21 Kasım 2020 Cumartesi

Sonunda geldin

 


Yüzüne bulaşmış güvercin tüyleri
Hafif hissediyor musun dünyanın çekilmez ağırlığında?
Sırtındaki taşları karıncalara emanet ettin mi?
Sorulacak sorular kısır döngü içinde can çekişen nefeslerle sırra kadem bastı
Mazur gör beni daha önce hissettiğin gibi
Sonunda geldin ya önemi yok rayların
Titreyen pencerelerin
Yüreği buz olan ve sonrasında bin bir parçaya ayrılan aşkların
Sahi nasıl buldun bensizliğimi?
Pusulamızı seneler önce bir üzüm bağında kırmıştık
Sevgimizi kemiren gelincikleri avlayamadım senelerdir
Yüzüne bulaşmış güvercin tüyüyle
Farklı görünerek aynılaştın gözümde
Sorulacak sorular kısır döngü içinde can çekişen nefeslerle sırra kadem bastı
Sonunda geldin ya önemi yok kaşıkların
Ve çok sevdiğin kolalı beyaz karmaşanın
Sahi
Sırtındaki taşları karıncalara emanet edip hafifleyebildin mi dünyanın çekilmez ağırlığında?

1 Ağustos 2020 Cumartesi

Derdin neyse davan odur.

“Sizin davanızı bilmek isterim, mananızı öğrenmek için.
Mananızı bilmek isterim davanızı öğrenmek için. 
Her İnsan kendine bir değer biçer, atfeder ve vehmeder.
Sonra kendine biçtiği bu değere şahit arar. Bu değere şahitlik edenleri sever. 
Biçtiği bu değerden bile çok değerli olduğuna şahitlik edenlere ise aşık olur. 

Çektiği acıların kaynağı budur.
Bu yazıyı okuyan okuyucu yüreğine bakarsa dikkatlice ayan beyan görecektir ki, çektiği en büyük acı, ona hak ettiği değerin başkaları tarafından verilmemesi, bu değer iddiasına şahitlik edilmemesidir.
İnsanlar yalancı şahit arar dururlar.
Bazen bulurlar, en başlarında sevgi duyarlar bazen de aşk yaşadıklarını iddia ederler ve sonunda cayır cayır yanar yürekleri.
Yalancı şahitlik kısa sürede biter zira.

Kişinin değeri, anlamı kadardır. 
Kişinin anlamını onun manası belirler, mana yoksa anlam olmaz. 
Kişinin manası, davası kadardır.
Kişi ancak davası kadar mana taşır.
O halde kişi davasını nasıl öğrenebilir? 
Kişinin davası ancak derdidir.
Derdin neyse davan odur. 

Ya derdini dahi bilmeyenler?
Kişinin derdi en çok konuştuğu şeydir.
Ey iddiacı sen derdin kadar değerlisin. 
Bırak başkalarını da “gerçek” derdine bir bak… 
Vesselam...” 


-Şems-i Tebrizî 




31 Temmuz 2020 Cuma

Sevgi

Ben çocukken sahaflarda büyüdüm bilmem bilir misiniz sahafları, babacım çok severdi ermeni bi amca vardı İstanbul'da ve kucak dolusu piyasada satışı olmayan kitaplar bizim evde olurdu. Babam hep okurdu ve ben ne zaman okuma öğrendiğimi bile bilmiyorum okuldan önceydi, yani ben aşırı severim okunmuş yaşanmışlık kokan kitapları içinde minik notlar altı çizili satırlar olur bambaşka bir odanın kapıları açılır bunu tarif edemem kitap sevmeyen veya illa yeni olsun diyen birine. 
Okumayı sevmeyen bir arkadaşıma bir ton yolladım bende anısı olan kitaplardan, pişman değilim belki de bu sayede ona okumayı sevdirdim çünkü artık bol bol okuduğunu biliyorum. Bense çok zor okuyorum nedense artık. 
Bu iki kitap okunmuş, internette Nadir Kitap var belki bilirsiniz her yerde olmayan artık basılmayan bir çok kitap buldum orada ve şu ikincisi nasıl eski ve not var içinde, hediye edilmiş muhtemelen 1984 de. Bu bir dostumun #leobuscaglia nin bir alıntısını yazmamdan dolayı oldu, sen SEVGİ yi okudun mu rehberimdir benim dedi ve ikinci el aramiyordum aslında, ama bu sayende yakaladım şu hissi nasıl duygulandım babamı andım bi bilseniz çocukluğumun kokusu burnumda, nelere yol açtı bir tek cümle.. Hayatta böyle çığ gibi ardından neler getirecek bilmiyoruz hiç bir eylemin ya da cümlenin ne yazık ki, bazıları delip geçiyor, okunmuş altı çizilmiş eski bir kitap oluyoruz fırlatıp atılan. Ya da en değerli yerde saklanan. Dilerim güzellikleri getirsin ardından hakeden herkese. Bu anı ile eksilmiş ve bu yüzden hiç sevmediğim bayramınızı kutluyorum.
Sevdikleriniz hayattayken lütfen sarılın 🙏 Mutlu sağlıklı bayramlar.

