bilinmezmiş yine bunu hissettiren..
Her zaman böylemiydim, bilmiyorum?
Ben hep o pusuya düşüyorum bildiğim bu.
Oysa o kadar basitmiş ki çaresi:'

Yani ben bazen...ben bazen...hep..
Neyse bugün günlerden Sezen..
Ben susayım, sadece o söyleyebilir benim yerime, yoksa yürek yıkanmayacak..
kocaman bir liste var önümde, hem bağıra bağıra söylemek hem ağlamak için:)
O zaman hemen git radyoyu aç bir şarkı tut,

Ya da bir kitap oku mutlaka, iyi geliyor 
Ya da balkona çık bağır, bağırabildiğin kadar 
Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor 
Ama fazla da üzülme, hayat bitiyor bir gün 
Ayrılıktan kaçılmıyor 



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...