27 Eylül 2018 Perşembe

EQ Yüksek Kişiler Bunlardan Hoşlanmazmış!

Duygusal zekanın en basite indirgenmiş tanımı: 
Kişinin kendi duygularını anlamdırırken, diğer insanlara karşı empatiyle yaklaşması, 
bu anlamda kendini içsel olarak zenginleştirmesidir. 
Halk arasındaki adı ise EQ’dur. IQ da önemlidir önemli olmasına tabii ama son yıllarda yapılan araştırmalar, mutluluğun sırrının sanılanın aksine IQ’da değil EQ’da saklı olduğunu söylüyor.
Siz de duygusal zekanızın daha yüksek olduğunu düşünüyor ama bir yandan da emin olamıyorsanız buyrun buradan alalım. Valla ben kendimi %100 burada buldum arkadaşlar😏

1. Sığlıklarında çırpınan insanlara asla tahammül edemezler 
Duygusal zekası yüksek kişiler bir konu hakkında derinlemesine düşünemeyen insanlarla pek iyi anlaşamazlar.

2. Monotonluk en büyük düşmanlarıdır 
Onlar asla monoton bir şeyin parçası olmayı kabul etmezler. Duygusal zekası yüksek kişiler her türlü değişime açıktır.

3. Geçmişe takılıp kalan insanlardan haz etmezler 
 EQ’su yüksek kişiler geçmişten ders alıp devam etme peşindedir, geçmişe takılıp kalmanın değil.

4. Geniş arkadaş gruplarından hoşlanmazlar 
 Onlar, çok fazla iletişimi sevmedikleri gibi geniş arkadaş gruplarında da barınamazlar. Bu tip insanlar başkalarının dramlarına dahil olmak yerine, çoğu zaman yalnız olmayı bile tercih ederler. 

5. Patavatsız insanları her zaman baş belası olarak nitelendirirler 
Nerede, hangi kelimeyi kullanmanın daha doğru olacağını iyi bilirler. Kelimelerle araları iyidir.

6. Meraksız insanları anlamak konusunda epey zorlanırlar
Çünkü onlar, her şeye dair sonsuz bir merak duyar. Hatta kendilerine bile… 

7. Belirsiz durumlar yüzünden nefes bile alamadıkları olur 
 EQ’su yüksek insanlara belirsizlik demeyin de ne derseniz deyin…

8. “Evet” onlar için mecburi bir kelime olamaz 
 Duygusal zekası gelişmiş insanlar, hayır deme yeteneğine doğuştan sahip olan insanlardır. Zaman zaman kendilerine bile birçok konuda hayır diyebilirler.

9. Onlar mükemmel diye bir şeyin olmadığını iyi bilirler.
Hep daha iyisini isteyen bir patrona karşı ne kadar tahammüllü olabilirler bilemiyoruz…

10. Öfke kontrolünü sağlayamayan insanlarla işleri olmaz 
En zor zamanlarda bile kendilerini kontrol etmeyi başarır, insanları kırmazlar. Dolayısıyla onların insanlardan öfke kontrol beklentisi haklı bir istek sayılır.

11. Kabalık onlar için en büyük ayıptır 

12. Bir şeyi karşılığı için yapmazlar
Onlar bağları güçlü insanlardır. Bu sebeple başkalarından elde edecekleri kazanımı düşünmeden hareket ederler.

13. Mağduriyet onlara epey uzaktır 
Söylenmek, şikayet etmek, kendini kurban olarak görmek duygusal zekası yüksek bir insanın asla yapmayacağı şeylerdir.

14. Bir dakika bile yalnız kalmalarına izin vermeyen insanlardan sonsuza dek uzaklaşırlar Kendilerine özel zamanlar yaratmak her zaman iyi gelir onlara…

15. Gereksiz tartışmalardan uzak dururlar 
 Prensip olarak tartışma içine girmezler. Belki de sadece çözüm odaklı kişiler oldukları içindir…

16. Fazlaca iletişim onlar için bunaltıcıdır 
 Onlar herkesi memnun etmenin imkanlar dahilinde olmadığını iyi bilirler ve bu yüzden böyle bir çaba içine girmeyip sınırlı sayıda insanla sınırlı derecede iletişimi girerler.

17. Bir türlü sonlanmayan takım çalışmalarından yaka silkerler 
 Duygusal zekası yüksek bir insanın, takım çalışmalarının aranan yüzü olması epey zordur…

 18. Enerji emici durumlar ve insanları yok sayarlar 
 Bu kişiler kendilerini mutsuz eden olayları görmezden geldikleri gibi, enerjilerini emen durumlar ve insanları da görmezden gelirler.


19 Ağustos 2018 Pazar

Karadutum, Çatal karam...

Bu benim için özel ve çok sevdiğim bir şiir, ama öyküyü ilk defa okudum ve büyük hayal kırıklığı yaratan  diğer şairler mezarlığına bir isim daha ekledim kendi kalbimde, yorum yapacak değilim hayat, olmaz ben yapmam dediğimiz ne varsa sınar ve bazen de yaşatır bilirim ama, irade denen, başkasının hayatını kendinden önce düşünmek denen de bişey var, ya da kendi hayatını seçmek hakkı herkesin ama bir yol ayrımı vardır ki biri bitmeden diğerine sapamazsın! Saptığın yol çıkmaza girince eskisine de dönemezsin, ama buna izin verene de zerre saygı duymadığımı belirtmeden geçemeyeceğim. Herşeyden ötedir onur bir kadın için. Evlada bırakılacak en büyük mirasta budur.
Neyse kelime zayi etmek istemiyorum şu anda..Şiir hala çok güzel, hepsi bu. 
Yasak aşklardan çıkmış zaten tüm güzel dizeler anlaşılan ne acı ki.
....
1949’da bir gün İstanbul Büyük Kulüp’teki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut’u okumaya başladı:
“Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın”…
Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzüldü.
Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştı; tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki karısı Eren Eyüboğlu. Çünkü şiirde “kadınım, kısrağım, karımsın” dediği kadın, karısı değildi.
Bu şiiri 3 yıl önce, bir başka kadın için yazmıştı: Mari Gerekmezyan…
“Kara saplı bıçak gibi”
Mari, Bedri Rahmi’nin asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti. O dönem askerliğini yapmakta olan şair – ressamın sinesine, “kara saplı bir bıçak gibi” saplanmıştı. Mari, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapmıştı. Bedri Rahmi bu büstü, Mari’nin çeşit çeşit portresiyle ve ona yazılmış şiirlerle yanıtlamıştı. Artık aşklarından bütün İstanbul haberdardı. Bedri Rahmi, sanatında tam bir patlama yaşıyor, Eren Eyüboğlu ise sabırla eşinin kendisine dönmesini bekliyordu.(!?)
“Karadut”, 1946’da menenjit tüberküloz kaptı. İyileşebilmesi için antibiyotik lazımdı. Savaş yeni bitmişti ve ilaç ateş pahasıydı. Bedri Rahmi, genç sevgilisine ilaç alabilmek için tablolarını elden çıkarmaya başladı. Ancak bu çabalar da sonuç vermedi ve o yıl İstanbul Alman Hastanesi’nden Mari Gerekmezyan’ın ölüm haberi geldi. Bedri Rahmi yıkılmıştı. Sevgilisini sonsuzluğa uğurladıktan sonra keder içinde eve döndüğünde kendisini teselli eden, yine eşi Eren olacaktı. 
O dönem içkiye başladı ünlü şair…
Aşağıdaki şiir, o dönemin ürünüdür:
“Türküler bitti
Halaylar durdu
Horonlar durdu
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim, yoruldu.....”
Eren Eyüboğlu, eşinin bu zor dönemi atlatmasına yardımcı oldu.Onu yeniden sanatıyla buluşturmak için çabaladı. Başardığını sanıyordu. Ta ki Büyük Kulüp’teki o geceye kadar…
“Karadut”u okurken, Bedri Rahmi’nin yanaklarından süzülen gözyaşları, sevda yarasının hâlâ kapanmadığının kanıtıydı. Bunun üzerine Eren, bir süre Paris’te yaşamaya karar verdi. 
Oradan eşine yazdığı bir mektupta “o gece”yi hatırlattı:
4 Ocak 1950 – PARiS
Canuşkam,
Kulüpte bir gece, şiir okumuştun, hani! Hatırladın mı? Gözlerinden, birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin, nasıl titremişti.
Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme, kızgın bir ütü yapmışmış gibi olmuştum. O gece… Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! Bedri’nin ruhuna, insan üstü bir gücün acıyıp, ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın.
Eren.”
Buna katlandımsa, bu dualar işe yaradı.
Bedri Rahmi, 11 yaşındaki oğluyla eşine döndü. 
1974’teki ölümüne kadar geçen çeyrek asrı, aynı evde çalışıp üreterek, diz dize birlikte tükettiler. Öldüğü gün, eşi Eren cenazeden dönüşte, 35 yaşına gelmiş oğlunu karşısına oturttu.
“Babanı uğurladık” dedi, “Ama şunu bilmeni istiyorum ki, ona çok kırıldım. Yaşadığı ilişkiyi unutmadım. Hiçbir kadın aşağılanmayı kabul etmez. Buna katlandımsa, bil ki, sadece senin hayatın kararmasın diyedir.” (?) bahaneye gel. neyse.
Karadutum, çatal karam, çingenem

Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.
Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten topyekün azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan
Kibrit çöpü gibi kırılan
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan
Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum
Netmiş, neylemiş, nolmuşum
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun.

11 Haziran 2018 Pazartesi

 

5 Haziran 2018 Salı

Güvenmek...


Bir insana yüzde yüz güvenmekle yüzde doksan dokuz güvenmek arasında dağlar kadar fark vardı. 
Çünkü eksilen yüzde birin nerede eksildiğini bilemezdin 
ve dünyanın bütün kazıkları o küçük "bir"in içine saklanabilirdi. 


 Hande Altaylı - Kahperengi

20 Mayıs 2018 Pazar

İZEV - Yaşam Hakkı - Duvar

Pink Floyd "The Wall" şarkısını bilirsiniz. 
İZEV (İstanbul Zihinsel Engelliler için Eğitim ve Dayanışma Vakfı ), 
Roger Waters'ın karşılık beklemeden telif hakkını verdiği şarkıyı, 
bir çok ünlünün desteği ve engelli arkadaşlarımızın katkısıyla Türkçe seslendirmiş. 
Bu video youtube üzerinden 10 milyon izlenme barajını aşarsa, 
engelli arkadaşlarımız için bir köy inşa edilecek. 

 Yapacağınız çok basit, 30 saniye izleyip paylaşabilirsiniz. 
Biz farklıyız ama hayattayız..

13 Mayıs 2018 Pazar

Annem gibi...

Annem çok sevinmelerin kadınıydı.
Bazen sevinince annem gibi,
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına....
Annem,
Çok sevmelerin kadınıydı...
Daldaki kirazları, yazmasındaki oyaları, fistanındaki çiçekleri, asmadaki üzümleri, evin kedisini, sokağın delisini, babamın gömleğini, beni, bizi, mahalleyi...
Bildiğim her şeyi severdi...
Bana da sevmeyi öğretti,
Öyle az buz değil "Çok sev...!" derdi...
Annem gibiyim artık
Az sevme bilmiyorum ben,çok sevdiğimdendir bu kadar incinmem..

22 Nisan 2018 Pazar

Kayboldu..

Yaralı dudakların unuttuğu telaşlar çok
kaybeden sokakların koynunda hiçbir masal yok saksıları devir evden yine gir içeri göğsündeki son nefesi bulutlar görmedi ki güçsüz şehirlerin dökülen dişleri gibi baharın gelişini gidenler affetmedi sızlayan günler gibi annesiz denizlerde dalından tutmuş gibi babasız gülüşlerde yeniden sevecek gibi bitmeyen özleminle sen kayboldun, kayboldum..

13 Nisan 2018 Cuma

N’oluyor bana bu aralar bilmiyorum..

Yaşamak mutlulukla bağdaşmıyor. 
Gülmek fiilden öteye gidemiyor. 
Mutsuzum diyemiyorum, sorulardan kaçmak için. 
Kendimden de kaçıyorum. 
Nereye ya da kime bilmiyorum. 
Şarkı dinlemek bile içimden gelmiyor. 
Bilimde buna depresyon diyebilirler ama ben içten mutsuzluk olarak tanımlıyorum. 
Ne geceleri uyuyasım ne de sabahları uyanasım var. 
Yalancı mutluluklarla normal insanlara karışıyorum. 
Ama mutsuzum biliyorum bunu. 
Ve hep hayattan beklentimin az olmasından. 
Yaşama sevi’yi almam ve 
“Sevi’siz olamaz insan.” anlatamıyorum “bencil” insanlara… 
Oysa ne kadar kolay mutlu olmak bir çocuğa. 
Ama biz çocuk değiliz ki artık. 

Yalnızız, kırgınız, umutsuzuz…


8 Nisan 2018 Pazar

Dostça ayrılanlar mı?


Birbirine hiç aşık olmamış insanların işi dostça ayrılmak. 
Ayrılıkların yüz karası. 
Zor değil aslında güneşi hiç birlikte batırmamışsan, salaş bir meyhanede zeki müren eşliğinde rakıya düşmemişsen.
 Kıskançlık duygusu bünyeni sardığında katil olmakla olmamak arasındaki ince çizgide yürümemişsen ..
Dünyadaki en uzak mesafenin aynı yatağa küs yatıp sırtını döndüğünde aradaki yarım metre olduğunu düşünmemişsen ..

Ya mutluluktan göklerde ya sinirden yerlerde olmamış, hiç uçlarda yürümemişsen .
Konuşmaya ne gerek var aslında, ortamdaki insanları birbirine iki bakış atıp bi bıyık altı gülerek kendi aranda eleştirmemişsen her şeyin kusursuz olmasını istediğinden en ufak bir hatada sinir krizinden mütevellit cam kapı indirmemişsen
Telefonla arayıp ulaşamadığında “neyse ya görünce arar nasılsa” gibi anlayış cümlelerini bir kenara atıp “nasıl açmaz ya nerde bu?” diye kafayı yememişsen !
Gecenin bir körü gelen mesaja kalp krizi eşliğinde “kim o” dememişsen ve
“al bak hayatım” cevabıyla yeniden hayata dönmemişsen
Ayrı ayrı tatile çıkmanın dünyanın en saçma aktivitesi olduğunu düşünmemişsen
Tabi dostça ayrılırsın bunların tek birini bile yaşamamış, hissetmemişsen 
Kafanı çevirmek yerine selam bile verirsin sağda solda görünce
Bundan sonrasi için iyi şeyler ister hatta
Mutluluklar falan dilersin,
“bir daha beni sakın arama” deyip belki arar diye telefonu burnuna sokup yatmak yerine
”ne zaman bir şeye ihitiyacın olursa beni ara da dersin ,
“ben her zaman yanındayım” da,
“bu sefer kesin bitti” senin cümlen değildir.
Senin cümlen son derece sakin söylenen bir “bitti”dir ve bu “bitti” karşısında arkadaşlarının söyleyeceği “ya bırak kesin barışırsınız” yerine “aman hayırlısı olsun boşver” dir.
Dostça ayrılıyorsan içine öküz oturmuş gibi değil, sırtından yük kalkmış gibi hissedersin. 
Ne twitterda yazdığı seni komaya sokar, ne instagramda paylaştığı “bak çok eğleniyorum” fotoğrafı. İsterse whatsappta sabaha kadar online olsun bilmezsin çünkü merak etmezsin.
Ne kadar konuşmuş olursan ol keşke şunu da söyleseydim hissiyle yatağında saatte 50 tur dönmezsin. Yazıp sildiklerin ansiklopedi, bir sinirle söylediklerin pişmanlık olmaz.
Dostça ayrılmak güzel iş.
Ortada belki düzelir diye çözülmeyi bekleyen sorunlar olmaz.
Bir adım beklemezsin koşmak için.
Bi gözün toprağa bakıyo gibi gezmezsin en önemlisi.
Ayrılık sonrası için en iyisidir dostça ayrılmak.
Bir "Hoşçakal" yeterlidir
En güzelidir dostça ayrılmak
Sadece elini sıkarsın dişini değil...😒

16 Mart 2018 Cuma

Duyuyor musun beni??

Senden haber almadan 
Nasıl çıkarım yollara? 
Tek dileğim bir ışık olsada 
Güneş hep sana doğar 
Gözlerim kamaşsa da 
Seni görmez hiç birşey sormazsan 
Bu bir uçurtmanın kaçışı belki de değil 
Bilmem gökyüzünde aramak doğru da değil ...

8 Mart 2018 Perşembe

Biz kadınları hiç sevmedik!

Hiç sevilmediğine iliklerine kadar inanmış bir kadından size armağan olsun..Şiddet  ve taciz yalnızca tek biçimde olmuyor bana göre..
Bu yazı bir erkeğin kaleminden çıkmış..

Saçlarını sevdik, hele bir de sarışınsa daha çok sevdik
Ağızlarını sevdik, hele bir de şehvetli ve dolgun ise daha çok sevdik.
Göğüslerini sevdik…
Bacaklarını sevdik, hele bir de sütun gibiyse bayıldık.
Kalçalarını sevdik…
Gerçekten güzel vücutlu ve “çıtırsa” daha çok sevdik…
 Yolda, arabada, televizyonda, internette onlara hep “baktık”
Her yerlerine iyice ve dikkatle baktık.
Pek iyi görememiş olacağız ki bir daha baktık.
Bir daha ve bir daha…
Kadınların her yerlerine baktık ama gözlerine ya hiç bakmadık ya da baktığımızda çok geç olmuştu… Biz kadınlara çok dokunduk!
Onlar istese de istemese de dokunduk.
Son yıllarda dini motiflerden güç bulanlarımız oldu.
Eh! Yozlaşan toplum ve geç gelen hatta hiç gelmeyen adalet olunca da 13-14 yaşındaki çocuklara bile dokunmaya başladık!
Sapık damgası yemeyi göze alanlar bile şaşırdı çünkü sapık diye haykıran ne kadar azdı!
 Kadınlara dokunmada dünya sıralamasında üst yerlere geldik…
2009 itibariyle rakamlar oldukça “umut verici!!! “ % 40 ını sürekli dövdük
% 44 ine duygusal şiddet uyguladık (küfür, hakaret, küçük düşürme)
%16 sına zorla sahip olduk (ve olmaya devam ediyoruz)
 Tüm bunlara maruz kalan her 3 kadından biri intihara kalkıştı ama biz hiç oralı olmadık
(hem bize ne değil mi? Fener ya da Cimbom maç kaybedince çok üzüldük ama kadınlar söz konusu olunca pek oralı olmadık)
% 9 una daha masum birer çocukken bile dokunduk.
 Ama onlar hep sustular.
Çünkü konuşsalar kimse inanmazdı “kim bilir neler yaptın ki sana tacizde ya da tecavüzde bulundu amcan ya da komşun” bu da sana ders olsun, türünden tepkiler görecekti.
 Ama bu ders o kadar acıdır ki biz erkekler bilemeyiz.
Bizlere sorduklarında ;%25 imiz “bazı durumlarda kadın dövülür” demeyi doğal bir şey gibi dile getirdik. % 51’i erkekler ile tartışmayı bile “saygısızlık” sanıyor artık.
%36’sı kendisi para kazansa bile parasını nasıl harcayacağına karar veremeyeceğine inanmış ya da inanmak zorunda kalmış.
% 52’si “erkek kadından sorumludur” diyecek kadar kadınlığını unutmuş ya da unutturulmuş.
% 49’u “erkek ne zaman isterse bana sahip olabilir benim itiraz hakkım olamaz” diyecek konuma gelmiş..
Hal böyleyken kabul edelim biz kadınları kullanmayı çok sevdik. Evde, işte, siyasette, okulda kısacası her yerde…
Parti kongrelerinde sözde liderler konuşurken arka fonda 3-4 kadın vardı hep. Onlardan vitrin yaptık, imaj yaptık. Başörtülü, normal türbanlı, modern türbanlı ve türbansız…
"Cennet anaların ayakları altında" diye diye büyütüldük ama anaları hep ayaklarımız altında çiğnedik, ezdik, tepikledik…
14 şubat sevgililer günü ya da anneler gününde bir kaç saat ara verdik ama sonra yine ezmeye devam ettik.
İş verirken bile onları hep düşündük! İş yerinde gözümüz gönlümüz açılsın ya da malum niyetler ile bayan eleman aranıyor ilanı vermeyi çok sevdik.
Bu ülkede kadın olmanın ne kadar zor olduğunu biz erkekler bilemeyiz. Çünkü artık konuşmuyorlar, konuşamıyorlar, konuşturulmuyorlar.
Bu ülkenin kurucusu Atatürk 1930’lu yıllarda Türk kadınına dünyadaki birçok çağdaş ülkeden önceden hak ettiği hakları verdiğinde umutlanmıştık. Çünkü o Atatürk’tü ve Kurtuluş Savaşında bebeğinin kundağında mermi taşıyan anayı ya da cephede erkeği ile göğüs göğüse savaşan bacısını unutmamıştı. İhanet edemezdi ve etmemişti de. Ama biz ihanet ettik! Türkiye nereye gidiyor? Diye soruyor herkes birbirine.
Oysa cevap ne kadar da açık değil mi? Türkiye hızla ve şevkle karanlığa gidiyor. Hatta koşuyor…
Çünkü kadın yok oluyor, yok ediliyor…
Benim annem, kız kardeşim, sevgili kızım yok oluyor…
Kadını yok olan ülkenin gideceği yol bellidir. Karanlık ve onursuz bir gelecek…

23 Şubat 2018 Cuma

Duymak İstiyorum

Duymak istiyorum, duymak istiyorum 
Kalbimde ruhunu duymak istiyorum..



Duyabilsem kalbini okuyabilsem seni, sessiz feryatlarını acı ağıtlarını
Tüm haykırışlarını hissetmek istiyorum
Sana yaklaşıp sende ölmek istiyorum ..

29 Ocak 2018 Pazartesi

Aşk Bir Ortaçağ Karanlığıdır!

Gece değil karanlık ister aşk lirik ikindilere, romantik akşamüstlerine,
barok akşamlara karşı gotik bir karanlık, aydınlanma çağı, düşüncesi de dahil,
sonu olmuştur pek çok şey gibi aşkın da çünkü aşk bir ortaçağ karanlığıdır!

Ha ha ha benden beklemiyordunuz değil mi solcu, alevi, cumhuriyetçi, demokrat ve laik benim gibi naif, naiv, naive hatta birinden ve bazılarınıza göre oldukça romantik, sulu, gözüyaşlı, hülyalı, hicranlı, içkili, içli ve pek melankolik küçük bir kız babası ve karısına hâlâ âşık, yani ailemizin şairinden beklenecek halt mı bu şimdi, değil!
‘ Bu bir şiir değildir’ diyebilirsiniz, değildir, bu bir şiir değildir, yazan da şair değildir, sizin şiir dediğiniz şeyi ben gençken yazardım o zaman hem devrimci, hem umutlu hem de bekârdım bir kendime bakar bir dize, bir hayata bakar bir şiir, bir anılara bakar bir kitap yazardım, fakat önce bakardım, şimdi unuttum şiir yazmayı çünkü bakmayı unuttum nasıl bakılırdı ilk bakış nasıl atılırdı bazı bakışlar neden fırlatılırdı ve neden bazı yazlar bakışımsız kalırdı ilk dize nasıl gelirdi, kaç arkadaş gerekirdi bir şiir yazmak için ve kaç gece kaç şehir kaç ihanet kaç kamaşma kaç ayrılık kaç sevişme kaç eylem kaç uykusuzluk kaç eski kaç yeni unuttum gitti unuttum gitti, unuttum gitti!! diyorum ya bunların hepsi aslında özenti, kolay yazmak istiyorum çok kolay tıpkı şimdi yazdığım gibi bunları deftere alır almaz kalemi elime şiir yürüsün bir ileri iki geri ne ruhölçümü ne yüzölçümü ne tenölçümü varsa yoksa sözölçümü bir halk otobüsü ya da kasaba minibüsü gibi şiir alsın yolcularını yazlıklardan, sitelerden sonra götürüp denize döksün hepsini!
Şiir böyle bir şeyse eğer bunu da aşk şiiri olarak okuyabilirsiniz bence sevmeyin, övmeyin, alkışlamayın, beğenmeyin tamam fakat anlayışla karşılamak diye bir şey de var anlayışla karşılamak bence anlamayanlar için icat edilmiş tuhaf bir şeydir, tıpkı füzyon mutfak gibi hani hiç anlamam da bu işten ne bileyim baklavanın üstüne suşi gezdirmek gibi bir şey olmalı, buna da razıyım,
yeter ki anlayışla karşılayın benim bu şiirimi.
Aşk ordadır, ortaçağdadır, karanlıktadır itibarı iade edilmelidir vakit geçirmeden aşkın değil yalnızca, ortaçağın da değil, karanlık bir şiir olarak aşkın ortaçağının, ve ‘aşkın ortaçağı’ kitapları tez yazılmalıdır hatta bu konuşmanın adı bile ‘aşk ortaçağdır’ olmalıdır karanlığa gerek yok zaten ortaçağ deyince herkezin zihni birden aydınlanır: karanlık!
Ruh aydınlanır birden: karanlık!
Gövde aydınlanır birden: karanlık!
Şiir bu karanlığı aydınlatmalıdır böylece aşkın ne kadar koyu olduğu anlaşılmalıdır aşk koyudur ve bu bir rengin tonu filan değil düpedüz aşkın huyudur, aşkhuylu olmak ki huysuzluk da diyebiliriz, böyle koyu bir tabiat gerektirir işte siz hiç aşkın ormanına dalmadınız mı, aşktan hiç ağaç olmadınız mı, hayır parklardan söz etmiyorum.
Amazon gibi, yağmur ormanları gibi sık, geçilmez, ağır yeşil, koyu yağmur bir aşkın içine hiç düştünüz mü hiç? 
Kuyunun bile bir sonu vardır kendinize gelme ihtimaliniz vardır aşkta yoktur,
aşkın başı da yoktur sonu da o yüzden ölesiye sevmek, “mourir d’aimer” filan demek,
bunlar hep filmdir, gerçek olan aşkın ölümle de bitmediğidir. 

Haydar Ergülen -aşk şiirleri antolojisi-

24 Ocak 2018 Çarşamba

Ben de en az senin gibiyim. Ve en çok senin gibi.

Yüreklerinin en düşsüz yerinde öyle apansız kalakaldım.
Ben kötüyüm, erdem kimin adı?
Bir bıçakla rüzgar sokarım içime, sonra iyileşeceğimi söylerim
Cam kırıklarının üzerinde sevişmekten bıktım derim
Az acıyı arıyordum kendi kanımı içiyordum derim.

Bana muhallebiciden tavukgöğsü alırsın. 

Belki bana bir adres bile satın alırsın, çok paran vardır senin. 
Belki ameliyat ettirirsin; gitsin diye yüzümün diğer yarısı da. 
Nerem varsa insan kalan...
İşte orası acıtıyor.

Ben de en az senin gibiyim. Ve en çok senin gibi.

Büyük bir hızla kendi hapishanemi inşa ediyorum. 

Güvenilir ve pahalı çelik. 
Çok ağladım, çok erkek oldum ama çok da kadın. 
Kimseyle, kendimle bile yaşayamadım. 
Birkaç sözcük inliyor dilimin altında, gerçek ne bilmiyorum. 
Bir suçlu gerek bana; hemen şimdi, benim gibi.

Fotoğrafını duvara asıp, sözcüklerin yok etme, var olma savaşı verdiği sayfaları yırtıp atıyorum. Kendine söyleyemediklerini dudaklarının kenarları anlatır bana. 

Korkularını, korktuklarını. 
Her şeyi, her şeyi unuturum. 
Sadece bir fotoğraf için evime diğer gecelerden daha erken dönerim. Daha erken uyanırım...
Ağlama bebeğim, her şeyi nefret edecek kadar çok sevdim.
Ölüyorum, annem bana hiç kızmıyor...

Sana yazarak kurtuluyorum. Bir de çubuk kraker yiyorum.

Ben kendimi yakarak öğrenirim
sarı ve sıcak öğrenirim
yalayarak, tükürerek
durup kusarak öğrenirim..

Düğmelerimi boğazımı örtünceye dek kapadım. 

Okumasınlar beni aşkım. 
Omuzlarımı gösterme onlara.

Her aşk bir orospu yaratıyor... 

Bense beyaz duvaklar, dokunduğumda irkilen sırtlar çiziyorum. 
Ben de oluyorum, o senin kendin için korktuğun yerde.

Kalbimi kesip çakmağımın içine doldurdum. 

Yanmıyor, kahretsin, yanmıyor.

Hep, masumuz işte kalmadı gözyaşımız diye bağıracağım. 

Senin için akvaryumlar çalacağım.

BİR, İKİ, ÜÇ, DÖRT, BEŞ... ALTI değil. 

Hayat, benden gizlediğin ellerini hangi cebinde saklıyorsun.

4 Ekim 2017 Çarşamba

Tek Başıma!

Ne yaptımsa tek başıma yaptım, yani kendi ayaklarım üzerinde
kimsenin ardına sığınmadan, kimseye sorumluluk yüklemeden, gün geldi ağır geldi yine de bir ucunu kimseye tutturmadım, sonunu göremeyeceğim başkalarına zarar verecek, kıracak bişeye girmedim hiç..
Sonunda hep iyi ki dedim, hata da yapsam, insan insana güvenmez kabul edelim, çiğ süt emmişiz kaynatsalardı böyle olmazdık belki, ben güvenmediğimden utandım da beni haklı çıkartmaktan utanmadılar.
Kendime çevirince aynayı normalde özgüvenim çok yüksek olsa da hayatımdaki kişileri memnun etmek için saçma sapan şeyler yaptığımı gördüm. O zaman ben ben olmaktan çıkıyordum bu da uzun sürmüyordu tabii. Yapmadığımda da son aynıydı zira:) Yaşanacaksa yaşanacak misali.
Ve ben ben kalmayı tercih ettim, hayat seçimlerden oluşur çünkü, önce kendinizi seçmezseniz kimseye hayrınız olmaz zaten.
Üzülmekten korkup yaşamadıklarınız sizi üzecek bu bir mobius.

Bütün hayatını kendi dilediği gibi ama başkalarını da düşünerek yaşamış, hep seven ve sevilen biri oldum, sadece sap kalmaktan korktuğu için sürekli taviz veren biri olmadım olanla işim olmadı zaten:) Ne olursa olsun pişman değilim hiçbir yaşadığımdan. Olmamaya kodluyorum kendimi, kolay olmuyor.
Pişmalığım yaşamadıklarıma onu da bilinmezliğe gömmek çok zor değil..(!)
Aslında sadece bunu diyecektim ama çok uzun zaman önce bıraktım duygularımı veya huyumu suyumu açık edecek şeyler yazmayı, var olanları da sildim ki ben çizdiğim bu sarsak portrenin ardına sığınabileyim, kimse içimi görmesin.

Bunun için burdayım şurda dediğim gibi.
Neyse alışık değilim kasıyo burda bitiriyorum;) Şarkım gelsin. O anlatsın.


Hatalarım oldu günahlarım da
Zaferlerim oldu bozgunlarım da
Ne yaptıysam yaptım şu hayatta
Tek başıma tek başıma
Terk ettiğim oldu sevdiklerimden
Üzdüğüm oldu değer verdiklerimden
Vazgeçmedim doğru bildiklerimden
Azaldım bu yüzden hep bu yüzden
Çok kırılsam da eğilmedim
Söndü derlerken ben alevlendim
Düşsem gecenin en karanlığına
Yeni sabahlara doğmayı da bilirim

29 Eylül 2017 Cuma

UnutulmuşmuyduN?

Tam unuttum, ya da unutuldum derken -ki hangisi daha kötüdür bu bile kişiden kişiye değişir.
Dayanamaz, unutulan bi biçimde kendini fark ettirme, özletme ihtiyacı duyar ama tam aksi hiiç umurunda olmadığını göstermeye çalışarak.
Karmaşık değil mi? Ama anladınız.
Aklımın çalışma prensiplerine bir hayran bir korkutucu bulan biri vardı. Tezat değil mi?
Bir gün çıldırtıcı biçimde hayranlık duyduğunuz ve karşı koyamadığınız şey ertesi gün kaçırtıyor sizi.
Peki sesinizi nereden duyabileceğin bilen, kendi sesini asla duyurmayan, ama herkesin bilip göremediği biçimde takip edildiğinizi, sesinizin ona gittiğini ve yankısını belli ettiği an
herşey silinir gider.. Pusuda yatmak her zaman sizin izlediğiniz anlamını taşımaz;)
Geçti bitti, dediğiniz şeylerin sonu sizin hiç ummadığınız biçimde hayatınızı mahfedecek kötü bi süpriz ya da tam aksi devam edebilir..Tablo bu, henüz boyası kurumadı ve zaman değil bunu sağlayacak olan. Her an değişebilir renkler ve desen.
Bir yazımda demişim ki:
Kendini gösteremeden öldüreceksiniz bazılarını. Bazen sözler ve yüzler flulaşacak ama bir an bir yerde yine belirecek,  "Hatırlamak en büyük lanet.." diyordu bir filmde yine..ve şu an çalan müziğin melodisinde bir de şiir geldi aklıma;

Bazı filmlerin devamı çekilsin diye sonu mutlu bitmez.Hükmen yeniğiz başlama vuruşum.Tekrar karşılaşalım ve lütfen bu defa şampiyon olalım.Seninle en iyi ağlamayı öğrendik biz, gülmeyi umut ederek.Affetsek birbirimizi, kırıldığımız yerlere çiçek diksek; bir kelebek bir ömür daha yaşar...(!

Neyse çok şey var denecek ama sadece, gördüm, sobe!! demek istiyorum şuanda..
Sana da merhaba:'
Ne gördüğün kadarım ne de bundan fazlası..
Ben de ..
Bazen önünde iki yol vardır, bazense tek. Ama seçim, sadece sana ait değil...

28 Eylül 2017 Perşembe

Misafirhane



İnsan kısmı bir misafirhane, 
Her sabah yeni birisi gelir. 
Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik, 
Aniden farkına varmak birşeyin, 
Hepsi beklenmedik misafir. 
Hepsini karşılayıp eyle! 
Evini vahşetle süpürüp, 
Bütün mobilyalarını boşaltan
Bir kederler kalabalığı bile gelse. 
Her geleni alnının akıyla misafir et. 
Olur ki yeni bir zevk getirmek için
Boşalttılar evini. 
Karanlık düşünce, utanç ve garez, 
Hepsini gülerek karşıla kapıda
Ve buyur et içeri. 
Minnettar ol her gelene
Kim gelirse gelsin. 
Çünkü bunların her birisi
Öte taraftan bir kılavuz
Olarak gönderildi..

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...